nbc home  



Zor Seçim

Işıl Özgentürk, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Ekim 1999


İnsan bir filmi neden sever? Bu zor sorunun herkese göre değişen bir nedeni mutlaka vardır. Benim için bunun yanıtı son derece basit: Filmi gördükten sonra gözlerimi kapattığımda bazı görüntüler, bazı anlar, bazı sözler gelip yanıbaşımda duruyorsa, film benim filmlerimden biri demektir. Bu benim işimi son derece kolaylaştırır, her türlü önyargıdan uzak, filmlerimi biriktirir dururum.

Ama eğer herhangi bir festivalin jürisinde görev almışsam bu yöntemin başka bilgilerle desteklenmesi gerekir. Bu durumda kurulan estetik dünya, edilen söz, teknik kalite, anlatımın ayrıntı zenginliği, oyuncuların performansı işin içine girer. Seçimi daha karmaşık bir hale getirir ve işleri zorlaştırır. Ama bu, jüri olmanın en keyifli anıdır. Bilmediğiniz yeni şeyler öğrenirsiniz, bir görüntü ansızın yepyeni bir anlam kazanır, bir söz belleğin başka sözcüklerine eklenip yepyeni bir neşe ya da hüzünle sizi çarpar. Hiç farkında olmadan hayatı sil baştan düşünürsünüz. Abartmıyorum, emin olun böyledir; 'hayatım bir film' sözü boşuna söylenmemiştir.

Bütün bu büyük büyük sözleri söylememin nedeni, bu yıl 36.'sı yapılan Antalya Altın Portakal Film Festivali. Jüride görevliydim. Bir yandan artık bir kültür kentine dönüşmüş Antalya'yı tanımaya çalışırken bir yandan da festivale katılan on Türk filmini izliyordum. Bu arada size festivalden hiç söz etmedim. Çünkü sonuçlar sırdı, artık sır değil. Sonuçları hepiniz biliyorsunuz. Ben bugün sadece bir jüri üyesi olarak biriktirdiğim kendi sırlarımdan söz edeceğim. Evet, sır açmak kolay değil, bu nedenle uzun bir giriş oldu, bağışlayın.

Efendim, 'koskoca festivale sadece on film mi katılmış' diye küçümsemeyin. İyi film, Amerika ve Çin hariç, dünyanın her yerinde az yapılıyor. Film yapmak, parası ve emeği çok olan bir iş. Üstelik parayı repo yapmak ya da hazine bonosuna yatırmak gibi riski olmayan bir iş de değil. Binlerce dolar harcayıp beş kuruş geriye alamamanız da mümkün. Bu nedenden sayıyı küçümsemeyin, eğer küçümsüyorsanız biraz da kendinize bakın ve kalkıp bir Türk filmine gidin.

Şaşırdınız değil mi? Teknik kalite mükemmel. Kopya pırıl pırıl. Ses dijital. Evet, sinemanın altyapısı tümüyle değişmiş. Para girmiş, teknik olanaklar en uca ulaşmış. Festivalde topluca görünce insan daha net anlıyor. On filmin arasında kopyası yüz karası tek bir film vardı. Ama ses hâlâ önemli bir sorun. Çok pahalı filmlerde bile anlaşılmayan pek çok bölüm vardı.

Evet efendim, bu teknik bilgilerden sonra, artık bir jüri üyesi olarak küçük sırlarımı vermeye başlıyorum. Beni en çok etkileyen film, Nuri Bilge Ceylan 'ın 'Mayıs Sıkıntısı' adlı filmiydi. Ceylan'ın en başta inadını sevdim. İnatla kasabasını, orada yaşanan gerçek hikâyeleri anlatmaya devam ediyor. Ve gene filminde amatör oyuncular var. Kendi annesi, babası, arkadaşı, kasabadaki küçük yeğeni. Evet, iki saate yakın süren filmin başoyuncuları tümüyle amatör. Nuri Bilge Ceylan hikâyesine öylesine güveniyor ki, amatör oyunculardan vazgeçmiyor. Yaşasın bu inat! Yaşasın! Bu filmdeki tüm amatör oyunculara, jürideki tüm arkadaşlar bir özel ödül vermek istedik. Böylesine bir içtenlik ve sahicilik hepimizi baştan çıkarmıştı. Ve sır bu ya, doğrusu ben, 'yaşasın hayat!' diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. Anton Çehov 'a adanan bu film neyi başarıyordu? En başından bize kendimizi anlatıyordu. Unuttuğumuz hayatı, erdemleri, inatları ve akıp giden hovarda bir sevinci. Bir garip umudu. Bir sessiz anı. Sonra bana annemi, devlete güveni sonsuz babamı, kendimi, küçük kardeşimi anlatıyordu. Olağanüstü bir estetik ve sessiz, iç bir şiirle. Sanki ortada bir kamera yoktu ve hayat işte önümüzde akıp gidiyordu. Böyle bir şeydi. Garip ve büyüleyici.

Sırlarım ufak ufak kendilerini ele veriyorlar. Doğrusu, sadece yardımcı oyuncu ödülü alan 'Lola ve Bilidikid' e biraz haksızlık olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Çok etkileyici ve sıra dışı bir aşkı anlatan bu film, yüreğimde bir yerlerde unuttuğum bir duyguyu anımsattı bana. Acıyı ve aşkın sürüp giden gücünü. Az şey değil.

Gelelim 'Salkım Hanımın Taneleri' ne. Bu filmde emeği geçen herkesi, özellikle Aşkale'de o sürgün külübesinde birlikte türkü söyleyen sürgün ve askerleri gösteren o hüzünlü, ama yaşam sevinci dolu sahne için kutlarım. Gözyaşlarımı engellemem mümkün değildi, ama içim sevinçle doldu. Yaşasın müzik! Yaşasın sinema!

Eh, işte insanoğlu böyle; sırlardan konuşmaya bir başlamasın, durmak bilmiyor, benim de şimdi başıma gelen bu. Ne yazık yazımı bitirmek zorundayım, ama başka sırlar için daha çok zamanımız var. Bekleyin.