nbc home  

 

Anlatı Sıkıntısını Aşan Bir Film Mayıs Sıkıntısı,

Kendini Arayan Bir Yönetmen Nuri Bilge Ceylan


Bige Akdeniz, Yeni Yönelimler-3, Temmuz 2001


Mayıs Sıkıntısı (Nuri Bilge Ceylan, 2000) filminde ana karakter üzerinden kendisine ve geçmişine bakan bir yönetmen kimliği ile karşı karşıya kalıyoruz. Filmin ana karakteri Muzaffer, Aynı Nuri Bilge Ceylan'ın yapmakta olduğu gibi, İstanbul'dan doğduğu kasabaya geri dönerek film yapmaya çalışan bir yönetmeni canlandırıyor. Bu doğrultuda Muzaffer ve Nuri Bilge Ceylan filmde gözlediğimiz birçok öğeyi paylaşıyorlar. Hatta filmdeki yönetmen kimliği, Nuri Bilge Ceylan'ın gerçek hayattaki ailesini, o kasabanın sakinlerini ve görüntülerini kullanıyor. Öte yandan, böyle bir paylaşım içinde anlatısal açıdan ayrıldıkları noktalar da gözlemlenebiliyor.

Paylaşımlar ve ayrımlar ile ilerleyen türden bir film anlatısı Nuri Bilge Ceylan'ın filmindeki anlatı arayışını sergiliyor. Bu yönü ile film özellikle son dönem Türk Sineması'nda alışık olmadığımız bir yönetmen ve anlatı ilişkisini içeriyor. 90'lı yıllarda yapılan Türk filmlerine baktığımızda, genellikle ana karakterleri kendi bakış açılarını gizleyerek veren ve belirli anlatı kodlarının arkasına saklanarak hareket eden yönetmenler fark ediliyor. Mayıs Sıkıntısı filminde ise yönetmen kimliği, hem metin içi kimlik (Muzaffer), hem de metin dışı kimlik (Nuri Bilge Ceylan) olarak yer alıyor ve yönetmen, kimliği ve kendi anlatısı ile kurduğu ilişkiyi görünür kılıyor. Metin içi kimlik olarak Muzaffer'in kimliği altında gizlenen ve böylece filmin anlatı dinamiğine müdahale etmeyen Nuri Bilge Ceylan, filmin metin dışı kimliği olarak ise anlatıyı biçimlendiren seçimleri ile kendisini gösteriyor. Böylece film süresince Nuri Bilge Ceylan'ın bu iki konum arasındaki yer değişimleri, ya da geçişleri takip edilebiliyor.

Yönetmenliğini yaptığı bir filmde hem izlenen, hem de izleyen kişi olarak var olması, Nuri Bilge Ceylan'ın gerek kendi kimliğini, gerekse kendi filminin malzemesini bir oyun aracı olarak görebildiğine işaret ediyor. Özellikle Muzaffer ile film süresince girdiği ilişki, bu karakteri ve beraberinde tüm anlatıyı nasıl yönlendirdiğini gösteriyor. Nuri Bilge Ceylan, Muzaffer karakterini tam olarak kendisinin bir alter-ego'su olarak filmin hikayesine yerleştirmiyor. Zira Nuri Bilge Ceylan, Muzaffer'e bir alter-ego'nun olası özelliklerini yükleyerek onu belirgin bir alternatif kimlik kalıbına sokmak yerine, her an değiştirebileceği bir konumda tutuyor. Bu konumda ise Muzaffer'in bazen Nuri Bilge Ceylan'ın film içindeki temsilcisi olduğu, bazen de ondan tamamen ayrıldığı görülüyor.

Muzaffer'in Nuri Bilge Ceylan'ı temsil ettiği ve farklılaştığı noktalar filmdeki anlatı geçişleri aracılığı ile tespit edilebiliyor. Muzaffer'in çekmiş olduğu video görüntülerini ailesine gösterdiği sahne, bu türden bir anlatı geçişine örnek olarak verilebilir. Bu sahnede, seyretmekte olduğumuz asıl film Muzaffer'in ailseini çektiği video görüntülerine dönüşüyor. Ancak devamında başka bir dönüşüm gerçekleşiyor ve video görüntülerinin yerini tekrar film görüntüsü alıyor. Dönüşümün son etabında beliren film görüntüsünden Muzaffer'in yerine Nuri Bilge Ceylan'ın geçtiği anlaşılıyor. Bu değişime kadar, Muzafferr'i filmin yönetmeni konumunda sergileyerek adeta Muzaffer'in kamerasından seyrettiğimiz video görüntüleri ile onu takip eden film görüntülerini karşılaştırdığımızda, büyük bir fark tespit edebiliyor. Muzaffer'in ailesine karşı duyarsız bakış açısını ve aynı zamanda baştan savma yönetmenlik denemesini içeren video görüntüleri karşısında, Nuri Bilge Ceylan'ın ailesinin görüntülerini olabildiğince estetize ettiği, lirik bir ton eklediği ve adeta bir orkestra şefi gibi yönettiği görülüyor. Bu sahne içindeki değişim Muzaffer'in anlatısından Nuri Bilge Ceylan'ın anlatısına geçiş olarak okunabileceği gibi, aynı zamanda video görüntülerinin uyandırdığı belgesel benzeri bir anlatıdan kurmacaya geçiş olarak da okunabilir. Ya da bu okumanın tam tersi olarak, Nuri Bilge Ceylan'ın Muzaffer aracılığı ile kurguladığı filmden Nuri Bilge Ceylan'ınn gerçek bakışına ve dolayısı ile Nuri Bilge Ceylan'ın gerçek ailesi üzerine yaptığı bir belgesel anlatısına değişim olarak algılanabilir. İki farklı okumanın aynı anda yapılabiliyor olması, hangi noktada Nuri Bilge Ceylan'ın ve hangi noktada Muzaffer'in filme müdahale ettiğinin anlaşılmasının güçlüğünü ortaya koyuyor. Ancak genel olarak Mayıs Sıkıntısı filminin Nuri Bilge Ceylan'ın kendi geçmişini, doğduğu kasabayı ve ailesini bir anlatı malzemesi olarak kullanma çabasından doğduğu düşünüldüğünde, filmin bir belgesel niteliğinde başladığını varsayabiliriz. Hatta Nuri Bilge Ceylan'ın, bu belgesel çerçevesinde kendi gerçeklikleri ile arasına bir mesafe koymak için Muzaffer karakterini bir tampon olarak öngördüğünü söyleyebiliriz. Bu sayede Nuri Bilge Ceylan kendi gerçekliği ile yüzleşmeden ailesini ve hatta kendisini kullanabildiği gibi, olası bir yüzleşmenin yaratabileceği tüm duygusal çıkmazlar ile birebir hesaplaşmak zorunda kalmıyor.

Böyle bir yerleştirmenin açılımları ise Muzaffer'in film çekme çabasında görülüyor. Nitekim Nuri Bilge Ceylan'ın Mayıs Sıkıntısı filmi ile gerçekleştirebildiğini Muzaffer'in de denediğini, ancak pek başarılı olamadığını görüyoruz. Muzaffer kendi gerçekliği üzerinden bir film yaparken, bu gerçekliğin kapsadığı öğeleri farklı bir yöne sürükleyerek varoluş doğallıklarından uzaklaştırıyor. Örneğin köydeki yaşlı adamın filmi için uygun olup olmadığını denerken, onun kendi yaşantısı üzerine anlattığı hikayeye (karısının ölümü, yalnızlığı) duyarsız kalıp, senaryoda yazılı olanları okutmaya çalışıyor. Muzaffer'in kasabanın gerçekliklerini es geçtiği noktalarda ise Nuri Bilge Ceylan'ın müdahalesi fark edilebiliyor. Özellikle bu noktalarda, gözlemlenmekte olan insanlar ve mekanlar uzun süreli çekimlerle görüntüleniyor. Böylece tam anlamı ile Muzaffer'in çekilmesi gerekenleri es geçtiği yerlerde, Nuri Bilge Ceylan filmin temposuna bir es yerleştiriyor.

Fotoğraf sanatçısı Cindy Sherman'ın 70'lerin sonunda gerçekleştirdiği "Untitled Film Stills" başlıklı retrospektifi incelendiğinde Nuri Bilge Ceylan'ın filmi ile kurduğu ilişkiye oldukça benzer bir yaklaşım fark ediliyor. Bu çalışmasında Sherman kendi fotoğraflarını çekiyor, ancak çekilen karelerin "self-portrait" niteliğinin ötesine geçtiği ilk bakışta anlaşılıyor. Sherman kendi görüntüsünü film yıldızlarının imge kalıplarına sokarak fotoğrafa aktarıyor ve bu imgeler üzerinden kendisini imgeleştiriyor. Sherman kendi imgesini, kurguladığı bir mekan ve zaman içinde tanıdık gelen ama tam anlamı ile teşhis edilemeyen bir kadın kahramana dönüştürüyor. Bu çalışması üzerine yaptığı yorumlarda da Sherman bu belirsizliğin altını çiziyor: "Böyle bir karakter seçmem, cinselliğe duyduğum kendi ikilemim ile ilişkili. Bu karaktere benzeyen ve birçoğu filmlerden alıntı kadın rol modelleri ile büyümene rağmen senden iyi kız olman beklenir" (Cruz, 2000). Fotoğraflara bakıldığında Sherman'ın değindiği kadın film kahramanlarını seçmek mümkün: 13 numaralı fotoğraftaki kadın imgesi B-kategorisindeki filmlerin kadın kahramanını, 15. imge baştan çıkarıcı bir lolitayı, 35. imge Yenigerçekçi İtalyan filmlerinin seksi köylü kadınını, 53. imge Marilyn Monroe'nun bir çeşit kopyasını ve 7. imge ise elinde iç kadehi ile paparazziler tarafından yakalanmış alkolik bir Hollywood yıldızını andırıyor.

Öte yandan, Sherman'a kaynaklık eden kahramanların Sherman'ın benliğinin araya girmesi ile değişime uğradığı görülüyor. Sherman'ın bu karelerde hem fotoğrafı çeken, hem de poz veren kişi olarak yer almasının bu değişimi özellikle pekiştirdiği anlaşılıyor. Zira Sherman'ın film yıldızları alışık olduğumuz yıldız portrelerinden farklı olarak, bakma ve bakılma sürecinin bir aradalığının getirdiği belirgin bir kırılganlık ve kuşku edası taşıyorlar. İzlendikleri için kırılganlıklarının bilincinde, izledikleri için de kuşkulu bakıyorlar.

Görüldüğü gibi Sherman cinselliğe yönelik bölünmüş bakış açısını bu kadın imgelerine taşıyor. Sherman kendi varoluşu, kimliği ve cinselliği ile olan mücadelesini film yıldızlarının görüntü kalıpları ile temsil etme çabasına giriyor ve bu çabanın sonucunda belirli temsiller arası gerilim içinde kalmış kadın imgeleri doğuyor. Cindy Sherman ile Nuri Bilge Ceylan'ı buluşturan ortaklık da bu noktada yaşanıyor. Aslında her ikisi de kendi varoluşları ile belirgin bir hesaplaşmaya giriyorlar. Sherman ona dayatılan kadın rol modelleri, öznel görüntüsü ve cinselliği ile, Nuri Bilge Ceylan ise kendi geçmişi, terk ettiği kasabası, kısacası benliğini inşa eden tüm ana etkenler ile bu hesaplaşmayı yaşıyor. Hesaplaştıkları alanlara karşı gözle görülür bir nostalji besledikleri gibi, onların taşıdığı gerçekliklerle de mücadeleye giriyorlar. Sherman kadın film kahramanlarını ve Nuri Bilge Ceylan ise kendi geçmişini ve ailesini canlandırırken, onlara ait gerçekleri izleyiciye aktarmanın imkansızlığının bilincinde hareket ediyorlar. Bu duruma bağlı olarak da kimliklerinde içselleştirdikleri nesneleri temsil etmenin sıkıntılı bir süreç olduğunu izleyiciye belli ediyorlar. Zira Mayıs Sıkıntısı filminde görüldüğü gibi Nuri Bilge Ceylan kendi benliğinin ve geçmişinin kodlanmış halini bozup, yerine Muzaffer'in film yaparken yaşadığı kaybolmuşluk ve sıkıntı hissini koyuyor ve Muzaffer'in filmine yön vermek yerine, sadece belirli yerlerde bu filme müdahale ediyor. Cindy Sherman da kullandığı görüntü kalıplarını tamamen değiştirmek yerine, bazı karakteristikleri ile oynamayı tercih ediyor. Dolayısı ile gerek Sherman'ın fotoğraflarında, gerekse Mayıs Sıkıntısı filminde bize tanıdık gelen tüm imgelerin yüz değiştirdiği tespit ediliyor. Böylece izleyici için de temsil edilen nesnelerin gerçekliğini algılayabilmek imkansızlaşıyor.

Nuri Bilge Ceylan'ın kendi hayatı ile ilgili gerçekleri temsil etme seçiminden birçok çıkarım yapılabiliyor. Öncelikle bu filmde Nuri Bilge Ceylan'ın Muzaffer'in kimliği arkasına saklanması, ya da film içinde Nuri Bilge Ceylan'ın benliğinin kayboluşu, varoluşun ve belleğin yok oluşu anlamına gelmiyor. Bu filmde daha çok herhangi bir meşru alana oturtulamayacak benliklerin varoluş mücadelesi izleniyor. Filmdeki her karakter, kendisine bazen toplum, bazen de aile tarafından dayatılan benliğin kendi varoluş nedenlerine baskın gelmesinden dolayı büyük bir sakıntı duyuyor ve bununla mücadeleye giriyor. Filmin sonunda ise bu karakterlerin sıkıntılarından kurtulmanın yolunu kodlamış benliklerinden sıyrılmakta buldukları görülüyor. Saffet fabrikada işçi olma durumundan ve ailenin erkeği sorumluluğundan Muzaffer'in filminde rol alarak, Muzaffer'in babası varoluş nedenini tamamen ağaçlara dayandırarak, Ali ise tutkusunu kırılmaması gereken bir yumurta ile yanında taşıyarak özgürleşiyor. Nuri Bilge Ceylan ise Muzaffer'e film yapma sorumluluğunu yükleyerek yönetmen kimliğinden sıyrılıyor.

Aslında Mayıs Sıkıntısı filmindeki karakterlerin varoluş mücadelesi, kasabadan şehre göç eden bir yönetmenin parçalanmışlığı aracılığı ile izlenebiliyor. Nuri Bilge Ceylan kendinden yola çıkarak kendisini bulmak yerine, kendi dışındaki her şey aracılığı ile bu gerçeği bulmaya çalışıyor. Böylece Mayıs Sıkıntısı bir film olarak lkesin bir ben modeli, bir temsil ya da anlatı modeli sunmuyor. Bu açıdan bir özne boşluğundan, bir hiçlikten doğan film estetiğine kavuşuyor. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda farklı bir anlatının ve hatta yaşam felsefesinin yolunu gösterdiği anlaşılıyor.