|
|
Kasaba bir fotoğraf sanatçısının
ilk filmi. Çocukluk yıllarına özgü kasaba anılarından derlenmiş öznel
temalar üzerine kurulu incelikli bir 'ayrıntı' örneği. Fasbinder kadar
sabit kamerayı seçen bir Bergman filmi gibi. Sinemanın da ruhu olduğunu
hatırlatan bir çalışma.
Bir büyükşehir çocuğu olmama ve
oradaki yaşama düzenini bir türlü hazmedemememe karşın, büyükşehirden
kaçmak şöyle dursun, dışına çıktığımda sağlıklı yaşayamamakla yüzyüze
kalırım. Köy ise doğayı, huzuru, ana kucağı sıcaklığını, en azından tatili
hatırlatmasına ve en çok da sessizliği ve tanıdıksızlığıyla ilgimi çekmesine
karşın, ancak birkaç günlük katlanılabilirliği mümkün bir evre. Ama kasabanın
bende hiç yeri olmamasından, bir kasaba ruhunun varlığını bilmeme karşın
yüzleşememekten mi ne, ne zaman anlık bile olsa yolum bir Anadolu kasabasına
düşmüşse araçtan iner inmez, hamama girmiş gibi terlemeye başlarım. Kalbim
hızla çarpar, insanlarla konuşmak şöyle dursun işimi bir an önce görüp
hızla kaçmak isteri. Kasaba tedirginlik veren bir atmosfer yaratıcısı.
Nuri Bilge Ceylan'ın birbuçuk yılda tamamladığı ilk uzun metrajlı siyah
beyaz filmi 'Kasaba'yı izlerken de aynı duygular içindeydim. Çünkü daha
sinemanın ilk yıllarında, toplu bir film gösterimi sırasında kendisini
tutamayan bir izleyici gibi söylersem, 'tıpkı hayatın ta kendisi' "Kasaba".
İnsanı rahatsız edecek kadar da kendisi.
Bir yüzleşmedir hayat
Çok az insan aynayla maskesiz yüzleşmeye cesaret eder; bu yüzleşmeyi sonuna
dek sürdürene de daha sonraları 'kahraman' derler. 'Kasaba' böylesi bir
yüzleştirmeyi niyetlediği, üstelik üstesinden başarıyla geldiği ve izleyenlerini
hayatla ve kendileriyle yüzleşmeye davet edebildiği için çifte kahramanlıkların
filmi. İşin içine ticari kaygılardan azade, bütünüyle 'kendince' bir film
yapmak azmini de ekleyince, bu kahramanlık çokboyutlulaşmakta.
'Kasaba', yönetmenin çocukluk yıllarında ablasıyla yaşadıklarından harmanlanan
bir senaryoya dayandırılıyor ama ilmin alışılagelmiş anlamda bir konusu
olmadığı gibi, birçok başka alışılmış film birimine de sahip değil. Belki
de mevsimlerle paralelleştirilmiş dört ayrı bölüm halinde 'gösterilen'
fragmanlardaki görüntü çerçevelemeleri ya da görsel boyut ne kadar harikaysa,
filmin ana ritmini oluşturan izleğin, bölümler arasındaki bağım sağlıklı
kurulamaması yüzünden o denli sarkık kaçtığını eklemek gerekli. Çünkü
fragmanlar kendi aralarında bir bütünlüğe sahip gibi gözükse de, birarada
değerlendirildiklerinde, birbirleriyle ortak bir anlam paydasında bütünleşememiş
dört fragmandan, belki de daha doğrusu dört kısa filmden ibaretmiş gibi
görünüyor. Bağlantıları kurmayı zorlaştıran da, filmi asıl değerini ekleyen,
eşyaya yöneltilen 'ruhi bakış'ın, kimileyin süresini, kimileyin tarzını
iyi tutturamamaktan kaynaklanan bir sarkma hali. Bu yüzden de kendi bütünlüğü
içinde yakalanmış bazı harika kesitler, sinema dilinin kullanımının gerektirdiği
bir zorunlulukla, 'İyi de bu gösterilen, filmin içinde nereye oturuyor?'
ya da 'Yönetmen bu sahneyi böylesine kurgulayıp bu denli uzattığına göre,
bunu nereye bağlamamı bekliyor?' gibi cevabı bulanamayan sorulara yol
açıyor. 'Kasaba'nın parça birimleri, belki de kasabaya özgü o ruh haleti
içinde pek kaynaşamamış gibi. Zaten yönetmenle yapılan röportajlardan
bazı yanlışların farkında olduğunu öğreniyoruz.
Dört mevsim aynı yerde
Birinci bölümdeki kasaba ilkokulunda sesli okuyan erkek çocuk sahnesinde,
'ağız' denilen, yani görüntüyle sesin uyumsuzluğu ve iki yerde iyice belirginleşen
hızlı zoom kullanımı, göze batan öteki aksaklıklardan. Örneğin yine ilk
bölümde aşırı odaklanılan kasaba ilkokulundaki sobada yanan közlerin dansı
ve sobaya çoraplardan sızan damlaların yıldırımı andırır çarpma sesi de,
'meramını aşan sözler' arasına eklenebilir. Asiye'nin beslenmesinde çürümüş
yemeğin ne aradığı da anlaşılamayanlardan. Muhtemelen dışarılı öğretmenin
aşırı abartılı merhameti ve kasabalının zıddına yüzünden okunan iç huzuru
da sorgulanabilir.
Dışarıdaki kar manzarasına dalıp gitmiş öğretmen sınıfta yokmuş gibi davranan,
havada uçuşan tavuk tüyüyle oynayan çocuklar ve zamanın o bitip tükenmek
bilmeyen süreğenliğiyle çelişen çocuksu hareketliliğin inadına baskın
çıkan kıpırtısızlık. Bu sahnelerde olsun insanın kendi dağarına sarkmaması
olanaksız. Fakat gerek anlatımdan gerekse anlatılanların yaşanmışlığının
ön bilgisinden mi ne, 'Kasaba'nın bu ilk bölümünü izlerken, müthiş bir
kurgulanmamışlık hissine kapılıyor insan. Sanki 'gerçek'ten film.
Siz hiç 'kasaba' gördünüz mü?
İkinci bölümdeki kasaba turları sırasında uğranan gezgin lunapark turunda
da, koyunların boğazlanmasındaki duygusuzluğun aktarılması başta olmak
üzere zihinde 'leke' bırakıcı bir çok enstantane var. Bu bölüm sanki aynı
zamanda harika geçişler resmi geçiti; şairaneliğin iyice tırmandıı bir
anlatım Yönetmenle ablasının çocuk oyunlarını anlattığı bu sahnelerde
göze batan en önemli nokta ise kaplumbağa faslının inandırıcılıktan yoksunluğu
ve bu 'birim'in sonuçta bir yere oturtulmamış olması. Üçüncü bölüm bir
bakıma 'Akademikus.' Bütün aile bireylerinin biraraya geldikleri eğlenceye
dönüşen bir tarla bekleme sırasında mısır közlerken aile bireylerinin
'karşılıklı' konuşmaları. Herkes aslında zaten ötekilerin bildiği kendi
hikayesini anlatmakta ama belirli bir sıradüzen ve saygı gözetildiği gibi
görünse de, kasabaya ve kasabalıya özgü bıkkınlığın biricik hakikat olarak
ortada kalakalmakta. Çünkü herkesin hikayesi ve hayalleri kendine. Yıllarca
yurt dışında dirsek çürüttükten sonra kasabaya kapanmayı seçmiş orta yaşlı
kasaba bilgesinin bir türlü anlaşılamaması; çekip gitmek için yanıp tutuşan
delikanlının doğduğu yerlere nefretle karışık bağlılığı, doğanın bozulmasından
şikâyet. Bu bölümdeki konuşmaların süzgeçten geçirilmemişliği kalben ne
denli takdir edilse de, alışkanlıklar gereği öylesine sıkıcı kaçıyor ki,
yinelemekte sakınca yok: Tıpkı hayat gibi. (Nine dışında kimsede lehçe
olmaması da harika bir ayrıntı olarak kaydedilmeli.)
Ev hali işte
Son bölümdeki ev halleri, filmin en çağrışıma açık kısmı. Hayatın bizzat
anlaşılmaya, anlamlandırılmaya başlandığı evreler ve çocuklara özgü anlaış
vükufiyetiyle, önce aile bireylerine oradan hayata bakmayı deneme. Gece
pikniği bölümünde gözlemlenen bağsız ve bağlantısız konuşmalar, yerini
eviçine özgü sıcak havaya, anlayışa, hoşgörüye ve insaniliğe bırakır.
Herkes herkese katlanmaya, yardımcı olmaya hazırdır artık. Fakat sonuçta
herkesin derdi kendine. Film de en olmadık anda bitmişti, tıpkı hayat
gibi.
|