nbc home  

 

Cumhuriyet Gazetesi

Çehov'a adanan kırsallık senfonisi

Engin Aşkın (Toronto, Kanada), Cumhuriyet Gazetesi, 12 Kasım 2000


Uzun boylu, yakışıklı genç adam, Yeşim Ustaoğlu ve Kutluğ Ataman gibi Türk sinemasının yepyeni bir yeteneğiydi. Toronto Uluslararası Film Şenliği yetkililerinin aracılığıyla görkemli bir otel salonunda buluşmuştuk. Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'la, Toronto'da birikimli sinema seyircisinin yoğun bir ilgi duyduğu filminden söz etmeden önce, sinema tutkunluğunun ta çocukluk yıllarında oluşan başlangıcını irdeledik.

Düşlerimizi biçimlendiren, bitimsiz bir yolculukta sinema. Kozmik bir mekânda, doyumsuzluklara çözüm bulduğumuz sürpriz dolu bir serüvendi. Bireysel yalnızlığımızı, çıkmazlardaki bulantımızı, geçici de olsa bize unutturuveren bir görkemdi sinema. Çocukluktan gençliğe sıçradığımız o delişmen günlerde, abartılı beklentilerimizin yeşerdiği ilk gizemli bölümdü. İlk sevgilimizin elini avuçlarımıza aldığımız, onu usulca ve acemice öptüğümüz ilk yerdi sinema. Doruk adlarla, saygın uğraşlarla içimizi ısıtan, bizi nostaljinin kollarına iten bir tutkuydu o. Hele, film sonrası yanınızda yüreği sinemayla tutuşan bir sevgiliniz varsa, dünyalar sizin olurdu. Ekrandaki öykünün bölümü bölüm irdelenmesine geçerdiniz. Metaforların harikulade bir ustalıkla örgülendiği o duyarlı görünümleri tartışırken, o usta yönetmenlerin, o büyük aktörlerin adlarını tekrarladınız. Olanla yetinmenin çekilmez sıkıntısını unuttuğumuz yerdi sinema. Hep iyi adamların, güzelliklerin, mutlu sonların gönendiği bir yüzeydi orası. Ama, yanınızda patlamış mısır atıştırmayan, ekranı büyülenmiş gibi izleyen birisi olması; sevgili, arkadaş, eş ya da tanış, kesin bir koşuldu. Daracık dünyaların, duyarsız yüreklerin, özürlü kültürlerin kaldıracağı bir konu değildi sinema.

Nuri Bilge Ceylan, sinemayı çok yönlü ve girift araç olarak üstlenmişti. Kanada'ya sunduğu 'Mayıs Sıkıntısı' adlı yapımında, kırsallıkla örtüşen bir öyküyü anlatan Türk yönetmen, küçümen yaşamların, öteki Türkiye'nin derinliklerine çağırıyor bilincimizi. Boyalı Türk medyasının, ideolojik bir dışlanmayla artık tümüyle görmezden geldiği büyük toplum kesitinin dramıydı anlattığı. Kaderciliğe yenik düşmüş bir ayıp-günah kültürüne ışık tutan merceğinde simgesel bildiriler gizliydi. Çanakkale dolaylarındaki bir Türk kasabasının güncel yaşantısından pastoral görünümlerle iç içe bir doğa serüvenine götürüyordu bizleri.

Ayrıntıların boyutsal derinliğine adanmıştı. 'Mayıs Sıkıntısı'. Suskun kesitlerde vurgulanan bir yerel dramın olağan gibi görünen öyküsünde güncel Türkiye'nin çığlığını duyuyorduk. Bir 'Mayıs'lı' tabloda, doğa cümbüşünün, bulutlarla, ebemkuşaklarıla, üzgü ve kıvançla örtüşen senfonik sesi yankılanıyordu. Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın filminin bitiminde, yapıtını Çehov'a adadığını belirleyen sözcükler vardı. Yoğun bir edebiyat okuru olduğunu vurgulayan yönetmen, tıpkı tutkunu olduğu Çehov gibi, ayrıntılara olan saygısını dile getiriyordu. Yalnızlığı, yılgınlığı, tekdüzeliği gerçekçi konumlarla öyküleyen Çehov usta gibi, dünyayı aynı gözlerle görüyordu Nuri Bilge Ceylan. Yaratım gücünü sürekli etkileyen Çehov'a büyük bir borcu olduğu inancındaydı. Onun öykülerinin ve oyunlarının, kendisine tüm evreni Çehov merceğiyle görme yetisini verdiğini söyleyordu yönetmen. İnsancıllığın ışıdığı bir doruktan, insanları asla yargılamayan, onlara yaftalar yapıştırmayan, onları hep kucaklayan bir esin gücü bulduğunu gösteriyordu.

Üç kez gösterilen filmi, Toronto'nun sinemayı çok iyi bilen seyircisinde hayranlık uyandırdı. 'Mayıs Sıkıntısı'nı izleyen sinemaseverlerle film şenliğine katılan gazeteciler arasında yaptığımız iki günlük soruşturma, övgüye susamış yüreğimize su serpen yanıtlarla sonuçlandı. Şenliğe katılan 329 dünya filmi içinde, ödül almasa da, 'Mayıs Sıkıntısı', İranlı ustaların, Japon, Afrikalı, Asyalı ve Güney Amerikalı filmcilerin yapımlarıyla birlikte, "bir minik elmas" diye tanımlanmıştı.