nbc home  


Hayat üstüne farklı bir film
Sungu Çapan, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Aralık 1997

'Koza' adlı kısa filmiyle dikkati çeken Nuri Bilge Ceylan'ın ilk uzun filmi iki haftalığına gösterimde

Fotoğraftan yetişerek 1995'te yaptığı, başta Cannes olmak üzere çeşitli uluslararası festivallerde gösterilen, siyah-beyaz, kısa filmi "Koza"yla dikkati çeken Nuri Bilge Ceylan'ın ilk uzun filmi "Kasaba", şimdiye dek seyrettiğimiz yerli filmlerden ayrılan, kendine özgü, alabildiğine farklı kişisel bir film, baştan belirtmek gerekirse. Gerçekçiliği giderek yer yer şiirselliğe dönüşen, yalın, yavaş, ağır aksak ritmde seyreden, baştan sona değişik bir "ilk film' denemesi var, Beyoğlu Pera adlı oda sinemasında.

Filmin daha, karda oynayan, köyün delisine takılan çocukların şamatasını yansıtan ilk görüntülerini izleyen jenerik yazıları akarken, bütünüyle piyasanın dışından, "farklı" bir filmle karşı karşıya olduğunu baştan seyircisine sezdiriyor "Kasaba". Herkesin yaşamının bir döneminde, ilkokulda, topluca her sabah bağrış çağrış tekrarladığı, ".varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye biten tekerlemelerin, yılların ötesinde kalmış nostaljisini depreştiren okul ve dersane görüntüleri. Havadaki tüye üflemeyi oyuna dönüştüren, hayatın dikenli ve sarp yollarının daha çok uzağındaki saf, masum, kaygısız çocuklar. Yoklama yapan öğretmen. Karlı çamurlu bayırlardan düşe kalka gelerek yoklamayı kaçıran, ıslak çoraplarını, üstünü başını soba başında kurutan öğrenciler. Kafasını sınıftaki kokunun kaynağını bulmaya takmış öğretmenin öğle yemeğini döktürttüğü, 10 yaşlarındaki Asiye'yle (Havva Sağlam) küçük erkek kardeşinin (Cihat Bütün) okuldan sonra ormandan, mezarlıktan, çayırlardan, tarlalardan geçerek aile büyükleriyle buluşacakları yolculuklarını izliyoruz daha sonra. Büyüklerinin beklediği iki kardeş, ağaçtan erik toplayıp yiyor. Çocuğa özgü bir gaddarlıkla bir türlü rahat bırakmadığı kaplumbağayı, ablasından öğrendiği gibi terk çevirip debelenir durumda bırakan haşarı oğlan (yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın küçüklüğü), yaptığının kötü olduğunu sonradan anlayacaktır, annesinin düştüğü, kötü bir rüya görerek.

Asiye'yle kardeşinin babası (Sercihan Alioğlu), kasabadan çıkmış biricik okumuş adam, sürekli kendi kendini geliştirmiş, Amerika'lara okumaya gitmiş, yabancı dil öğrenmiş, mühendis çıkmış, ama sonunda yine kasabasına, aile evine dönmüş, tek dostu kitaplar olan, akıl ve bilimden yana, aydınlık biri. Onun babası olan dede ise Birinci Dünya Savaşı yıllarında Bağdat'ta İngilizlere karşı savaşmış, Ortadoğu'da, Hindistan'larda askerlik yapmış, yıkılan Osmanlı devletinin yerini alan Türkiye Cumhuriyeti'nin doğumunu yaşamış, yılar yılı rençberlik ederek çoluk çocuğa karışmış, inanç ve tevekkül sahibi, nur yüzlü bir ihtiyar delikanlı. Nine de sürekli tencereye bir şeyler doğrayarak yemek hazırlayan, aklına geldikçe vaktiyle onları bırakarak oralardan çekip gitmiş, ama bir baltaya sap olamadan, asalak yaşamış ve ansızın ölmüş büyük oğlu için gözyaşı döküyor hâlâ. Onun tıpkı babası gibi kasabayı geride bırakıp büyük kente gitmek isteyen, askerden yeni gelmiş oğlu olan sorumsuz, sabırsız, asi ve muhalif delikanlı Saffet'in (M. Emin Toprak) bir kulağından girip ötekinden çıkıyor, dedesiyle amcasının bütün dedikleri. Saffet otlara sırtüstü uzanıp gökyüzünü seyrederek İspanya'da şato kuruyor genellikle boş boş. Ağaçların altına, ateşin çevresine yayılmış aile yiyip içerek sohbeti koyultmuşken günboyu yerinde duramamış çocukların da süngüsü düşüyor ufaktan ufaktan. Büyükanneyle gelinin de katıldığı konuşmaları sürükleyen dedeyle amcanın söyleşmesinde, birtakım değerlerle değişimlerin de altı çiziliyor. Yorgun argın, ana baba kucağına serilip yatan iki kardeş, büyüklerin anlattıklarını (kimi konular bilmem kaçıncı tekrar olsa da) yine de merakla dinliyor uykuyla uyanıklık arasında. Abla-kardeş, dedenin ya da amcanın ezberlenmiş Osmanlı ordusu anılarına ya da Mezopotamya uygarlığı hikayelerine hınzırca limon sıkmaktan da geri durmuyorlar yeri geldiğinde. Evlat acısını içlerine gömmüş büyükler yine eskileri karıştırıp sırayla söz alarak konuşuyor ve acı acı tiradlar döktürüorlar. Diyaloglar makul, abartısız, yalın ve zaman zaman tıpkı 'hayattaki gibi' ancak karşıt kutuplardaki amca ile yeğeni Saffet'in konuşmaları, bazen fazlaca kitabi kaçıyor.

Sonu sanki biraz aceleye getirilmiş izlenimi veren 'Kasaba'nın senaryosunu, ablası Emine Ceylan'ın (filmdeki Asiye) yazmış olduğu bir öyküden yola çıkıp kimi otobiyografik anektodlar ekleyerek ve Anton Çehov'dan alıntılarla destekleyerek yazan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, filmin kameramanlığını da üstlenmiş, aynı zamanda Aylan Eryüksel'le birlikte montaj masasına da oturmuş, tam anlamıyla dört dörtlük bir yaratıcı sinemacı.

1960'ların sonları, 1970'lerin başlarında, Çanakkale yöresindeki küçük bir kasabada (yönetmenin çocukluğunu yaşadığı Yenice) geçen filmde, amatör oyuncularla çalışmayı yeğleyen Nuri Bilge Ceylan, yöre halkından da yararlanmış. Dedesiyle ninesiyle kendi aile bireylerinin kahramanlarını oluşturduğu, son derece gerçekçi, yalın, duru bir öyküyü görüntüleyen 'kasaba'da, siyah-beyaza vurgun genç yönetmenin, 'foto-göz'ünün ürünü, her karesine belirgin bir özenin damgasını vuduğu, ölçülü-biçili anlatımını ve farklı tavrını örneklediği 'Koza'daki lirik atmosferi bu kez 1.5 saate yayarak sürdürüyor yine Nuri Bilge Ceylan. Bu 'farklı yazar-kameraman-yönetmen'in, ticari kaygılarla genelgeçer modalara kapılmadan, tüm klişelere, piyasanın zevklerine ve beklentilerine bütünüyle sırtını dönerek kendi bildiğinden ödün vermeksizin, iğneyle kuyu kazancasına, sabır ve sebatla, 'eş-dost-akraba' desteğiyle ortaya çıkardığı 'Kasaba', ilkokul-dersane, iki kardeşin okuldan çıkıp ailelerinin yanına gidişleri ve çocukların antenlerini büyüklerin karmaşık dünyasına çevirdiği, açık havada, ateş başındaki aile akşamı gibi bölümlerden oluşuyor kabaca. Hayatı gözlemlemiş, gerçekçi bir tutumla görüntülere aktarmanın üstesinden gelmiş bu farklı film, herkesin kendi kişisel geçmişinden bir parça bulabileceği çocukluk anılarının siyah-beyaz fotoğraflarını çekerken, insani ilişkilere, değerlere de yer veriyor bolca.

Yarı belgeselimsi, son derece gerçekçi bir yaklaşımla çekilmiş, 'Kasaba'da, aynen hayattaki gibi, duyguların ifadesi! Otobiyografik özelliklerle kurmaca bir yapıyı harmanlayan, küçük ayrıntıları vurgulayan, ağır ağır gelişen ve şaşırtıcı yüzler içeren bu 'ilk film' denemesi, Nuri Bilge Ceylan'ın hikâye anlatmada, sahne kurmada, atmosfer yaratmada ustalaştıkça, tekniğe daha hâkim ve vakıf oldukça, kısacası deneyimi arttıkça, ileride daha iyi filmler yapacağını da açık ediyor besbelli. Bu yıl Antalya ve Adana'dan iki saygın ödülle dönen, Altın Portakal'da jüri özel ödülünü, Altın Koza'da da özel Yılmaz Güney ödülünü kazanan 'Kasaba'dan çıkarken Nuri Bilge Ceylan'a özgü kimi fotoğraflar, görüntüler ve sekanslar birbirine girmiş, al takke ver külah dans ediyorlardı kafamın içinde. Bulutların kapladığı gökyüzünün kocaman bir gök kubbeye dönüştüğü, esen rüzgârın kımıldattığı ağaçlarla yaprakların hışırtısına, kuş cıvıltılarının, cırcır böceklerinin yaz gecesi güzellemelerinin ve Ali Kayacı'nın klarnetinin de karıştığı 'Kasaba', yedinci sanata gönül düşürmüşlerin aklında, gözünde, yüreğinde, nostaljik, siyah beyaz güzelliklerle keyifler vaat eden, farklı, depdeğişik bir çalışma sonuçta. Başyapıt değilse de özgün, kişisel, farklı bir görülesi bir film 'Kasaba'.