nbc home |             |
PRESS |
"TURKEY CINEMASCOPE" (Milli Reasürans Gallery, 3-28 April 2007)
OTHER REVIEWS :
Haşmet Babaoğlu, Vatan Gazetesi, 7 Nisan 2007 Öğle arası tatilinde çevredeki kafelere bir şeyler atıştırmak için koşuşturanların arasından sıyrıldım; güzelim bahar güneşini arkamda bıraktım ve sergi salonuna girdim.
Müge Akgün, Referans Gazetesi, 7 Nisan 2007 Hepimizin başına gelmiştir, çok etkileyici bir görüntüyle karşılaştığımızda o anı hafızamıza kazımak isteriz. Ama ne yazık ki zaman geçtikçe silikleşir gider o görüntüler. Bu yüzden de iyi bir fotoğrafın bize verdiği haz, bir kare içinde anlattıklarının derinliği kolay kolay başka şeyde bulunmaz. Nuri Bilge Ceylan’ın “Sinemaskop Türkiye” konulu Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergilenen fotoğrafları da seyredenleri farklı zaman ve mekânlarda büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafları ile ilk kez bundan on altı yıl kadar önce karşılaştım. Çektiği siyah beyaz fotoğrafların estetiği, dinginliği hâlâ aklımdadır. Hatta daha o film çekmeye başlamadan, “Ondan Sonra” adlı televizyon programında yayımlamak üzere kendi seçtiği müzik (Brahms) eşliğinde çoğunluğu kurmaca siyah beyaz fotoğraflarını arka arkaya getirerek mini bir film yapmıştım. 1982-'89 yılları arasında Himalayalar’dan evindeki stüdyoya farklı mekânlarda çektiği fotoğraflardan oluşan bölüm çok ilgi uyandırmış, izleyicilerin isteğiyle birkaç kez de yayımlamıştık. Sonra Nuri Bilge kısa metrajlı filmi Koza’yı çekti. Koza da unutulmaz anları yakalayan bir fotoğraflar silsilesiydi. Her karesinden onlarca öykü çıkarabilirdiniz. Bugün bile sıkılınca Koza filminde yaprağın üzerindeki su damlacığını düşünürüm. Ceylan "sinemanın temeli fotoğraftır" diyen ekole Türkiye’deki en uygun isim. Kısa metrajlı Koza’dan başlayarak özellikle ilk filmleri Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı durağan yapısıyla sinematografik görsellikten çok, fotoğrafik özellikler taşır. Ardından gelen Uzak sinema dili daha ağır basan bir filmdi. Nuri Bilge Ceylan 1980’li yıllarda başladığı, on dört yıl ara verdiği fotoğrafçılık serüvenine renklenerek geri dönmüş. Neden diye sorduğumda “Artık renkliye de müdahale edecek olanaklara sahibim” cevabını aldım. Nuri Bilge çekim anında ışığa ve görüntüye sınırlı müdahalesiyle hiçbir zaman yetinmeyen bir fotoğrafçı. Bu kez de karanlık odada resimlerin renkleri ile oynamış. "Çok canlı ve parlak renkleri sevmiyorum" diyor. Ama aradan geçen 14 yılın ardından değişen sadece renkler değil, dünyayı algılayışı, kişiliği de değişmiş gibi görünüyor. Daha sosyal, daha iyimser, kalabalıklarla barışmış bir Nuri Bilge Ceylan’la beraberiz bu fotoğraflarda. Tek değişmeyen, karşısına geçtiğimizde her fotoğrafın bizi esir alması ve o uzaklara götürmesi, kısacası fotoğrafın üstünde gücü hâlâ sürüyor Nuri Bilge Ceylan’ın, söyleyecek sözü bitmemiş. İstanbul’daysanız sergiye gidin, gidemezseniz “nuribilgeceylan.com”dan da hem eski hem de son sergisinin fotoğraflarına ulaşabilirsiniz...
Levent Çalıkoğlu, Referans Gazetesi, 6 Nisan 2007 Başkalarının fotoğraflarına bakarken bazen mutlulukla gözlerimizin yaşarmasının nedeni, çekenle çekilen arasında yaşanmış olan o olağanüstü anın bizden çok uzakta olduğunu bilmemizle ilgili olabilir mi? Başka yüzleri, başka toprakları, başka sokakları görüntüleyen bir fotoğrafçının, hafıza bahçemizdeki bir yeri kazmaya, yıllardır dokunmadığımız bir hatıramızı gerisin geriye çağırmaya istemeden de kalkışmış olması, niye içimizde bir kalp kırıklığı yaratır? Ünlü film yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ın Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 28 Nisan’a kadar sergilenecek olan fotoğrafları, yukarıdaki soru ve anlamların içinde dolanmamıza olanak tanıyor. Duran görüntü ile sinema filmi arasındaki ilişkinin bağlamları üzerinde düşünmeye meraklı izleyiciler bu fotoğrafları, “Fotoğraf, gerçeğin dokusunda asılı kalma becerisine sahip nadir şeylerden biridir” düşüncesiyle farklı anlamlar üzerinden okuyabilir, içerisine sızan imgeleri farklı anlamlar yükleyerek tarif edebilir. Sanki, sonsuz bir basitlikle çekilmiş, var oluşunu kendisi belirleyen bir pas veya küf lekesi gibi doğallıkla ortaya çıkmış izlenimi veren bu fotoğraflar bana, çok az imgede karşılaştığım bir samimiyet ve izlediğimle özdeşleşmemi sağlayan bir empati duygusu veriyor. Sanat yapıtlarını samimi, güzel ve ahlaklı bulma endişesini yitirmiş bir kuşağa ait olsam da başkalarının hayatlarına ortak olmaya çalışan bir fotoğrafçının bu duyguyu yitirmesinin ne kadar acı sonuçlar doğurabileceğini çok şükür hâlâ biliyorum. Özellikle de her şeyin ve herkesin suretinin doymak bilmez bir iştahla tarumar edildiği bugün, memleketin bir başka yöresinde kısa bir süre sonra terk edeceği insanların yüzlerine baka baka deklanşöre basmanın ne kadar önemli ve zor bir karar olduğunu düşünmemek elde değil. Bunu söylerken fotoğraf camiasının artık kanıksanmış bir tartışmasına katıldığımı bilmiyor değilim ama ne yapalım ki başka yaşamlar var olduğu sürece devam edecek bir konuşma bu. Çeken ve çekilen kişiler nefes aldığı sürece, fotoğrafçının karşısındakini kullanıp kullanmadığı, onu ne kadar model, ne kadar kanlı canlı bir insan olarak gördüğü her zaman için önemli olacak. Başkalarının yüzlerinde kendisini anlatan kişinin de bu tartışmanın bir parçası olmaktan başka şansı yok. Bilenlerle bilmeyenler aynı konuya hiç ummadıkları bir zamanda toslarlar. Bunu da öyle bir çarpışma anı olarak düşünmeli. Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde Fipresci Ödülü alan “İklimler” filminin çekimleri sırasında kaydettiği “Sinemaskop Türkiye” adlı bu fotoğrafların yaydıkları samimiyet, şüphesiz sadece insan yüzlerindeki kederli mutluluğa bizi ortak etmesi ile sınırlı değil. Aynı bakış, burgaç gibi kıvrılan yollar, tepelerin arasında beliren Japon estamplarını andırır manzaralar, yüceliğiyle izleyeni titreten dağlar ve ovalar için de geçerli. Yüzleri, içerisine doğdukları doğa gibi sert ve hüzünlü bakabilen bu insanlar ne kadar “ben buyum ve benim hayatım arkamda gördüğünüz doğanın içinde geçiyor” der gibi poz verse de manzaralarında aynı konuşmayı yaptığını duyar gibi oluyorum: “O doğa benim, hayal ettiğiniz, güzelliğine inanamadığınız, bir daha hiç göremeyeceğinizi düşündüğünüz yer işte burası.” Bu fotoğraflar bu basit ama tekrarladıkça söyleyen kişiyi utandıran duyguyu o kadar doğal aktarıyor ki, çekiliş nedenlerini hiç bilmediğimiz halde onları izlemekten mutluluk duyuyoruz. "Orada olmak yeterli değil, onun içinde olmalıyım" diyen bir bakış ve yakınlık var çeken kişinin gözünde. Geldiği yerdeki zamanı askıya alan ve gördüğü zamana akmak isteyen bir bakış bu. Başka şeyler görmeye başladığımızda kendimizi daha çok bulduğumuzu hissettiğimiz anlar vardır ya, bu fotoğrafları çeken kişinin de sanki orada olmaya ihtiyacı varmış duygusunu düşünmeden edemiyor insan. Belki mutlu bir tekabüliyetle çakışmış, belki de her şeyin hazır olması için önceden tasarlanmış ve kurgulanmış bir an olabilir izlediğimiz. Ama yine de bir ihtiyaçtan kaynaklandığı kesin bu fotoğrafların: Görmek, başka hayatlara sızmak, başka hayatların var olduğuna tanıklık etmek ve nihayetinde onları fotoğrafik imgeler ailesinin bir parçası kılmak. Fotoğraf üzerine kafa yoran pek çok kişi şu basit mantık oyunu üzerinde hemen uzlaşabilir: Fotoğraf, yitirdiğimiz geçmişin kaydı olmasına rağmen, bizi şimdiki zamanın içine sinmiş yeni bir başka zaman olabileceği fikri ile doldurur. Aslında gördüklerimizin geçmişte kalması değil, her bakışımızda bizi mutlulukla sarmalayan bir başka zaman varmış duygusu hoşumuza gider fotoğraflara baktığımızda. Dolayısıyla fotoğrafları, bir başka zamanda yaşamamıza olanak tanıdığı için severiz. Sürekli olarak içinde bulunduğumuz şimdiyi yarmanın en kestirme yoludur fotoğraflara bakmak. Belki hiç aklınıza gelmemiş olabilir ama bunu fotoğrafçıların kendileri de yapar. Hatırlamak, şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak ama yine de şimdinin içinde olmak için çekerler. Nuri Bilge Ceylan’ın da bu duyguyla bu kareleri çektiğini düşünüyorum.
Günseli Işık, Zaman Gazetesi (Pazar eki), 1 Nisan 2007 Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri söz konusu olduğunda sık sık ‘fotoğraf gibi kareler’ benzetmesi yapılır. Mühendislik eğitimi alan Ceylan’ın, sinemadan evvel fotoğrafla ilgilendiğini bilenler için şaşırtıcı olmayan bir tespit bu. Ancak belki de sinema alanında pek çok uluslararası başarıdan sonra yeniden fotoğrafa dönmesi hatta bir fotoğraf sergisi açtığı haberi şaşırtıcı gelebilir. Ceylan’ın, çoğu son filmi İklimler için mekân araştırması yapılırken çekilmiş fotoğrafları, 3-28 Nisan tarihleri arasında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergilenecek. Fotoğrafları çekerken sergilemeyi düşünmediğini söylüyor Nuri Bilge Ceylan; ancak sonra ‘kendini kaptırmış’. Elinde epey fotoğraf birikmişken Selanik Film Festivali’nden filmlerini toplu halde gösterme teklifi gelince fotoğraflar da projenin bir parçası haline gelmiş. 47. Selanik Film Festivali’nde Time Out’tan Gedff Andrew’e, “İtiraf etmeliyim ki festivalde gördüğüm en heyecan verici şey, henüz genç denebilecek Türk’ün olağanüstü fotoğraflarından oluşan sergisiydi.” cümlelerini yazdıran fotoğraflar, “İklimler”in İngiltere’de gösterime girmesinden hemen önce de Londra’da sergilendi. Bu fotoğrafları ‘olağanüstü’ kılan şeyi ise sadece Batı’nın egzotizm merakıyla açıklamak doğru değil. İstanbul’dan Urfa’ya, Kars’tan Manisa-Sart harabelerine kadar Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen bu sinemaskop karelerde, Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinden âşinası olduğumuz o kuşatıcı, yalın ve estetik bakışın hakimiyeti var. İstanbul’da karın, Doğu’da ise çoğunlukla sisin eşlik ettiği simetrik görüntüler, zaman ve mekân kavramlarını müphemleştirerek sınırları kaldırıyor. Fotoğrafların etkileyiciliğindeki bir başka unsursa teknik. Ceylan’ın, zamana dayanıklı pigment mürekkeple pamuklu kağıda yaptığı baskılar, yere düşmekte olan her kar tanesini elmas gibi parlatırken Kapadokya’da batan güneşin, evlere ve dağlara vuran kızıllığını da alabildiğine keskinleştiriyor. Böylece Ceylan’ın konukları, İstanbul’da tramvay, güvercinler, Urfa’da fırıncı çırağı, Sart’ta koyunlar, balıkçının oğlu, bir anda fotoğraftan çıkıp yanınızda belirecekmiş gibi heveslendiriyor sizi.
Sinem Gürleyük, Hürriyet Gazetesi (Keyif), 7 Nisan 2007 - NURİ BİLGE CEYLAN İLE SÖYLEŞİ • Fotoğraf sizin çıkış noktanız ve sinemanızın da yapı taşı. Nasıl başladı fotoğraf maceranız?
Radikal Gazetesi (Film Festival Eki), Nisan 2007 Nuri Bilge Ceylan, kuşkusuz dünyada en çok tanınan Türk yönetmen, Yılmaz Güney'le birlikte. Filmleri en prestijli festivallere katılıyor, ödüller alıyor, dünyanın dört bir yanında gösterime giriyor, hakkında övgü dolu yazılar çıkıyor ve adı Antonioni, Tarkovski gibi sinemanın dev isimleriyle birlikte anılıyor. Gelin görün ki dünyanın karşısında saygıyla eğildiği bu büyük yönetmenin filmleri, kendi ülkesinde ancak 40 bilemediniz 50 bin seyirci çekebiliyor. Örneğin Fransa'da, İngiltere'de daha fazla ilgi görüyor. Ama onun filmlerinde sıkılanların bile hakkını teslim ettikleri bir şey var: Görüntülerin mükemmelliği, 'Kusursuz fotoğraf kareleri gibi...' diyenleri çok duymuşsunuzdur. Zira o sinemadan önce ve her zaman fotoğrafçıdır. Evet, Nuri Bilge Ceylan son filmi 'İklimler'in yanı sıra, ağırlıklı olarak bu filmin mekan araştırmaları sırasında çektiği fotoğraflardan oluşan 'Sinemaskop Türkiye' başlıklı sergiyle festivalde. Önce Selanik Film Festivali'nde sergilenen ardından Londra'daki National Theatre'da izlenen 'Sinemaskop Türkiye' sergisi Avea'nın desteğiyle 3-30 Nisan tarihlerinde Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde izlenebilecek. Yurt dışında büyük övgü alan sergiyle ilgili The Guardian şu yorumu yaptı: "Renkli ve sinemaskop ölçekte çekilmiş, konu olarak Türkiye'yi ele almış, ama sanki gizemli ve rüyasal bir tabloya dönüştürülmüş gibi duran, bir eleştirmenin haklı olarak Pieter Brueghel'e benzettiği mistik fotoğraflar bunlar." Prestijli Sight&Sound dergisi eleştirmeni ise Ceylan'ın resimleriyle ilgili "Fotoğraflar bana Turner, Lowry, hatta Ford Maddox Brown'ın The Last England' resmini düşündürdü" yorumunu yapıyor. Mutlaka görülesi...
Devrim Büyükacaroğlu, Evrensel Kültür Dergisi, Sayı:185, Mayıs 2007 Türk sinemasının bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın "Sinemaskop Türkiye" isimli fotoğrafları 11-28 Nisan 2007 tarihleri arasında 26. Uluslararası Film Festivali kapsamında Milli Reasürans Sanat Galeri-si'nde sergilendi. Ceylan'ın geçtiğimiz yıl Cannes'da Fibresci Ödülü'ne ve bu yıl istanbul Film Festivali En îyi Türk Filmi Ödülü'ne layık bulunan iklimler filminin mekân araştırmaları için yaptığı gezilerde çektiği fotoğraflardan oluşan sergi, Yunanistan ve ingiltere'den sonra anavatanı Türkiye'deydi. Filmlerinde fotoğraf karelerini andıran sahneler kurgulayan Nuri Bilge Ceylan'ın kamerası, fotoğrafçılığı ile ilişkilendirilir evvel ahir. Sanatçının, bu tespitin sağlaması sayılabilecek fotoğraflarını izleme şansımız oldu nihayet. Sergideki fotoğrafları ve daha fazlasını bir süredir Ceylan'ın web sitesinden izleme imkânı buluyorduk gerçi, ancak sinemaskop fotoğrafların hakkını veren dev baskılarda fotoğraflar çok daha etkileyici. Yönetmenliğe soyunduğu 90'lı yılların başından bu yana fotoğraf çekmeyen Ceylan, sinemada rüştünü ispatladıktan sonra dört yıllık bir çalışmanın ürünü olan "Sinemaskop Türkiye" ile tekrar fotoğrafa dönmüş oluyor böylece. Bu sergide izleyiciye Türkiye'nin dört bir yanından fotoğraflar izleme fırsatı veriliyor, fakat doğunun öne çıktığını en baştan tespit etmek gerek. Doğu fotoğraflarında insan, doğal yaşamı içerisinde, çevresindeki diğer insanlarla birlikte, kendi mekânında yansıtıldığından bunlar kanımca daha vurucu bir etki yaratıyor izleyende. Sergiye ruhunu ve özgünlüğünü veren kareler de öncelikle bunlar. Fotoğraf dağılımında da doğu illeri çoğunluğu oluşturuyor. Özellikle İklimler filminin çekimlerinin yapıldığı Ağrı'ya torpil geçmiş Nuri Bilge Ceylan. Fotoğraflarındaki sinema tadı Fotoğrafların arka planları en az "başrol oyuncusu" kadar izletiyor kendini; o kadar ki, bazı karelerde manzaradan kopup esas karaktere odaklanamıyorsunuz. Geniş açı neredeyse izleyeni de içerisine katacak yoğunlukta bir derinlik etkisi yaratıyor. Çerçevenin derinlemesine kullanıldığı, birbirinden uzak karakterlerin arasındaki mesafenin şaşırtıcı ölçüde keskin olduğu, dramatik açıdan çok güçlü kareler her biri. Işık, her karede konuyu en iyi ifade edecek şekilde kusursuz kullanılmış. Başrol oyuncusu âdeta sahne ışıkları ile arka plandan ayrılmış. Fotoğrafın, "güzel" bir konuyu işlemekten evvel, emek, sabır ve bilgiyle, çevreyi, ışık şartlarını tanımakla yaratılabildiğinin ders niteliğinde örneklerini sunuyor Ceylan'ın kareleri. Güneşin ışığını esirgemediği alanlarla gölgenin kontrastı, fotoğrafçının kontrolünde fotoğraflara derinlik katan, anlatımı güçlendiren, kompozisyonu sıra-danlıktan kurtaran en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Yeryüzü ile birleşen kasvetli bulutların yarattığı gizemin de etkisi ile mistik bir hava hâkim olmuş tüm fotoğraflara. Beri yandan, kullanılan efektlerin dozunun bazı karelerde kaçtığını, animasyon havası yarattığını da söylemeden geçmeyelim. Ceylan'ın amatörleri... Sergide insan yaşamını yansıtan çalışmaların yanı sıra, İshakpaşa Sarayı, Hasankeyf, Afrodisi-as, Arsemia gibi antik kalıntılar ve tarihi eserlerin fotoğrafları da yer alıyor. Her birinin şimdiye dek milyonlarca kare fotoğrafı çekilmiştir mutlaka, fakat buraları bir de Nuri Bilge Ceylan'ın objektifinden izlemenin farkı hemen hissediliyor. "Tablo gibi fotoğraf" denir ya, o cinsten bu kareler. İshakpaşa fotoğrafı, fotoğrafçının sineması ile fotoğrafının ortaklığına dair bir espri de taşıyor; iklimler filminde eski sevgilisini görmek için Ağrı'ya gelen Isa (Nuri Bilge Ceylan) taksi tutarak îshakpaşa Sa-rayı'na gidiyor ve burayı fotoğraflıyordu. Kar ve tren rayları... Ceylan'ın, mistik anlatımını güçlendiren kar ve sisin yanı sıra, tren raylarına, uzayıp giden yollara ve tepelere de bayıldığını eklemeden geçmeyelim. Sinemaskop kadrajı dengeleyen bu unsurlar bir ressamın fırçasından çıkmışçasına ölçülü ve güçlü bir perspektif etkisi yaratıyor. Fotoğrafa 1975 yılında başlayan Nuri Bilge Ceylan, 80'li yıllarda pek çok sergi açmış. Siyah beyaz çalışmaları ile tanınan sanatçı bu dönemde daha çok karanlık oda uygulamalarıyla göze çarpmış; sade anlatımlı deneysel çalışmalara imza atmış. Ceylan, fotoğrafa 15 sene ara verdikten sonra "Sinemaskop Türkiye "de tamamı renkli fotoğraflarla karşımıza çıkıyor. Karanlık oda çalışmalarında birey öne çıkarken, son sergisinde, adından da anlaşılabileceği gibi, toplumcu bir içerik var. Deneyselden belgesele, bireyden kalabalıklara uzanmasında belki de sinema etkili olmuştur.
|