|
|
'Koza' adlı kısa filmiyle
dikkati çeken Nuri Bilge Ceylan'ın ilk uzun filmi iki haftalığına gösterimde
Fotoğraftan yetişerek 1995'te yaptığı,
başta Cannes olmak üzere çeşitli uluslararası festivallerde gösterilen,
siyah-beyaz, kısa filmi "Koza"yla dikkati çeken Nuri Bilge Ceylan'ın ilk
uzun filmi "Kasaba", şimdiye dek seyrettiğimiz yerli filmlerden ayrılan,
kendine özgü, alabildiğine farklı kişisel bir film, baştan belirtmek gerekirse.
Gerçekçiliği giderek yer yer şiirselliğe dönüşen, yalın, yavaş, ağır aksak
ritmde seyreden, baştan sona değişik bir "ilk film' denemesi var, Beyoğlu
Pera adlı oda sinemasında.
Filmin daha, karda oynayan, köyün delisine takılan çocukların şamatasını
yansıtan ilk görüntülerini izleyen jenerik yazıları akarken, bütünüyle
piyasanın dışından, "farklı" bir filmle karşı karşıya olduğunu baştan
seyircisine sezdiriyor "Kasaba". Herkesin yaşamının bir döneminde, ilkokulda,
topluca her sabah bağrış çağrış tekrarladığı, ".varlığım Türk varlığına
armağan olsun" diye biten tekerlemelerin, yılların ötesinde kalmış nostaljisini
depreştiren okul ve dersane görüntüleri. Havadaki tüye üflemeyi oyuna
dönüştüren, hayatın dikenli ve sarp yollarının daha çok uzağındaki saf,
masum, kaygısız çocuklar. Yoklama yapan öğretmen. Karlı çamurlu bayırlardan
düşe kalka gelerek yoklamayı kaçıran, ıslak çoraplarını, üstünü başını
soba başında kurutan öğrenciler. Kafasını sınıftaki kokunun kaynağını
bulmaya takmış öğretmenin öğle yemeğini döktürttüğü, 10 yaşlarındaki Asiye'yle
(Havva Sağlam) küçük erkek kardeşinin (Cihat Bütün) okuldan sonra ormandan,
mezarlıktan, çayırlardan, tarlalardan geçerek aile büyükleriyle buluşacakları
yolculuklarını izliyoruz daha sonra. Büyüklerinin beklediği iki kardeş,
ağaçtan erik toplayıp yiyor. Çocuğa özgü bir gaddarlıkla bir türlü rahat
bırakmadığı kaplumbağayı, ablasından öğrendiği gibi terk çevirip debelenir
durumda bırakan haşarı oğlan (yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın küçüklüğü),
yaptığının kötü olduğunu sonradan anlayacaktır, annesinin düştüğü, kötü
bir rüya görerek.
Asiye'yle kardeşinin babası (Sercihan Alioğlu), kasabadan çıkmış biricik
okumuş adam, sürekli kendi kendini geliştirmiş, Amerika'lara okumaya gitmiş,
yabancı dil öğrenmiş, mühendis çıkmış, ama sonunda yine kasabasına, aile
evine dönmüş, tek dostu kitaplar olan, akıl ve bilimden yana, aydınlık
biri. Onun babası olan dede ise Birinci Dünya Savaşı yıllarında Bağdat'ta
İngilizlere karşı savaşmış, Ortadoğu'da, Hindistan'larda askerlik yapmış,
yıkılan Osmanlı devletinin yerini alan Türkiye Cumhuriyeti'nin doğumunu
yaşamış, yılar yılı rençberlik ederek çoluk çocuğa karışmış, inanç ve
tevekkül sahibi, nur yüzlü bir ihtiyar delikanlı. Nine de sürekli tencereye
bir şeyler doğrayarak yemek hazırlayan, aklına geldikçe vaktiyle onları
bırakarak oralardan çekip gitmiş, ama bir baltaya sap olamadan, asalak
yaşamış ve ansızın ölmüş büyük oğlu için gözyaşı döküyor hâlâ. Onun tıpkı
babası gibi kasabayı geride bırakıp büyük kente gitmek isteyen, askerden
yeni gelmiş oğlu olan sorumsuz, sabırsız, asi ve muhalif delikanlı Saffet'in
(M. Emin Toprak) bir kulağından girip ötekinden çıkıyor, dedesiyle amcasının
bütün dedikleri. Saffet otlara sırtüstü uzanıp gökyüzünü seyrederek İspanya'da
şato kuruyor genellikle boş boş. Ağaçların altına, ateşin çevresine yayılmış
aile yiyip içerek sohbeti koyultmuşken günboyu yerinde duramamış çocukların
da süngüsü düşüyor ufaktan ufaktan. Büyükanneyle gelinin de katıldığı
konuşmaları sürükleyen dedeyle amcanın söyleşmesinde, birtakım değerlerle
değişimlerin de altı çiziliyor. Yorgun argın, ana baba kucağına serilip
yatan iki kardeş, büyüklerin anlattıklarını (kimi konular bilmem kaçıncı
tekrar olsa da) yine de merakla dinliyor uykuyla uyanıklık arasında. Abla-kardeş,
dedenin ya da amcanın ezberlenmiş Osmanlı ordusu anılarına ya
da Mezopotamya uygarlığı hikayelerine hınzırca limon sıkmaktan da geri
durmuyorlar yeri geldiğinde. Evlat acısını içlerine gömmüş büyükler yine
eskileri karıştırıp sırayla söz alarak konuşuyor ve acı acı tiradlar döktürüorlar.
Diyaloglar makul, abartısız, yalın ve zaman zaman tıpkı 'hayattaki gibi'
ancak karşıt kutuplardaki amca ile yeğeni Saffet'in konuşmaları, bazen
fazlaca kitabi kaçıyor.
Sonu sanki biraz aceleye getirilmiş izlenimi veren 'Kasaba'nın senaryosunu,
ablası Emine Ceylan'ın (filmdeki Asiye) yazmış olduğu bir öyküden yola
çıkıp kimi otobiyografik anektodlar ekleyerek ve Anton Çehov'dan alıntılarla
destekleyerek yazan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, filmin kameramanlığını
da üstlenmiş, aynı zamanda Aylan Eryüksel'le birlikte montaj masasına
da oturmuş, tam anlamıyla dört dörtlük bir yaratıcı sinemacı.
1960'ların sonları, 1970'lerin başlarında, Çanakkale yöresindeki küçük
bir kasabada (yönetmenin çocukluğunu yaşadığı Yenice) geçen filmde, amatör
oyuncularla çalışmayı yeğleyen Nuri Bilge Ceylan, yöre halkından da yararlanmış.
Dedesiyle ninesiyle kendi aile bireylerinin kahramanlarını oluşturduğu,
son derece gerçekçi, yalın, duru bir öyküyü görüntüleyen 'kasaba'da, siyah-beyaza
vurgun genç yönetmenin, 'foto-göz'ünün ürünü, her karesine belirgin bir
özenin damgasını vuduğu, ölçülü-biçili anlatımını ve farklı tavrını örneklediği
'Koza'daki lirik atmosferi bu kez 1.5 saate yayarak sürdürüyor yine Nuri
Bilge Ceylan. Bu 'farklı yazar-kameraman-yönetmen'in, ticari kaygılarla
genelgeçer modalara kapılmadan, tüm klişelere, piyasanın zevklerine ve
beklentilerine bütünüyle sırtını dönerek kendi bildiğinden ödün vermeksizin,
iğneyle kuyu kazancasına, sabır ve sebatla, 'eş-dost-akraba' desteğiyle
ortaya çıkardığı 'Kasaba', ilkokul-dersane, iki kardeşin okuldan çıkıp
ailelerinin yanına gidişleri ve çocukların antenlerini büyüklerin karmaşık
dünyasına çevirdiği, açık havada, ateş başındaki aile akşamı gibi bölümlerden
oluşuyor kabaca. Hayatı gözlemlemiş, gerçekçi bir tutumla görüntülere
aktarmanın üstesinden gelmiş bu farklı film, herkesin kendi kişisel geçmişinden
bir parça bulabileceği çocukluk anılarının siyah-beyaz fotoğraflarını
çekerken, insani ilişkilere, değerlere de yer veriyor bolca.
Yarı belgeselimsi, son derece gerçekçi bir yaklaşımla çekilmiş, 'Kasaba'da,
aynen hayattaki gibi, duyguların ifadesi! Otobiyografik özelliklerle kurmaca
bir yapıyı harmanlayan, küçük ayrıntıları vurgulayan, ağır ağır gelişen
ve şaşırtıcı yüzler içeren bu 'ilk film' denemesi, Nuri Bilge Ceylan'ın
hikâye anlatmada, sahne kurmada, atmosfer yaratmada ustalaştıkça, tekniğe
daha hâkim ve vakıf oldukça, kısacası deneyimi arttıkça, ileride daha
iyi filmler yapacağını da açık ediyor besbelli. Bu yıl Antalya ve Adana'dan
iki saygın ödülle dönen, Altın Portakal'da jüri özel ödülünü, Altın Koza'da
da özel Yılmaz Güney ödülünü kazanan 'Kasaba'dan çıkarken Nuri Bilge Ceylan'a
özgü kimi fotoğraflar, görüntüler ve sekanslar birbirine girmiş, al takke
ver külah dans ediyorlardı kafamın içinde. Bulutların kapladığı gökyüzünün
kocaman bir gök kubbeye dönüştüğü, esen rüzgârın kımıldattığı ağaçlarla
yaprakların hışırtısına, kuş cıvıltılarının, cırcır böceklerinin yaz gecesi
güzellemelerinin ve Ali Kayacı'nın klarnetinin de karıştığı 'Kasaba',
yedinci sanata gönül düşürmüşlerin aklında, gözünde, yüreğinde, nostaljik,
siyah beyaz güzelliklerle keyifler vaat eden, farklı, depdeğişik bir çalışma
sonuçta. Başyapıt değilse de özgün, kişisel, farklı bir görülesi bir film
'Kasaba'.
|