nbc home  


Sinefil

BİR, MAYIS SIKINTISI

Seyfettin Tokmak, Sinefil, 5 Haziran 2001


Geçtiğimiz aralık ayı içerisinde vizyona girmiş bir film olan Mayıs Sıkıntısı'nı ilk izlediğimde bir şey yazamamıştım. Bugün bakıyorum ki sanki yazmamışımda; zihnimin bir köşesinde Mayıs Sıkıntısı'na dair, şiir gibi kareler, mükemmel denebilecek doğa görüntüleri ve çok doğal bir oyunculuk kazınmış. Nuri Bilge Ceylan'ın Koza ve Kasaba filmlerinden sonra Mayıs Sıkıntısı'nın da gelişiyle birlikte sinemasının biçemini bize, yani izleyicisine verdi sanırım.

N.B. Ceylan'ın, bol ödüllü filmi olan Mayıs Sıkıntısı'nı, sinema sektörü için çok düşük bir miktar olan 100.000 $'a çektiğini biliyoruz. Ülkemizdeki Hollywood vari filmlere karşı, düşük bütçesi, yakışıklı, güzel mankenlerden oluşmayan, amatör oyuncu kadrosu, filmin yapım sürecinin her aşamasında yönetmenin bulunması ve gerçek yaşama bu kadar yakınlaşmasıyla Ceylan yedinci sanatın en güzel örneklerinden birini sunuyor sinema izleyicisine.

Mayıs Sıkıntısı'nın Antalya Altın Portakal Film Festivali'ndeki büyük başarısından sonra sırasıyla İstanbul Film Festivali'nde ve ardından Ankara Film Festivali'nde en iyi film seçilmesi, film hakkındaki olumlu düşüncelerimizi doğrular nitelikte.

Mayıs Sıkıntısı'na geçmeden önce yönetmenin diğer filmlerine baktığımızda Mayıs Sıkıntısı'na gelinceye kadar sinemasının bir geçiş sürecinde olduğunu ve sinemasının taşlarının yavaş yavaş yerlerine oturduğunu görüyoruz. N.B. Ceylan ilk olarak bir kısa deneme olan KIZA'yla (1995) sinemaya atıldı. Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı'ndaki doğal - gerçekçi yanının, Koza'dan itibaren başladığını görüyoruz. Yönetmen Koza'da ses unsurunu kullanmamış ama, anne ve babasının Çanakkale Yenice'deki yaşamlarını, zamanın akışını, saflığı, doğayı ve doğadaki yalnızlığı, fotoğrafçılığını kullanarak fotoğrafik kareler halinde, bir saydam gösterisi formunda sunmuştur.

Koza'dan sonra yönetmenin ikinci filmi olan Kasaba'da ise kısa metrajın yerini, uzun metrajın almış olması ve ayrıca Koza'dan farklı olarak filmde sesi kullanmasıyla oyuncular bizi düşündürmenin yanında kendi düşüncelerini dile getirir bir halde karşımıza çıkmışlardır. Bununla birlikte Koza'dan sonra Ceylan7ın sinema dilini oluşturmaya başladığını görüyoruz Kasaba'da.

Koza'da olduğu gibi yönetmen Kasaba'da da doğal - gerçekçi yanını ön plana çıkartıyor. Özellikle filmin ilk bölümündeki sınıftan görüntüler ve bu görüntülerin içinde karlı yolları aşarak, karlar içinde sınıfa geç gelen öğrencinin, sınıfa girer girmez, çoraplarını çıkararak sobada kurutması, kitaptan konuyu okuyan öğrencinin tutukluluğu kelimelere takılması, sınıfın penceresinden köy yaşamına dair verilen kısa görüntüler, Asiye'nin ormanda suya attığı taş ve sudaki çekimler filmin doğal - gerçekçi yanının en güzel örneklerini sunuyordu bize.

Ceylan, Kasaba filminde, kasaba yaşamına dair vermek istediği toplumsal eleştiri; Asiye ile Ali'nin, diyaloglarında ve doğayla ilgili oyunlarında, anneannenin film boyunca sadece bir şeyler soymasında, Saffet'in kente gitme arzusunda, ailenin ormanda ateşin başındayken ki; Dedenin, "Soğan ekmek ye ama, kendi toprağında öl." sözlerine karşılık, Saffet'in "Ömrümün sonuna kadar burada çürüyüp gitmek istemiyorum." sözlerinden Amerika'larda okumuş oğulun kendi yaşamına dair bir çözüm üretemeyişi gibi karelerde ve diyaloglarda karşımıza çıkıyor.

Kasabanın vermek istediğine dair en fazla dikkatimi çeken görüntü bir karede eşeğin gözüne konan sineği kovmak için verdiği çaba ve bu çabanın yetersiz kalmasıydı. Bu karede N. Bilge Ceylan sanki bütün kasaba yaşamını özetler gibiydi.

Kasaba'ya bir diğer açıdan baktığımızda ise yıllardır sinemamızda yerini almış olan abartının, hızın, gerçek dışılığın yerini; Kasaba'da sadeliğin, dinginliğin, doğal-gerçekçiliğin aldığını gördük ve Mayıs Sıkıntısı ile birlikte görmeye devam ediyoruz.

Yönetmenin son ürünü olan Mayıs Sıkıntısı'na geldiğimizde ise karşımıza Kozadaki kısalığın, sessizliğin ve Kasaba'daki gibi siyah-beyazın yerini; Mayıs Sıkıntısı'nda doğadaki tüm renklerin, zamanın, sesin ve müziğin aldığını görüyoruz.

Mayıs Sıkıntısı'nı izlerken doğanın içinden özenle alınmış, anların (fotoğraf karelerinin) perdede bir nehir gibi aktığına tanık oluyoruz. Zaten Ceylan, fotoğraftan sinemaya geçişini yakalanmış te andan, anlar zincirine geçiş olarak yorumluyor. İşte bu anlar zincirine geçiş Mayıs Sıkıntısı'nda fotoğraf karelerinin bir bütün oluşturarak perdede nehre dönüşmesine sebep oluyor.

Mayıs Sıkıntısı'nın, yönetmenin önceki filmi olan kasaba'dan farklı ve bir eksiklik gibi görünen yanı, Kasaba'ya göre verilmek istenen toplumsal eleştirinin daha kısır olması. Ceylan, Kasaba'dakine göre doğadaki yaşama, Mayıs Sıkıntısı'nda daha farklı bir kamera açısıyla bakıyor, özellikle Kasaba'daki doğal yaşam görüntülerine karşılık, Mayıs Sıkıntısında doğal yaşamın içine yerleştirilmiş ir film çekim olayıyla anlatmaya çalışıyor. Kasabada, dedenin "yağmur mu yağıyor, yağmur" diyerek yukarı bakmasını Mayıs Sıkıntısında ormanda Muzaffer'in film çekim setinde babanın bir rol olarak dile getirmesi şeklinde karşımıza çıkmasından N.B. Ceylan'ın filmlerinin bir bütünün parçaları şeklinde ilerlediğine tanık oluyoruz.

Ayrıca Nuri Bilge'nin üç filminde de göze çarpan en büyük teknik özelliğin ışık kullanımı, yüzlerde oluşturduğu gölgeler, karanlık ve kapalı mekanları çok iyi bir şekilde kullanabilmesini de sayabiliriz. Tabi ki Kasaba'yla benzerlikler devam etmiyor değil, konu olarak küçük kasaba insanının yaşamı devam eder nitelikte. Ayrıca Kasaba'daki gibi dört küçük hikayeyi içinde barındırıyor; yaşlı adam ve ağaçları (M.Emin Ceylan), yönetmen ve filmi (Muzaffer Özdemir), Saffet'in kente gitme arzusu (M.Emin Toprak), Ali ve yumurtası (Muhammed Zımbaoğlu) gibi.

Ceylan bu filmde doğal - gerçekçi yanını en üst seviyeye çıkarıyor. Bunu ara ara duyduğumuz bir motosikletin çıkardığı sesten, orman içlerindeyken kuş - böcek seslerinden ve ayrıca oyuncuların rol değil de, gerçek yaşamlarındaki hallerinden farklı kesitler sundukları görüntülerde rahatça görebiliyoruz.

Kasaba filmiyle bir benzerlik olarak kaplumbağa motifini de sayabiliriz. N.B.Ceylan, kaplumbağanın hareketlerinden geçen zamanı ve zamanın ağırlığının yanında kaplumbağanın çaresizliğinin insanın doğadaki çaresizliğine dair bir anlatı oluşturduğunu görmekteyiz.

Mayıs Sıkıntısı'nda kamera film zamanın akışına uyum sağlar bir şekilde ağır ağır ilerliyor, bu ilerlemeyi kameranın hareket etmesi anlamında kullanmıyorum. Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı filmlerinden de çıkarılabileceği gibi N.B. Ceylan'ın kamerası hareketli değil (geçişleri saymazsak) bir fotoğraf makinesi gibi sabit bir şekilde, sadece objektifine yansıyanları ağır ağır bir şekilde gösteriyordu. Ayrıca Nuri Bilge kamerasını doğal - gerçekçi anlatımının en büyük araçlarından biri olarak kullanıyor, bunu filmin ilk bölümünde Muzaffer'in eve gelişini pencere arasından görmemizdeki sahnede, ormandaki film çekim anında Ali'nin kırdaki koşmasını ağaç aralarından görmemiz buna en iyi örnekler herhalde. Filmin bazı karelerini Ceylan'ın kamerasından değil de yönetmen Muzaffer'in el kamerasından izledik, örnek olarak yüzlerce deliğin olduğu yapraktan sızan güneş ışınlarının olduğu sahnede, ayrıca Muzaffer'in kamerasıyla izlediğimiz amcanın çekim sahnesini sayabiliriz.

Bu kadar yoğun bir şekilde bahsettiğim yönetmenin doğal - gerçekçi anlatımını, kendine örnek aldığı Bresson, Ozu, Bergman, Trakowski, Kiorastami gibi yeni gerçekçilerden aldığını biliyoruz. Kiorastaminin Rüzgar bizi sürükleyecek adlı filmindeki doğaya ait, şiir fibi karelerde, Mayıs Sıkıntısı'nı izler gibi oluyoruz. Ayrıca yeni gerçekçi ZAVATTINİ'nin film yapımının öykü yaratma işi değil, toplumsal gerçekleri ortaya çıkarma işi olduğunu belirtir ve yönetmenin öykü yerine gerçekliği araştırması ve vurgulaması gerektiğini ileri sürer. Zavattini'nin bu sözleri doğrultusunda, Ceylan'ın filmlerinin yeni gerçekçi akımın düşünce çerçevesiyle büyük oranda örtüştüğünü söyleyebiliriz. Mayıs Sıkıntısı'nda yönetmen yaşamlarımızdaki duyarsızlığı, çok kapsamlı bir öyküler yumağıyla ve diyaloglarla değil de, özenle hazırlanmış karelerde anlattığını görüyoruz.

Ceylan'ın Mayıs Sıkıntısı ile birlikte, son dönemde Asansör, Propaganda ve Güle Güle, gibi filmlerle büyük bir gelişme gösteren HOLLYTÜRK sinemasına içten bir tepki olarak ortaya çıkışının yanında; doğal, gerçekçi, sade, sanatsal özellikleriyle yeni gerçekçi sinemanın ülkemizdeki temsilcisi haline gelmiş ve çok az da olsa bir sinema izleyicisine gerçek sinema keyfini yaşatmış ve yaşatmaya devam edecektir.