nbc home  


Cumhuriyet Gazetesi

HADİ 'YAŞASIN HAYAT.!' DEMEYE...

Işıl Özgentürk, Cumhuriyet Gazetesi, 19 Aralık 1999


Eskiden beri yazı yazabilen insanların şanslı insanlar olduğunu düşünürüm. Hele günlük gazetelerde yazabilenlerin. Bu gerçekten iyi bir ayrıcalıktır. Yüzlerce kişinin söylemek istediği sözleri birileri bir sütunda, bir resimaltı yazısında söyleyiverir. Ayrıca gazete yazısı yakın zamana ait olduğundan insanın içini ferahlatır, başkalarını tahrik eder, ama zamana karşı ne kadar direneceği, o yazıyı yazan kişinin maharetine, ele aldığı konuyu bilme yetisine kalmıştır. Sözün kısası, bu iş aşırı bir sorumluluk ister, saygı ister, emek ister.

Bu uzun girişi bugün özellikle yapıyorum, insanın eline geçen her satırın kıskançlıkla savunulması gereken bir kale olduğunu düşündüğümden. Bu hafta içinde gazetemiz sinema yazarı Sungu Çapan ve Radikal gazetesi sinema yazarı Tunca Arslan'ın "Mayıs Sıkıntısı" filminden söz ederken bu yılki Antalya Film Festivali jürisine karşı yaptıkları açık suçlamaları okumasaydım, doğrusu ne bu sözleri söyleyecektim ne de yaklaşık bir buçuk ay önce Antalya jürisinde ateşli bir biçimde savunduğum "Mayıs Sıkıntısı" filmiyle ilgili yazdığım sözcükleri yeniden anımsatmak gereğini duyacaktım. Şimdi izninizle:

Tunca Arslan da, Sungu Çapan da jürinin, statünün bozulmasından korktuğu için "Mayıs Sıkıntısı"na birincilik vermediğini ve filmi "başlarından savıp" neredeyse hiç anlamı olmayan ödüllerle ödüllendirdiğini yazdılar.

Biraz insaf, öncelikle jüri tek bir kişi değil, tek bir irade değil, biraz soruştursalardı "Mayıs Sıkıntısı"nın tek oyla "en iyi film" ödülünü kaçırdığını, daha da ötesi, Tunca Arslan'ın yazısında düşüncelerine ve bu filmle ilgili yazdıklarına tümüyle katıldığını söylediği eleştirmen arkadaşlarından Atilla Dorsay'ın (jürinin tek sinema eleştirmeni) bu filme hiçbir oy vermediğini şaşırarak öğrenirlerdi. Ayrıca festivallerde her zaman "en iyi yönetmen" ödülünün en önemli ödül olduğunu bilmiyorlarsa bu filmi savunan ve yönetmenine "en iyi yönetmen" ödülünün verilmesini sağlayan biz jüri üyeleri ne yapalım?

Bu arada Tunca Arslan "Mayıs Sıkıntısı" filminin tümüyle amatör oyuncularına jüri özel ödülü verilmesini de jürinin "çam devirmesi" olarak kabul ediyor. Bilmesi gerekir ki, bu tür filmlerde özellikle herhangi bir oyuncu ödülü alıp götürmez, oyuncuların tümü bir saygı gereği hep birlikte ödüllendirilir. Bunun çeşitli festivallerde çok ciddi örnekleri vardır. Kısaca diyeceğim odur ki, sinema yazarı arkadaşlarım, değerli sütunlarını jürileri suçlamak yerine bu olağanüstü değişik filmin Türk sineması ve sinemaya yeni başlayan gençler için neden son derece önemli olduğunu açıklamaya, neden böyle bir filmin sadece iki sinema bulabildiğini sorgulamaya ve neden siz seyircilerin bu filme akın akın gitmediğini araştırmaya ayırsalar filme ve sinemaya çok daha yararlı olurdu.

Benim bu filme vurgun olduğum ise bir gerçek, bunu festivalin hemen ardından yazdığım bir yazıda belirttim. Bu vurgunluğumdan ötürü hepinizin bu filmi görmesini istiyorum. Bu nedenle o günlerde yazdıklarımı bir kez daha yineliyorum:

"Beni en çok etkileyen film Nuri Bilge Ceylan'ın 'Mayıs Sıkıntısı' adlı filmiydi. Ceylan'ın en başta inadını sevdim. İnatla kasabasını, orada yaşanan gerçek hikâyeleri anlatmaya devam ediyor. Ve gene filmde amatör oyuncular var. Kendi annesi, babası, arkadaşı, kasabadaki küçük yeğeni. Evet, iki saate yakın süren filmin başoyuncuları tümüyle amatör. Nuri Bilge Ceylan hikâyesine öylesine güveniyor ki, amatör oyunculardan vazgeçmiyor. Yaşasın bu inat! Bu filmdeki tüm amatör oyunculara, jürideki tüm arkadaşlar bir özel ödül vermek istedik. Böylesine bir içtenlik ve sahicilik hepimizi baştan çıkarmıştı.

Ve sır bu ya, doğrusu ben, 'Yaşasın hayat!' diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. Anton Çehov'a adanan bu film neyi başarıyordu? En başından bize kendimizi anlatıyordu. Unuttuğumuz hayatı, erdemleri, inatları ve akıp giden hovarda bir sevinci. Bir garip umudu. Bir sessiz anı. Sonra bana annemi, devlete güveni sonsuz babamı, kendimi, küçük kardeşimi anlatıyordu. Olağanüstü bir estetik ve sessiz, iç bir şiirle. Sanki orada bir kamera yoktu ve hayat işte önümüzde akıp gidiyordu. Böyle bir şeydi. Garip ve büyüleyici."

Evet, durup dururken "Yaşasın hayat!" diye bağırarak sokaklarda dolaşmak istiyorsanız bu filme mutlaka gidin ve bütün bu yazılanları, söylenenleri unutup kendinizi filmin sihrine bırakın, hiç zararlı çıkmayacaksınız.