nbc home  


Radikal Gazetesi

BİR ÜÇLEME BİTERKEN...

Sevin Okyay, Radikal, 18 Aralık 1999


Nuri Bilge Ceylan, siyah-beyaz "Koza" ve "Kasaba"yı, renkli "Mayıs Sıkıntısı" ile noktaladı. Böylece, kendi ifadesiyle de, otobiyografik olanın nerde bitip nerde başladığının pek belli olmadığı bir kısa (Koza), iki uzun metrajlı filmlik üçlemesi tamamlandı. Öyle diyor, dördüncü filmini İstanbul'da çekecekmiş.

Sinemaya yeni sayfalar açan genç yönetmenlerin varlığı, bugünkü Türk sinemasının en sevindirici yanlarından biri. Gerçi her iyi yeni film, bireysel bir çabanın ürünü olmaktan öteye gitmiyor ama, madem yapabiliyorlar, ne gam! Nuri Bilge Ceylan da, onun ve bizim yaşımız itibariyle, filmografisini başından beri izleme şansına sahip olduğumuz yönetmenlerden biri. Hatta onu fotoğrafçılığı döneminden tanıdık; suskun, içine kapanık fotoğrafçının, iki kişiyle film kotaran, ödüllü kısa filmci olmasına tanık olduk. Sonra uzun metraja geçti, sonra da renkliye. Her seferinde ileri bir adım attı, her seferinde daha da başarılı oldu. Teknik kadrosu da, ister istemez, dört kişiye çıktı. Ayrıca "Mayıs Sıkıntısı"nı sesli çekti, çünkü "Kasaba"nın dublajında yaşadıkları onu dublaja tövbe ettirmişti.

Şahsen ben, "Koza"ya neredeyse âşık olup, "Kasaba"yı beğeniyle izlediğim halde, Antalya'da "Mayıs Sıkıntısı"na giderken, doğrusu biraz endişeliydim. Bir defa, Ceylan'ın renkle arasının nasıl olacağını kestiremiyordum. Siyah-beyazı fotoğraf ve filmde, yerli-yabancı, en iyi kullananlardan biriydi. Bir de, film gene Yenice'de, gene hemen hemen aynı aile takımıyla geçeceğine göre, sıkıcı olabilir diye korkuyordum. İlk beş dakikada her türlü korkum silinip gitmişti. "Üçüncü Sayfa"ya olan sevgim bâki kalmak koşuluyla, "Mayıs Sıkıntısı"nın bu yılın en iyi filmi olduğunu düşünüyorum ("Kaç Para Kaç"ı henüz sinemada göremedim).

Filmin hikâyesi, öncekilerde de olduğu gibi, basit. Yanıltıcı bir basitlik bu. Ne vakittir görünmeyen sinemacı oğul, yanında arkadaşıyla İstanbul'dan geliyor. Film çekecek kasabada. Ailesinden yardım istiyor. Babası, arazisinde yetiştirdiği, onca emek verdiği, sevdiği ağaçları tapu kadastroya kaptırmama peşinde, oradan oraya koşturuyor. Anne, "evin direği" denen kompozisyonda. Yeğen, gene "Kasaba"daki gibi haylaz. Muzaffer'le şehre gidip filmcilik yaparım umuduyla, bin zorlukla bulunan işinden ayrılıp hemen film ekibine dahil oluyor. Bir de küçük çocuk var. Aklı fikri, müzikli bir saat almakta. Bunun için bir yumurtayı kırk gün cebinde kırmadan taşımaya razı.

Mesele bundan ibaret. Sonrası, Bilge gözüyle saptanmış, aktarılmış klişeden uzak bir dünya, oldukları gibi olan insanlar. Gerçekteki gibi akıp giden anlar. Ceylan, çektiği filmin renklerini fazla canlı bulmuş, Fono Film'i, bazı teknikleri Türkiye'de uyarlama konusunda ikna etmiş. Elhak iyi bir teknikmiş, "Mayıs Sıkıntısı"nın ruhuna çok uygun bir ışığı ve sağlıklı ama biraz solgun renkleri var. Ceylan'ın sineması, tamamen kendine özgü bir sinema. Çok sevdiği Tarkovski ve Ozu'yu (özellikle Ozu'yu) uzaktan uzağa çağrıştırsa da. Bu tür fevkâlade kişisel filmlerde "auteur"lük müessesesi de önem kazanıyor. Ceylan'ın filmin hemen hemen her şeyini yapmış olması, "Mayıs Sıkıntısı"nın hanesine artı puan olarak yazılmış. Yönetim, senaryo, görüntü ve kurgunun onun elinde olması, ilk filmlerindeki ışığı bir daha yakalayamayan yönetmenlere dönmesini de engelleyecek. Çünkü o yönetmenler, ikinci filmlerinden itibaren büyük denebilecek bütçelerle çalışmaya başlamış, ürünleri üzerindeki hâkimiyetlerinden fire vermişlerdi. Nuri Bilge Ceylan için böyle bir tehlikenin söz konusu olmadığını düşünüyorum. Bu, aslında ondan çok bizim şansımız...