|
|
|
|
|
|
Sevdiğim Türk filmlerinin yeryüzündeki
macerasını izlemek gibi bir huyum var. İyi ki var.. böylece pek çok filmin
yeryüzü yolculuğuna tanık oldum. Her zaman olmaz, bugünlerde yolculuğunu
başından beri keyifle izlediğim bir film var: Kasaba.
Kasaba, pek çok festival dolaştıktan sonra geçen hafta kuzeyin soğuk kenti
Stockholm'de önemli bir uluslararası festivale daha konuk oldu. Festivalde
ilk ya da ikinci filmini çekmiş 51 yönetmenin filmleri yarışıyordu. Kasaba
bunların arasındaydı.
Beni bu filmde çeken ne? Belki hikâyesi, belki bu filmi yapmak için yönetmen
Nuri Bilge Ceylan'ın gösterdiği inanılmaz sabır, inanılmaz inanç. Çünkü
bu film onun kendi kısıtlı olanaklarıyla çekildi. Filmin kameramanı da
oydu, montajını yapan da. Tümüyle amatör ama, bir o kadar da profesyonel
bir film bu. Tadı, tuzu da bundan. Çanakkale'ye bağlı Marmara kasabası.
Kış, sürekli yağan kar. Sessiz, kimsesiz sokaklar ve bu kış gününde, çıtır
çıtır yanan sobanın ısıttığı sınıfta ders yapan, hayal kuran küçük öğrenciler.
Yönetmen bütün bunları, çocukluğunun geçtiği o ıssız kasabayı, orada yaşanan
yalnızlığı filminde anlatıyor. Nuri Bilge Ceylan'ın filmi kasabadaki hayat
gibi çok yavaş ilerliyor, söyleyeceği sözleri sessizce, neredeyse kulağımıza
fısıldıyor. Ve hepimizin hayat hikâyesi bu filmle birlikte usul usul karşımıza
geliyor.
Filmin aktörleri bir ailenin küçük büyük tüm bireyleri. Ailenin reisi
dede, savaş nedeniyle Yemen'e, Suriye'ye hatta Hindistan'a kadar gitmiş.
Hindistan'dan dönerken gemide hastalanmış ve kendini ölüme çok yakın hissettiği
o anlarda tek anımsadığı; kasabadaki otların kokusu, güneş batarken tarlalara
vuran alacalı renklermiş. Sonra dede yurda dönmüş ve kocayana kadar da
kasabada kalmış. Şimdi korktuğu tek şey gece. Yaklaşan ölümün bir gece
vakti, onu uykuduyken buluvermesinden korkuyor, küçük bir çocuğun hayaletlerden
korkması gibi, ölümden korkuyor.
Nine, hayatı boyunca kasabadan hiç çıkmamış. Hep çalışmış. Tarlada çalışmış,
evde çalışmış. Bütün aile bir ateşin başında toplanmış, mısır pişirip,
konuşurken bile o çalışıyor. Elleri boş durmaya alışık değil. Reçel yapmak
için önüne koyduğu elmaları küçük parçalara bölüyor. Yüreğinde hiç dinmeyen
bir acı var. Büyük oğlunun; herkesin asi kabul ettiği, aileye, kasabaya
isyan eden, büyük kentlere giden, kafasına göre takılan ve bir gün ansızın
ölen, büyük oğlunun ölüm acısı. Hiç dinmeyen bir acı bu. Oysa küçük oğlu
yanıbaşında. O da kasabayı bir süre terk etmiş. Yatılı okullarda deliler
gibi çalışıp liseyi bitirmiş, sınav kazanıp burslu Amerika'ya gitmiş ve
bütün bunların sonunda kasabaya dönmüş. Şimdi tarlalarla uğraşıyor ve
hep bir şeyler okuyor, hep bir şeyler. Yapayalnız geceler boyu okuyor,
yapayalnız gün batımlarında okuyor.
Sonra ateşin başında mısır patlatıp, sohbet eden ailenin öbür bireyleri.
Ölen oğlanın karısı ve üç çocuğu. Çocuklardan biri büyük, askerliğini
bitirip kasabaya yeni dönmüş. Dedenin bütün ısrarlarına rağmen kasabada
yaşamak, iş tutmak istemiyor. O asiliği sürekli söylenen ve bu nedenle
küçümsenen babasının yolundan gitmek istiyor. O heyecan ve ölümüne tutkular
yaşamak istiyor. Sonra biri 10, diğeri yedi yaşında iki kardeş. Büyük
kız. Her zaman mahzun gözlerle akıp giden hayata öylece bakan bir kız.
Sonra hep sorular soran küçük bir oğlan. Ve anne; sessiz, acısını içine
gömmüş, sığındığı aileye yük olduğu için utanan, ince, hüzünlü bir kadın.
İşte Kasaba'nın kişileri bunlar. Bir de kasabanın kendisi var. Kar altında
alabildiğine ıssız, ilkbaharda şenlikli, yazın can sıkıcı ve sonbaharda
hüzünlü.
Nuri Ceylan kendi çocukluğunu ve ailesini anlattığı bu filmi siyah-beyaz
çekmiş. İyi de yapmış. Böylece kasabanın insanın kanını donduran ıssızlığı,
öte yandan insanı sürekli köklerine çağıran atmosferi siyah-beyazda inanılmayacak
kadar etkili olmuş. Sonra hiç oyuncu kullanmamış Nuri Ceylan; babası,
annesi, kardeşleri, kuzeni ve Marmara Kasabası'nın insanları onun oyuncuları
olmuşlar. Böylece film az rastlanır bir sahicilik kazanmış. Sanki gördüğünüz
bir film değil, bir hayat. Ben bu filmden çıktıktan sonra bir garip oldum.
Kendi çocukluğumu, Antep'i, rahmetli annemi anımsadım. Bu film böyle bir
film, insanın yüreğini yakalayan bir film. Çocukluğunu yakalayan bir film,
Kasaba, yeryüzü yolculuğunu tamamlayıp, elbette yurduna dönecek. Ne yapıp
edin bu filme gidin. Kendi unutulmaz çocukluğunuz için.
|