|
|
|
|
|
|
İlk kısa filmi Koza'nın sıcak
ve minimalist dünyası ile özel bir izleyici kitlesi oluşturan Nuri Bilge
Ceylan, aynı duyarlılığını ve düşük bütçeli özel film anlayışını Kasaba'da
da sürdürdü. Kasaba hem izleyiciden hem de sinema çevrelerinden büyük
beğeniler aldı. Yurt içinde ve dışında birçok ödül aldı. Onlarca festivale
davet edildi. Yurt dışında gösterim ve TV gösterimleri için teklif aldı.
Şimdi üçüncü filminin çalışmalarını sürdürüyor. Nuri Bilge Ceylan. Merak
edilen şey aynı tavrı sürdürüp sürdüremeyeceği. Konuşmamızdan edindiğim
izlenime göre Ceylan, bütün olumlu olumsuz tepkilere karşın yolundan dönmeye
niyetli değil. Kasaba'nın getirisini üçüncü filme dönüştürmeyi düşünüyor
ve yine amatör oyuncularıyla yine minimalist bir film yapmayı planlıyor.
Yalnız bu kez renkli olacak filmi. Nuri Bilge Ceylan'la Kasaba'nın yurt
içi ve yurt dışı festival serüvenini konuştuk. Ceylan, Türkiye'de bağımsız
diye nitelendirilebilecek bir sinema kuşağının oluştuğunu ve bunun da
sinema kültürü açısından ümit verici bir tavır olduğunu, bunu önemsediğini
ve ülkemiz sineması için bir kazanım olduğunu ısrarla vurguluyor. Ve bağımsız
olarak, düşük bütçeli filmlere devam edeceğinin altını çiziyor.
Filminiz seyirciyle buluştu bunun yanı sıra hem yurt içinde hem de yurt
dışında yarışmalarda, festivallerde kayda değer başarılar elde etti. Beklediğin,
umduğun veya seni şaşırtan/heyecanlandıran tepkiler oldu mu?
Belirli tepkiler aldım ama, baştan belli bir tepki beklemiyordum.
Çünkü filmin ne anlama geldiğini, neye benzediğini ve nasıl bir duygu
vereceğini bilemiyordum. Dolayısıyla merak ediyorsunuz sadece. Beş-on
film yapmış olsak, böyle bir filme alabileceğim tepkileri az-çok tahmin
edebilirim. Öyle bir tecrübem de yok. Ama ben negatif bir insanım. Genellikle
en kötü şeyi hayal ederim. O yüzden yine de beklediğimden iyi bir tepki
aldı. Siyah-beyaz, amatör oyuncular, olay örgüsü zayıf olan bir filmdi
bu ve 20 bin seyirci aldı. Tek kopya çıktı, çok kısa bir süre kaldı vizyonda
ve şimdi de anadoluda. Türkiye gösterimleri açısından umduğumun üstündeydi
seyirci ilgisi. Demek ki farklı filmlere duyarlı ve istekli bir kitle
var. Genel olarak sokakta gezen insanlara baktığınız zaman, içimizde boşluk
duygusu yaratan manzaranın o kadar da vahim olmadığını görüyoruz. Yani
değişik bir şeyler arayan ruhunun belli bölgelerini boş hisseden bir insan
kitlesi var. Bu da çok umut verici bir şey. Yani insanı sinema yapma konusunda
yüreklendirici bir durum.
Daha önceki görüşmemizde filminde ulaşmak istediğin bir kitleden, bir
tür özel bir izleyiciden bahsetmiştin. Hem izleyici anlamında hem de yazılı
basında filmi çözümlemeye, ruhunu kavramaya ve irdelemeye yönelik bir
çaba gözlemledin mi?
Öncelikle ben kendimin o tip tepkilerine pek güvenmiyorum. Çünkü,
insan bu konuda çok kolay defans mekanizması üretebilecek bir yapıya sahip.
Olumlu eleştirilere 'Tamam bu adam benim filmimi anlamış' diye yorumlayabilecek;
ama olumsuzlara da vurdumduymaz kalabilme yetisine sahip bir yapısı var.
O yüzden içimde yakaladığım o duygusal şeylere pek de güvenmiyorum, ama
öyle ya da böyle anlama çabası gösteren insanlar gördüm. Genellikle eleştirmenler
düzeyinde kötü duygular yönetmenler tarafından daha kolay hissedilir,
ama ben bu kadar görüntü bombardımanı içinde bir filmi bu kadar anlamaya
yönelik çaba gösterilmesini pek de beklemiyordum diyebilirim. Hoşuma giden
yazılar oldu.
'Kasaba' yart dışında da bir hayli gezdi. Yarışma ve festivallere katıldı.
Oralarda nasıl karşılandı?
Temelde, izleyici düzeyinde pek değişiklik yok. Belki eleştirmenler
düzeyinde bir farklılıktan söz edilebilir. Ama yine de farklar gözlenmiyor
değil. Bazı kültürlerin bu tip bir filme daha yatkın / yakın olduğu ortaya
çıktı. Mesela Uzak Doğu (Tayvan, Japonya, Kore ülkelerinde benzer duyarlılıklar
var ve bu duyarlılıklar benim filmimi de anlamaya daha müsait bir insan
yapısı veya kültürel birikime sahip gibi geldi. Özellikle Japonya'da filmin
daha çok anlaşıldığını, sevildiğini hissettim. Hem gelen sorulardan hem
de eleştirilerden hem de yaptığım konuşmalardan yine bunun gibi değişik
filmlere açık insan sayısının / potansiyelinin daha fazla olduğu ülkeler
olduğunu gözledim. Mesela, Fransa daha acımasız. Beğeniler çok keskinleşmiş.
Bir kısım seyirci hiç sevmiyor, bir kısmı ise çok seviyor. Neredeyse ortada
olan yok gibi bir şey. Film üzerine profesyonel tepkiler de oldu. Genellikle
kendimin de farkında olduğu eksiklikleri, zaafları dile getirildi. Ya
da ben onları daha çok duydum.
Festivaller bu tip filmlerin tek şansı. Sadece izleyici açısından değil
dış pazar açısından da öyle. O yüzden çok önemli. Mesela bir yerde ticari
gösterime girecekse bile yine bu festivallerden geçmesi gerekiyor. Çünkü
sinema sahipleri dağıtımcılar bu festivallerden film seçiyorlar. Batıda
özellikle bu tip sıra dışı filmler için her çeşit pazar var. Bir gösterim
ağı da var. Tv satışları yine bu tip festivaller aracılığıyla gerçekleşiyor.
Yani bir dağıtıcıya direkt olarak gidip 'benim filmimi dağıt' diyemiyorsunuz.
Dünyanın bütün sinemalarında ticarî filmler dolaşıyor çünkü.
Peki senin filmine böyle bir talep oldu mu?
İngiltere'de bir dağıtımcı istiyor. Japonya'da bir TV satın aldı.
Bir-kaç görüşme de şu anda devam ediyor. Yine de siyah-beyaz bir filmin
bütün dünyada Tv satışı çok daha zor. Tek dezavantajı siyah-beyaz olması.
Sadece siyah-beyaz olduğu için bile pek çok Tv kanalı daha bakmadan filmi
listeden çıkarttı. Zaten özel sanat sineması kanalları da her ülkede yok.
Bu kadar festival gezdiniz yeni film çalışmaları için teklifler geldi
mi?
İngiltere'den böyle bir teklif var. Bir iki tane daha oldu ama
onları daha başlarken duymamaya çalışıyorum ve konuyu kapatıyorum. Nedense
hiç canım istemiyor. Yabancı ülkelerde birtakım bürokratik işlemlerle
uğraşarak bir prodüksiyona girmek beni yıldırıyor. Kaldı ki şu anda önüm
açık görünüyor, böyle bir ortak çalışmaya ihtiyaç duymuyorum. Düşük bütçeli
filmi gerçekten zorunluluktan dolayı değil, sevdiğim için yapıyorum. Düşük
bütçe ruhunu, yapım anlayışını, yapım koşullarının bana verdiği duyguyu
sevdiğim için yapıyorum. Ü yüzden Kasaba'nın geliriyle ikinci filmimi
çekebilecek durumdayım. Bu durumdayken de bir film için daha ilerisini
düşünerek yatırımlar yapmak bana zor gelen bir şey.
Bu biraz da büyük prodüksiyonların bağlayıcılığından ve bekleneni verememe
korkusundan mı kaynaklanıyor?
Tabii bunun içinde korkular da olabilir, üşengeçlik de.
Ama asıl etken bağımsız olabilme duygusu galiba?
Ana etken bu ama, yan etkenler de var tabii. Bu bilinen bir şey
olduğu için söylemiyorum bunu.
'Bu tarzı benimsemiş yönetmenlere gerekli imkanları veren ve onları çalışmalarında
bağımsız bırakan bir yapı yok galiba?
Var ama bu tarz yönetmenler hemen sistem içine çekiliyor ve yozlaşıyorlar.
Çoğunlukla kendileri bunun farkına varamıyorlar. Jam Jarmush bunun bir
örneğidir. Sistem onu bir şekilde içine çekti ve filmleri de bozuldu.
Wenders'in grafiği düştü. Buna direnen yönetmenler de var. Ben onların
işlerine daha çok saygı duyuyorum. John Jost mesela. Radikal bir şekilde
reddediyor birtakım şeyleri. Bizden de Zeki Demirkubuz var.
Kimse kendi parasını, gelirini sinemadan kazandıklarını bu işe yatırmak
istemiyor. O garantide dursun da başkasının parasıyla film çekeyim diyor.
Benim filmlerim gerçekten düşük bütçeli filmler. Başkasının parasına yapımcının
ağız kokusunu çekmeyi gerektirecek büyük masraflarla yapmıyorum filmlerimi.
Neticede 50-100 bin dolara film yapıyorum. Bir filmin de bu parayı geri
getirmemesi çok zor.
Peki yeni proje nedir?
Yeni proje yine kasabada geçiyor. Renkli bir film olacak. Aynı
oyunular yer alacak. Ankaralı arkadaşım Kasaba'da deli rolünü oynayan
Muzaffer Özdemir başrolde. Annem-babam da olacak. Kasaba'nın çekimi sırasında
yaşanan olaylar ve üzerine yapılan bazı eklemelerden oluşturulmuş bir
senaryo var.
Yine öznel bir hikâye herhalde?
Evet. Yönetmen kasabaya gidiyor ve 'Kasaba' filmini çekiyor gibi
bir şey. Biraz da ana eksende babam var. Babamı anlatmak istiyorum. Babam
ilginç bulduğum bir insan. Biraz onun dünyasını deşifre etmeye çalışacağım,
anlamaya çalışacağım. Tabii bir de onun temsil ettiği değerleri irdelemeyi
düşünüyorum. Yaşlılık olabilir bu, senin de daha önce bahsettiğin onun
sükut-u hayali olabilir, onun tutkuları, bir kasabada yaşıyor oluşu ailesinden
ayrı yaşıyor oluşu ele alınabilir. Hangisini öne çıkaracağımdan emin değilim
ama çok konu var. İnsanlığı temsil edebilecek, herkesin kendini içinde
bulabileceği bir şeye yayılabilir bu. Mayısta başlamayı düşünüyorum çekimlere.
Kasaba daha geniş bir zaman dilimine yayılmıştı. Çekimler arasında böyle
kopukluklar olması araya soğukluklar girmesine neden olabiliyor. Bu sefer
daha konsantre olmayı düşünüyorum. Çünkü insanın ruh hali değişiyor, iki
çekim arasında kopukluklar meydana getirebiliyor bu durum.
Kısa filmle başladın sinemaya ve şimdi tekrar bir uzun film çekeceksin.
Tekrar kısa film yapmayı düşünüyor musun?
Düşünmüyorum. Kısa filme tabii ki saygım var. Ona inanıyorum
ama, ben çok sevmiyorum. Bugüne kadar kısa film bende çok büyük etki yapmadı.
Bunun birçok sebebi olabilir. Gösterim koşulları mesela. Kısa filmin gösterim
koşulları iyi değil. Kısa filmde filmin ruhuna ve havasına giremiyor insan.
Çünkü 10-15 tane kısa filmi birbiri ardına seyrediyorsun, daha birinin
dünyasına girmeden bir başkasıyla karşı karşıya kalıyorsun. Bu bana hep
trajik gelmiştir. Belki Fransa'daki gibi daha saygın hale gelse, gösterim
koşulları düzelse belki olabilir. Koza'yı yaptıktan sonra bu bende trajik
bir duygu uyandırdı, sevmedim bunu. Uzun filmin izleyiciyi normal yaşantısının
güncel bilincinden koparma şansı daha fazla. Bu muhakkak bir kısa film
eleştirisi değil ama kendimi kısa filme çok yakın hissetmiyorum. Ama bu
kesin bir yargı değil tabii. Beni cezbeden, heyecanlandıran bir şeyler
aklıma gelirse olabilir tabii.
|