nbc home  

 

'Mayıs Sıkıntısı'

Aslı Daldal, Finansal Forum, 17 Ocak 2000


Bağımsız yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın 99 Antalya Film Festivli'nde dört ödül birden kazanan "Mayıs Sıkıntısı" adlı 3. filmi gösterimdeydi. Türk Sineması'nın Amerikan formatlarında endüstrileşme çabalarının belki de en olumlu yanı bu endüstri dışı "bağımsız yönetmenlerin" ortaya çıkması oldu. Türk sinema severleri, Amerikan bağımsız sinemacılarına yabancı değil, Jim Jarmush, Greg Araki ve en son sinemalarımızda gösterimde olan "Şişman"ın yaratıcısı olan James Mangold, festival sayesinde tanıdığımız isimlerden sadece birkaçı. Bağımsız sinemacı, genelde parasını katlamaktan başka tasası olmayan yapımcı (prodüktör) baskısından uzakta, seyirci merkezli olmaktan çok "kendi kişisel sanat anlayışı" çerçevesinde filmler yapar. Çok ucuza maledilmiş, starların yer almadığı sade ama sinemasal değeri olan filmler çeker. Türkiye'de Sinan Çetin, Mustafa Altıoklar gibi endüstri içerisinde yer alan sinemacıların yanında son dönemlerde Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ve Yeşim Ustaoğlu gibi bağımsız genç sinemacıları görmek, sinemamızın geleceği açısından çok umut verici.

"Mayıs Sıkıntısı", Nuri Bilge Ceylan'ın kasaba üçlemesinin sonuncusu. Popüler olmaktan çok korktuğunu açıkça ifade eden Ceylan, mümkün olduğu kadar işi "aile içerisinde" tutmuş. "Koza" ve "Kasaba"da da olduğu gibi kendi anne babası, Fatma ve Emin Ceylan başrolde oynarken, akrabaları ve yakın arkadaşları Muzaffer Özdemir ve Emin Toprak, diğer önemli rollerde. Ceylan, diğer iki filminde olduğu gibi, bir yandan doğal ve sade kasaba yaşantısına güzelleme yaparken, bir yandan da Saffet'in (Emin Toprak) sıkıntısında bu yaşantının dayanılmaz tekdüzeliğine ve bağnazlığına dikkat çekiyor. Kentlerdeki üç beş kurtarılmış yeşil alana sıkışıp kalmış, büyükşehirin keşmekeşi içerisinde makineleşmiş seyircisine, hiçbir olağan dışı olayın olmadığı, hayatın olanca sadeliğiyle aktığı bir yaşantının nasılda güzel olduğunu hatırlatan Ceylan, her filminde kullandığı kaplumbağa ve çocuk imgesiyle de insanın doğal bir varlık olduğunu, ancak doğada huzur bulabileceğini gösteriyor. Bu bakımdan diğer pek çok eleştirmenin de vurguladığı gibi film bir "pastoral senfoni". Öte yandan "Kasaba"dan beri tek hayali İstanbul'a gitmek olan Saffet'in, filmin açılış sahnesinde cama yansıyan gölgelerinden seçebildiğimiz ihtiyar köy kadınlarına acıklı bakışı, genç bir insan için bu monotonluğun ne denli dayanılmaz olabileceğini anlatıyor. Filmde sıkça vurgulanan bir başka "gariplik" de insanlar arasındaki iletişim kopukluğu, bir başka deyişle sözcüklerin insanlar arasındaki iletişimi sağlamaya yaramaması. Saffet ve Muzaffer'in, ihtiyar Pire dayıyla yaptıkları, kimsenin kimseyi gerçekte dinlemediği konuşma. Emin ve Terzi Mustafa arasında geçen, Emin'in kadastroculardan, Mustafa arasnıda geçen, Emin'in kadastroculardan, Mustafa'nınsa öfkelendiği müşetisinden bahsettiği diyalog(!), kadastrocuları arayan Emin ve köy ahalisi arasında geçen biteviye tekrarlardan ibaret soru-cevap sahnesi. saffet dışında hiç kimsenin gerçekte söylediği sözü "kastetmediği", iç bayıcı hatta bütün sakinliğine rağmen sözcüklerin "kaos" yarattığı evren.

Aynı zamanda otobiyografik bir çalışma olan Mayıs Sıkıntısı, günümüz İran sinemasının başyapıtlarını çağrıştırıyor. Geçen seneki festival kapsamında gösterimi yapılan Abbas Kirostami'nin ve iki sene önce Altın Lale kazanan Jaffar Panahi'nin tarzları, Nuri Bilge Ceylan'a çok yakın. Panahl, Altın Lale alan "Ayna" filminde, oynadığı filmden sıkılan küçük bir kızın evini ararken Tahran sokaklarında dolaşmasını anlatıyordu. Belli bir olay örgüsü olmayan, çocuk saflığı ve gündelik yaşantının sadeliği üzerine kurulu film, aynı "Mayıs Sıkıntısı" gibi kamerayla yakalanan yapmacıksız ve "gerçek" bir yaşantının ortaya dökülmesinden ibaretti. Her ikisi de usta birer fotoğrafçı olan Panahi ve Ceylan, yarı-belgesel tarzlarıyla üçüncü dünya sinemasının önlenemeyen (ve birçok Hollywood tutkunu tarafından pek de anlaşılmayan) yükselişinin simgeleri olarak karşımızda duruyorlar.

Kırsal yaşam ve otobiyografi üçlemesinin sonuna geldiğini ve artık (büyüyerek) anne-babasından vazgeçeceğini belirten Ceylan'ın dördüncü filminde de aynı özgün tarzını devam ettirmesini umuyoruz.