|
|
Nuri
Bilge Ceylan'ın 'Tanrısal bakışı' üzerine:
Kaya Genç, Sinema.com, 3 Şubat 2001
Göster bana bakalım,
koparılmadan çürüyen meyveyi,
Her gün yeniden yeşillenen ağacı
Fatih
Özgüven, Profesör Ünsal Oskay'la TV8 kanalında yaptığı söyleşide "Mayıs
Sıkıntısı"nı beğenme sebepleri'ni anlattı. Ve bu sebeplerin, çağımızın
o pek seçkin 'stil' kavramıyla ilişkisini çok güzel kurdu. Özetle söylediği,
"Pulp Fiction"dan "Fight Club"a, gençlerin beğendiği ve "çağımızın ruhunu
yansıttığı" ve benzeri sebeplerle baştacı edilen filmlerin, tek başlarına
birer film olarak değil, aynı zamanda birer stil taşıyıcısı, üreticisi
olarak bilinçlerimize giriverdiğiydi. Ve bu 'stiller çağı'nda, hâlâ bir
'üslûp' savunusunun mümkün olduğunu ve buna iyi örnek olarak da "Mayıs
Sıkıntısı"nı gösterebileceğini söylüyordu Özgüven. Profesör Ünsal Oksay,
filmi sadeci bir 'üslûp meselesi'nden dolayı değil, aynı zamanda vahşi
kapitalizmi, yaşlı babanın o yemyeşil ormanını talana gelen, Ankara bağlantılı
lümpen burjuvaları gösterme biçiminden dolayı da sevdiğini belirtti.
Üslûp kelimesinin tuhaf bir tınısı var.
Bir film, yönetmeninin üslûbuna göre değerlendirmek, ilk bakışta o filmi
mesela yaratıcısının kişiliğine, diyelim ki özel hayatına göre değerlendirmeye
benziyor olabilir, ama aslında düşündüğümüzde, bir filme 'iyi' dedirten
şeyin geometrik bir çizelgedeki hesaplamalar değil de, tam olarak bu üslûp
meselesi olduğunu görürüz.
Örneğin Joseph Conrad isimli bir yazarı neden severiz? Birçok sebep bulunabilir.
Roman sanatını uygulayışındaki teknik maharetler olabilir, siyasî vurgularını
tâ içimizden hissetmemiz olabilir, birşeyi tasvir ederken seçtiği kelimelerin
çarpıcılığı olabilir. Ama sonuçta, esrarengiz bir şekilde bunların hepsi,
nasıl söylemeli, bir üslûp merkezinden çevreye yayılan köpüklerdir.
Sanatla 'profesyonel' ilgilenme tarzlarının doğurduğu, "Efendim bu da
eninde sonunda bir meslektir, kuralları vardır" lafından kaynaklanan bir
film değerlendirmesi çok ahmakça.
Bugün birçoğu birbirine benzeyen ve sadece detaylarıyla, detaylarındaki
gizli mesajlarla birbirinden ayırdedilen filmlerin arkasındaki fikrin,
bu 'profesyonellik' olduğu çok açık.
Bildiğiniz gibi, yayınevlerinin editörleri de "son kurgu" haklarının ellerinde
olmasından hoşlanırlar. Böylece "fazlalıklar" kırpılabilecek, nereden
geldiği belli olmayan bir üst bilginin rehberliğinde, "roman sanatının
kuralları" doğrultusunda makaslar şakşakşak çalışacak ve sanki güzel bir
bayanın saçlarını keser gibi, yazarın kelimeleri cümleleri noktaları virgülleri
fikirleri duyguları yaşadıkları korkuları nefreti öfkesi heyecanı hepsi
hepsi hepsi hizaya getirilecek.
Nuri Bilge Ceylan'ın hizaya gelmeyen bir adam olduğunu söylemek lazım
gelir.
Hizaya gelmemek, uyumsuz olmak, nizamsız olmak, düzensiz olmak, dengesiz
olmak, ayarsız olmaktır.
"Mayıs Sıkıntısı"nda iyi film yapma hevesinin, teknik bir denemeciliğin,
bir hayat tasvirinin, gerçekle ilişki kurmadaki minimalist tarzın yanında
ve belki de onlardan daha da fazla olarak, yaratıcısının, belki doğanın
belki Tanrı'nın, ama mutlaka Nuri Bilge Ceylan'ın ruhunu buluruz.
Geceleyin, çekimlerden yorgun düşmüş 'set ekibi'ni görüntülenme tarzını
hatırlayın.
Yaşlı babanın büyük bir özenle seviştiği doğasıyla, bize pek küçük görünen
ama aslında devinimin rüzgarıyla sürüklenen eylemlerini hatırlayın.
Uzaklara bakan ve yaşantısının boğucu tek düzeliğinden sıkılmış, bir köye
çakılıp kalmışlığın acısıyla gözlerini açıp kapatan fabrika işçisinin
kederini hatırlayın.
Ve sonra, Goethe'nin şeytana seslenişini:
"Göster bana bakalım,
Koparılmadan çürüyen meyveyi,
Her gün yeniden yeşillenen ağacı!"
Kültür dediğimiz çöplüğün kokusuna bulunan beyinlerimize ve hergün 'yeniden
yeşillenen' ruhlarımıza ne güzel bir armağandır bu sinema, bu üslûp!
Tony Scott'un kurgusu da, Spielberg'ün özel efektleri de anlamsızlaşır
böyle bir ifadenin yanında.
Jean-Luc Godard, elinden tüm sinema yapma olanakları alınsa eleştiriye,
denemeciliğe döneceğini söylüyor.
Sinema bir meslek, yönetmenlik de bir uzmanlık değildir. Her şey ifadedir
ve Atıf Yılmaz'ın söylediği gibi "söylemek güzeldir."
|