|
|
ARALIK'TAKİ
MAYIS
Vivet Kanetti, Yeni Binyıl Gazetesi, 30
Aralık 1999
Türk sinemasında Nuri Bilge Ceylan imzalı bir
cevher : Mayıs Sıkıntısı... A. Çehov'a ithaflı. Yönetmen, melankolide
uzamaması ve mizahıyla da bize 'Çehov'u işte tam onun dilediği gibi sevdim
diyor.
Bir çiftçiyi, taşrada bir anneyi, diğerlerini ne farklı bir anlatıştı
o öyle. Biz "buralara" (köy ve kasaba) sinemasal yaklaşımda
ya çok yukardanlığa ya çok aşağıdanlığa alışkındık...
Büyük cesaret, annesini ve babasını anlatmaya kalkışmak. Bir de bu rolleri
onlara oynattırmak.!
Yönetmenin sanatsal beğenileri (Bach, Schubert ama kanımca Van Gogh ve
Bergman da ) filmin içinden şöyle bir geçme ihtiyacı duyarlar ve hiçbir
özenme veya poz fikri uyandırmazlar.
M. Emin Ceylan, Knut Hamsun kahramanları kadar derin, bir Bergman sureti
kadar duyarlı ve gene de "sadece kendi olan" eşsiz adamdır...
Kahramanların en kararlısı Fatma Ceylan, benim için. Anne, eş ve olgun
kadın rolünden her an kaymaya hazır. O gizli otorite. Küçük Ali'yle (Belki
biraz da küçük Muzaffer yani küçük Nuri Bilge Ceylan 'dır) ilişkisinde
hiç gevşemeyen duruşu. O şekersiz konuşması. İstanbul'dan gelip süper
sınırlı imkanlarla film çeken, harcanan her 101milyonu sayan koca oğluyla
bile (ki küçük Ali nasıl halasının antrönörlüğünde bir yumurtayı 30 küsur
gün cepte hiç çatlaştırmadan dolaştırırsa yönetmen oğul da aynı sebatla
çeker filmini ) Fatma Ceylan 'ın kısa cümlelerle fışkıran zekası. Pantolonları.
Yaşlı kadın bilgeliğinden ve konforlu lakırdılardan uzaklığı. Zaman zaman
sızlayan, zaman zaman kaşınan bedeniyle barışıklığı. Seyircide uyandırdığı
merak: ' Ne şahsiyet ! Acaba genç kızlığında, genç kadınlığında kimdi,
ne gibi hayalleri oldu. Nasıl sevdi, neye ağladı.?
Bu anne portresi film boyunca bilinmeyen bu nedenle evlatlara hep acı
ve dehşet veren bir bölgenin varlığını da hissettirir. Mayıs Sıkıntısı'nda
Fatma Ceylan'ı oğlunun gözleriyle görürüz. Ona çok yaklaşırız ama hiçbir
zaman tam tanıyamayız. (bir canlıyı en iyi portreleyiş.)
Yaklaştıkça uzak kalma fikri belki en çok duvardaki Genç Fatma Ceylan
fotoğraflı sahne verir. Çok güzel bir kadın ve fotoğraf cam ardındadır.
Ama cam kırıktır (ki bu belki film içindeki en şiddet yüklü ayrıntı)...
Kim kırmış o camı? Gençliğine gizlice ağlamış Fatma Ceylan mı? Annesinin
kilitli alanına yaklaşmak istemiş ve sonra bilgece vazgeçmiş oğlu mu?
Bazen kapıları çarpan ani rüzgar mı (hayatın rüzgarı)? Ve Ali (ya da erkek
evladın küçüklüğü), o fotoğraf altında oturup M. Emin Ceylan'la sessiz,
uzun bir mücadele yaşadıktan sonra, tek başına duran güzel kadın fotoğrafını
değil hemen kenarına iliştirilmiş anneyle babayı birlikte gösteren camsız
(dokunulabilir) resmi alıp götürür... Sonra da onu iki taş arasına, kimsenin
görmeyeceği bir kuytuya bırakır...
Mayıs Sıkıntısı insanı altüst ediyor. Çok özgün dili için, Muzaffer Özdemir
'in, Ali Muhammed 'in, M. Emin Toprak 'ın da oyunları için, bir sinema
mucizesini minimum teknolojiyle, kimilerinin sadece burun kıvırarak bahsettiği
Türkiye kırları ortasında yarattığı için. Ve biraz da yukarıda ki nedenlerle...
Ama hepsi aynı şey değil mi ?
Ruh sahibi bir ülkede aylarca afişten inmemesi dileğiyle.
|