nbc home  

Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi
'Bağımsızlıkta ısrar ediyorum'
Ercüment Dursun, Zaman Gazetesi, 28 Ocak 1999

İlk kısa filmi Koza'nın sıcak ve minimalist dünyası ile özel bir izleyici kitlesi oluşturan Nuri Bilge Ceylan, aynı duyarlılığını ve düşük bütçeli özel film anlayışını Kasaba'da da sürdürdü. Kasaba hem izleyiciden hem de sinema çevrelerinden büyük beğeniler aldı. Yurt içinde ve dışında birçok ödül aldı. Onlarca festivale davet edildi. Yurt dışında gösterim ve TV gösterimleri için teklif aldı. Şimdi üçüncü filminin çalışmalarını sürdürüyor. Nuri Bilge Ceylan. Merak edilen şey aynı tavrı sürdürüp sürdüremeyeceği. Konuşmamızdan edindiğim izlenime göre Ceylan, bütün olumlu olumsuz tepkilere karşın yolundan dönmeye niyetli değil. Kasaba'nın getirisini üçüncü filme dönüştürmeyi düşünüyor ve yine amatör oyuncularıyla yine minimalist bir film yapmayı planlıyor. Yalnız bu kez renkli olacak filmi. Nuri Bilge Ceylan'la Kasaba'nın yurt içi ve yurt dışı festival serüvenini konuştuk. Ceylan, Türkiye'de bağımsız diye nitelendirilebilecek bir sinema kuşağının oluştuğunu ve bunun da sinema kültürü açısından ümit verici bir tavır olduğunu, bunu önemsediğini ve ülkemiz sineması için bir kazanım olduğunu ısrarla vurguluyor. Ve bağımsız olarak, düşük bütçeli filmlere devam edeceğinin altını çiziyor.


Filminiz seyirciyle buluştu bunun yanı sıra hem yurt içinde hem de yurt dışında yarışmalarda, festivallerde kayda değer başarılar elde etti. Beklediğin, umduğun veya seni şaşırtan/heyecanlandıran tepkiler oldu mu?
Belirli tepkiler aldım ama, baştan belli bir tepki beklemiyordum. Çünkü filmin ne anlama geldiğini, neye benzediğini ve nasıl bir duygu vereceğini bilemiyordum. Dolayısıyla merak ediyorsunuz sadece. Beş-on film yapmış olsak, böyle bir filme alabileceğim tepkileri az-çok tahmin edebilirim. Öyle bir tecrübem de yok. Ama ben negatif bir insanım. Genellikle en kötü şeyi hayal ederim. O yüzden yine de beklediğimden iyi bir tepki aldı. Siyah-beyaz, amatör oyuncular, olay örgüsü zayıf olan bir filmdi bu ve 20 bin seyirci aldı. Tek kopya çıktı, çok kısa bir süre kaldı vizyonda ve şimdi de anadoluda. Türkiye gösterimleri açısından umduğumun üstündeydi seyirci ilgisi. Demek ki farklı filmlere duyarlı ve istekli bir kitle var. Genel olarak sokakta gezen insanlara baktığınız zaman, içimizde boşluk duygusu yaratan manzaranın o kadar da vahim olmadığını görüyoruz. Yani değişik bir şeyler arayan ruhunun belli bölgelerini boş hisseden bir insan kitlesi var. Bu da çok umut verici bir şey. Yani insanı sinema yapma konusunda yüreklendirici bir durum.

Daha önceki görüşmemizde filminde ulaşmak istediğin bir kitleden, bir tür özel bir izleyiciden bahsetmiştin. Hem izleyici anlamında hem de yazılı basında filmi çözümlemeye, ruhunu kavramaya ve irdelemeye yönelik bir çaba gözlemledin mi?
Öncelikle ben kendimin o tip tepkilerine pek güvenmiyorum. Çünkü, insan bu konuda çok kolay defans mekanizması üretebilecek bir yapıya sahip. Olumlu eleştirilere 'Tamam bu adam benim filmimi anlamış' diye yorumlayabilecek; ama olumsuzlara da vurdumduymaz kalabilme yetisine sahip bir yapısı var. O yüzden içimde yakaladığım o duygusal şeylere pek de güvenmiyorum, ama öyle ya da böyle anlama çabası gösteren insanlar gördüm. Genellikle eleştirmenler düzeyinde kötü duygular yönetmenler tarafından daha kolay hissedilir, ama ben bu kadar görüntü bombardımanı içinde bir filmi bu kadar anlamaya yönelik çaba gösterilmesini pek de beklemiyordum diyebilirim. Hoşuma giden yazılar oldu.

'Kasaba' yart dışında da bir hayli gezdi. Yarışma ve festivallere katıldı. Oralarda nasıl karşılandı?
Temelde, izleyici düzeyinde pek değişiklik yok. Belki eleştirmenler düzeyinde bir farklılıktan söz edilebilir. Ama yine de farklar gözlenmiyor değil. Bazı kültürlerin bu tip bir filme daha yatkın / yakın olduğu ortaya çıktı. Mesela Uzak Doğu (Tayvan, Japonya, Kore ülkelerinde benzer duyarlılıklar var ve bu duyarlılıklar benim filmimi de anlamaya daha müsait bir insan yapısı veya kültürel birikime sahip gibi geldi. Özellikle Japonya'da filmin daha çok anlaşıldığını, sevildiğini hissettim. Hem gelen sorulardan hem de eleştirilerden hem de yaptığım konuşmalardan yine bunun gibi değişik filmlere açık insan sayısının / potansiyelinin daha fazla olduğu ülkeler olduğunu gözledim. Mesela, Fransa daha acımasız. Beğeniler çok keskinleşmiş. Bir kısım seyirci hiç sevmiyor, bir kısmı ise çok seviyor. Neredeyse ortada olan yok gibi bir şey. Film üzerine profesyonel tepkiler de oldu. Genellikle kendimin de farkında olduğu eksiklikleri, zaafları dile getirildi. Ya da ben onları daha çok duydum.
Festivaller bu tip filmlerin tek şansı. Sadece izleyici açısından değil dış pazar açısından da öyle. O yüzden çok önemli. Mesela bir yerde ticari gösterime girecekse bile yine bu festivallerden geçmesi gerekiyor. Çünkü sinema sahipleri dağıtımcılar bu festivallerden film seçiyorlar. Batıda özellikle bu tip sıra dışı filmler için her çeşit pazar var. Bir gösterim ağı da var. Tv satışları yine bu tip festivaller aracılığıyla gerçekleşiyor. Yani bir dağıtıcıya direkt olarak gidip 'benim filmimi dağıt' diyemiyorsunuz. Dünyanın bütün sinemalarında ticarî filmler dolaşıyor çünkü.

Peki senin filmine böyle bir talep oldu mu?
İngiltere'de bir dağıtımcı istiyor. Japonya'da bir TV satın aldı. Bir-kaç görüşme de şu anda devam ediyor. Yine de siyah-beyaz bir filmin bütün dünyada Tv satışı çok daha zor. Tek dezavantajı siyah-beyaz olması. Sadece siyah-beyaz olduğu için bile pek çok Tv kanalı daha bakmadan filmi listeden çıkarttı. Zaten özel sanat sineması kanalları da her ülkede yok.

Bu kadar festival gezdiniz yeni film çalışmaları için teklifler geldi mi?
İngiltere'den böyle bir teklif var. Bir iki tane daha oldu ama onları daha başlarken duymamaya çalışıyorum ve konuyu kapatıyorum. Nedense hiç canım istemiyor. Yabancı ülkelerde birtakım bürokratik işlemlerle uğraşarak bir prodüksiyona girmek beni yıldırıyor. Kaldı ki şu anda önüm açık görünüyor, böyle bir ortak çalışmaya ihtiyaç duymuyorum. Düşük bütçeli filmi gerçekten zorunluluktan dolayı değil, sevdiğim için yapıyorum. Düşük bütçe ruhunu, yapım anlayışını, yapım koşullarının bana verdiği duyguyu sevdiğim için yapıyorum. Ü yüzden Kasaba'nın geliriyle ikinci filmimi çekebilecek durumdayım. Bu durumdayken de bir film için daha ilerisini düşünerek yatırımlar yapmak bana zor gelen bir şey.

Bu biraz da büyük prodüksiyonların bağlayıcılığından ve bekleneni verememe korkusundan mı kaynaklanıyor?
Tabii bunun içinde korkular da olabilir, üşengeçlik de.

Ama asıl etken bağımsız olabilme duygusu galiba?
Ana etken bu ama, yan etkenler de var tabii. Bu bilinen bir şey olduğu için söylemiyorum bunu.

'Bu tarzı benimsemiş yönetmenlere gerekli imkanları veren ve onları çalışmalarında bağımsız bırakan bir yapı yok galiba?
Var ama bu tarz yönetmenler hemen sistem içine çekiliyor ve yozlaşıyorlar. Çoğunlukla kendileri bunun farkına varamıyorlar. Jam Jarmush bunun bir örneğidir. Sistem onu bir şekilde içine çekti ve filmleri de bozuldu. Wenders'in grafiği düştü. Buna direnen yönetmenler de var. Ben onların işlerine daha çok saygı duyuyorum. John Jost mesela. Radikal bir şekilde reddediyor birtakım şeyleri. Bizden de Zeki Demirkubuz var.
Kimse kendi parasını, gelirini sinemadan kazandıklarını bu işe yatırmak istemiyor. O garantide dursun da başkasının parasıyla film çekeyim diyor. Benim filmlerim gerçekten düşük bütçeli filmler. Başkasının parasına yapımcının ağız kokusunu çekmeyi gerektirecek büyük masraflarla yapmıyorum filmlerimi. Neticede 50-100 bin dolara film yapıyorum. Bir filmin de bu parayı geri getirmemesi çok zor.

Peki yeni proje nedir?
Yeni proje yine kasabada geçiyor. Renkli bir film olacak. Aynı oyunular yer alacak. Ankaralı arkadaşım Kasaba'da deli rolünü oynayan Muzaffer Özdemir başrolde. Annem-babam da olacak. Kasaba'nın çekimi sırasında yaşanan olaylar ve üzerine yapılan bazı eklemelerden oluşturulmuş bir senaryo var.

Yine öznel bir hikâye herhalde?
Evet. Yönetmen kasabaya gidiyor ve 'Kasaba' filmini çekiyor gibi bir şey. Biraz da ana eksende babam var. Babamı anlatmak istiyorum. Babam ilginç bulduğum bir insan. Biraz onun dünyasını deşifre etmeye çalışacağım, anlamaya çalışacağım. Tabii bir de onun temsil ettiği değerleri irdelemeyi düşünüyorum. Yaşlılık olabilir bu, senin de daha önce bahsettiğin onun sükut-u hayali olabilir, onun tutkuları, bir kasabada yaşıyor oluşu ailesinden ayrı yaşıyor oluşu ele alınabilir. Hangisini öne çıkaracağımdan emin değilim ama çok konu var. İnsanlığı temsil edebilecek, herkesin kendini içinde bulabileceği bir şeye yayılabilir bu. Mayısta başlamayı düşünüyorum çekimlere. Kasaba daha geniş bir zaman dilimine yayılmıştı. Çekimler arasında böyle kopukluklar olması araya soğukluklar girmesine neden olabiliyor. Bu sefer daha konsantre olmayı düşünüyorum. Çünkü insanın ruh hali değişiyor, iki çekim arasında kopukluklar meydana getirebiliyor bu durum.

Kısa filmle başladın sinemaya ve şimdi tekrar bir uzun film çekeceksin. Tekrar kısa film yapmayı düşünüyor musun?
Düşünmüyorum. Kısa filme tabii ki saygım var. Ona inanıyorum ama, ben çok sevmiyorum. Bugüne kadar kısa film bende çok büyük etki yapmadı. Bunun birçok sebebi olabilir. Gösterim koşulları mesela. Kısa filmin gösterim koşulları iyi değil. Kısa filmde filmin ruhuna ve havasına giremiyor insan. Çünkü 10-15 tane kısa filmi birbiri ardına seyrediyorsun, daha birinin dünyasına girmeden bir başkasıyla karşı karşıya kalıyorsun. Bu bana hep trajik gelmiştir. Belki Fransa'daki gibi daha saygın hale gelse, gösterim koşulları düzelse belki olabilir. Koza'yı yaptıktan sonra bu bende trajik bir duygu uyandırdı, sevmedim bunu. Uzun filmin izleyiciyi normal yaşantısının güncel bilincinden koparma şansı daha fazla. Bu muhakkak bir kısa film eleştirisi değil ama kendimi kısa filme çok yakın hissetmiyorum. Ama bu kesin bir yargı değil tabii. Beni cezbeden, heyecanlandıran bir şeyler aklıma gelirse olabilir tabii.