|
|
|
|
|
|
Bazı filmler vardır, alışılmış
anlamda bir öykü anlatmazlar. Yalnızca yönetmenin izleyiciyi kızdırmak,
rahatsız etmek istediğinden ya da uçukluğundan, marjinalliğinden, yüce
bir edayla, 'öykü diye bir şey yoktur!' tavrını benimsemesinden kaynaklanmaz
bu durum. Başka bir derdi, başka bir amacı vardı yönetmenin ve başka bir
yol tutar anlatmak istediklerini, biriktirdiklerini aktarmak için. Ve
alttan alta, 'başka' kavramı tartışmaya açılır. Aslında, güzel kadınlar
ve yakışıklı erkeklerle, bilgisayarlar ve hurdaya dönen otomobillerle,
katiller ve dedektiflerle, korku ya da komedi unsurlarıyla dolu, milyonlarca
insanı 'film budur' demeye koşullandıran örnekler karşısında düşünüldüğünde
söz konusu olan bir 'başkalık'tır bu. Klasik öykü eksikliğinin, filmin
yapısına, sinema sanatının köklerine ilişkin nedenler vardır ve izleme
sürecinde bazı kalıpların kırılmaya, anlamın yer değiştirmeye başladığını
hissedebilirsiniz. Örneğin, "Neden Speed - 2'ye film diyorum da buna 'başka
bir film' diyorum. Neden bu (bu da.) 'film' olmasın?" diye düşünebilirsiniz.
Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba'sı işte böyle bir film. Yağmurun, yaprak
hışırtısının, odun ateşinin, allanıp pullanmamış günlük konuşmaların ve
'anıların' ötesinde sessizliği hedefleyen bir film. Çok sözü edilen kısa
filmi 'Koza'yı bir türlü izleyemediğim Ceylan, lirik bir şiir gibi örmüş
'Kasaba'yı ve epik anlatımdan alabildiğine uzak durmuş. Öte yandan, en
azından kendi seyir tarihim açısından söyleyecek olursam, bugüne kadar
rastlamadığım bir tarz tutturarak, öykü anlatma mücadelesini de elden
bırakmamış. Düpedüz, açıkça değil; sezdirmeden, sessizce.
Çamurlu yollarla, karlı kaplı dağlarla çevrili küçük bir kasabadan puslu
manzaralar getiriyor karşımıza 'Kasaba'. Bakımsız ilkokul, öğretmen, çocuklar,
ormandaki doğal yaşam, ters çevrilen kaplumbağa ve ateş başında oturup,
bir yandan mısır közleyip bir yandan 'her şeyi' konuşan bir aile. Mezopotamya
uygarlığından ölen oğula, bir baltaya sahip olabilmekten nüfus dairesinde
çalışıp çalışmamaya kadar her şey. Bulanık, sisli görüntülerin ardından
çıkıp gelen, 'en sonra unutulan' anılar. ölüm ve yaşamın birlikteliği.
Yılmaz Güney'in 'Umut'undan bu yana bu kadar 'gerçekçi' bir film izlediğimi
anımsamıyorum. Çünkü her şey gerçek! Mekânlar, insanlar, davranışlar,
konuşmalar, kaygılar, gülümsemeler.
Bir şiir - film dedim 'Kasaba' için. Aynı zamanda da bir foto - film.
Dondurulduğunda, çekilip alındığında tek başına değer taşımayan, uzun
uzun görülmeyi, incelenmeyi hak etmeyen tek bir kare yok 'Kasaba'da. Ancak
ardı ardına dizilen 'güzel' fotoğraflardan oluşan bir albüm olduğu da
sanılmasın. Kaldı ki salt bu açıdan izleyenler bile yanılgı içinde olmayacaklardır.
Doğayı ve insanı, o büyük karmaşayı, diyalektik süreci, etkileyici, estetik
bir bütünlük içinde sunmayı başarıyor Nuri Bilge Ceylan. Anlatım olarak
çok yalın ama gösterdikleri, anlattıkları bakımından da çok yoğun.
Sinemayla uğraşan, anılara, unutulmayan bazı yaşam kesitlerine sahip her
insanın, açıkça ifade edilmese de çekmeyi düşündüğü tarzda bir film var
karşımızda. Öte yandan, herkesin izlemek istediği tarzda bir film olmadığı
da kesin. Açık söyleyelim, kimi izleyiciler eziyet çekip, sıkılabilir
ve bugüne kadar ki alışkanlıkları açısından haksız da sayılmazlar. Ama
zaten 'başkalık' burada anlam kazanacak sanırım. Çünkü dinlemeye ve görmeye;
özellikle de kendini dinlemeye ve görmeye cesareti olan 'başka' bir izleyiciye
sesleniyor 'Kasaba'.
|