nbc home home      news      gallery      exhibitions      press      link      contact
 

PRESS

 

"TURKEY CINEMASCOPE"  ISTANBUL EXHIBITION  (Milli Reasürans Gallery, 3-28 April 2007)


OTHER REVIEWS :

 

Haşmet Babaoğlu, Vatan Gazetesi, 7 Nisan 2007
"BU FOTOĞRAFLAR ÇOK ETKİLEYİCİ"
Öğle arası tatilinde çevredeki kafelere bir şeyler atıştırmak için koşuşturanların arasından sıyrıldım; güzelim bahar güneşini arkamda bıraktım ve sergi salonuna girdim.

Öğle arası tatilinde çevredeki kafelere bir şeyler atıştırmak için koşuşturanların arasından sıyrıldım; güzelim bahar güneşini arkamda bıraktım ve sergi salonuna girdim.
Büyük iş merkezinin alt katındaki salonda beni kar kış , yağmur çamur, çiy, sis karşıladı.
Ve yüzleri toprak kadar mağdur, ifadeleri güneş kadar mağrur insan yüzleri çıktı karşıma...
Ve uzaklar...
Ağrı , İshakpaşa , Adıyaman ...
Kasabalar sonra...
Issızlığın ortasında tek tük insanlar...
Ya da kar bastırınca büyük şehre, içinde sakladığı `kasaba`nın ortaya çıkıverişi...
Hepsi oradaydı.
Hepsi çok etkileyiciydi.
Ama buna hiç şaşırmadım.
Çünkü, `Mayıs Sıkıntısı `, `Uzak `, `Kasaba` ve `İklimler `in usta yönetmeni Nuri Bilge Ceylan `ın fotoğraf sergisindeydim.
***
Fotoğraf mesafe koyar.
Bakanla bakılanı birbirinden ayırır, zaman ve mekan ortaklığını bozar. Bu yüzden fotoğraflar büyüler bizi.
Elinde makineyle dolaşıp duran sıradan bir turistin bile aslında yaptığı odur : Yakınlaşmak yerine uzaklaşır...
Tepkiyi daha sonra bakacağı fotoğrafa göstermek üzere deklanşöre basar ve yoluna devam eder . Susan Sontag tam da bu yüzden `iş ahlakı yüksek, eğlenmeye, turistliğe bir türlü adapte olamayan ulusların; mesela Almanların , Japonların durmadan fotoğraf çekerek içlerindeki huzursuzluğu bastırdıklarını` söyler.
Bir de bakanla bakılan arasına fotoğrafın koyduğu `soğuk` fakat kışkırtıcı mesafeyi platonik bir aşk gibi yaşayanlar vardır.
Böylece Leyla , bizim bildiğimiz Leyla olmaktan çıkar Mecnun `un Leylası olur.
`Devam edilecek` başka `yol` yoktur artık!
Her şey o uzaklıkta, yani hapsedilmiş görüntünün gerçekliğindedir.
Nuri Bilge Ceylan `ın fotoğraflarında işte böyle bir `aşk ` ve hayat kavrayışı var.
Filmlerindeki gibi...
Yavaş, sakin, içten içe insanın içine işleyen bir hayat!
***
Ceylan `ın özellikle `İklimler ` filmi için mekan araştırması yaparken çektiği fotoğraflardan oluşuyor sergi...
Adı, `Sinemaskop Türkiye .`
Teşvikiye Milli Reasürans Galerisi `ndeki sergi 23 Nisan `a kadar sürecek.
Oralara yolunuz düşerse mutlaka uğrayın! Ama fotoğrafa veya Ceylan `ın filmlerine meraklıysanız derim ki ne yapıp edin, yolunuzu Teşvikiye `ye düşürün.
Ben sergiden gazeteye geleli iki saat oldu.
Issız karayolunun ortasından geçen köpek ve karanlık gökyüzü hala aklımdan çıkmıyor.
Ara ara da önümdeki kataloğu açıp `Sardes ` harabelerinin fotoğrafına bakıyorum. Müthiş!
Ya demiryolunun üzerinde poz veren küçük kız!
Neden o çocuğun hali insanı aynı anda hem neşelendiriyor hem de hüzünlendiriyor?
Aramızdaki uzaklıktan mı yoksa?..
Aynı dünyayı paylaştığımız bir yalan mı?..


 

Müge Akgün, Referans Gazetesi, 7 Nisan 2007
"NURİ BİLGE CEYLAN'IN RENKLENEN DÜNYASI"

Hepimizin başına gelmiştir, çok etkileyici bir görüntüyle karşılaştığımızda o anı hafızamıza kazımak isteriz. Ama ne yazık ki zaman geçtikçe silikleşir gider o görüntüler. Bu yüzden de iyi bir fotoğrafın bize verdiği haz, bir kare içinde anlattıklarının derinliği kolay kolay başka şeyde bulunmaz. Nuri Bilge Ceylan’ın “Sinemaskop Türkiye” konulu Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergilenen fotoğrafları da seyredenleri farklı zaman ve mekânlarda büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafları ile ilk kez bundan on altı yıl kadar önce karşılaştım. Çektiği siyah beyaz fotoğrafların estetiği, dinginliği hâlâ aklımdadır. Hatta daha o film çekmeye başlamadan, “Ondan Sonra” adlı televizyon programında yayımlamak üzere kendi seçtiği müzik (Brahms) eşliğinde çoğunluğu kurmaca siyah beyaz fotoğraflarını arka arkaya getirerek mini bir film yapmıştım.

1982-'89 yılları arasında Himalayalar’dan evindeki stüdyoya farklı mekânlarda çektiği fotoğraflardan oluşan bölüm çok ilgi uyandırmış, izleyicilerin isteğiyle birkaç kez de yayımlamıştık. Sonra Nuri Bilge kısa metrajlı filmi Koza’yı çekti. Koza da unutulmaz anları yakalayan bir fotoğraflar silsilesiydi. Her karesinden onlarca öykü çıkarabilirdiniz. Bugün bile sıkılınca Koza filminde yaprağın üzerindeki su damlacığını düşünürüm.

Ceylan "sinemanın temeli fotoğraftır" diyen ekole Türkiye’deki en uygun isim. Kısa metrajlı Koza’dan başlayarak özellikle ilk filmleri Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı durağan yapısıyla sinematografik görsellikten çok, fotoğrafik özellikler taşır. Ardından gelen Uzak sinema dili daha ağır basan bir filmdi.

Nuri Bilge Ceylan 1980’li yıllarda başladığı, on dört yıl ara verdiği fotoğrafçılık serüvenine renklenerek geri dönmüş. Neden diye sorduğumda “Artık renkliye de müdahale edecek olanaklara sahibim” cevabını aldım. Nuri Bilge çekim anında ışığa ve görüntüye sınırlı müdahalesiyle hiçbir zaman yetinmeyen bir fotoğrafçı. Bu kez de karanlık odada resimlerin renkleri ile oynamış. "Çok canlı ve parlak renkleri sevmiyorum" diyor.

Ama aradan geçen 14 yılın ardından değişen sadece renkler değil, dünyayı algılayışı, kişiliği de değişmiş gibi görünüyor. Daha sosyal, daha iyimser, kalabalıklarla barışmış bir Nuri Bilge Ceylan’la beraberiz bu fotoğraflarda. Tek değişmeyen, karşısına geçtiğimizde her fotoğrafın bizi esir alması ve o uzaklara götürmesi, kısacası fotoğrafın üstünde gücü hâlâ sürüyor Nuri Bilge Ceylan’ın, söyleyecek sözü bitmemiş. İstanbul’daysanız sergiye gidin, gidemezseniz “nuribilgeceylan.com”dan da hem eski hem de son sergisinin fotoğraflarına ulaşabilirsiniz...



Levent Çalıkoğlu, Referans Gazetesi, 6 Nisan 2007
"TÜRKİYE'DEN SİNEMASKOP FOTOĞRAFLAR"

Başkalarının fotoğraflarına bakarken bazen mutlulukla gözlerimizin yaşarmasının nedeni, çekenle çekilen arasında yaşanmış olan o olağanüstü anın bizden çok uzakta olduğunu bilmemizle ilgili olabilir mi? Başka yüzleri, başka toprakları, başka sokakları görüntüleyen bir fotoğrafçının, hafıza bahçemizdeki bir yeri kazmaya, yıllardır dokunmadığımız bir hatıramızı gerisin geriye çağırmaya istemeden de kalkışmış olması, niye içimizde bir kalp kırıklığı yaratır?

Ünlü film yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ın Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 28 Nisan’a kadar sergilenecek olan fotoğrafları, yukarıdaki soru ve anlamların içinde dolanmamıza olanak tanıyor. Duran görüntü ile sinema filmi arasındaki ilişkinin bağlamları üzerinde düşünmeye meraklı izleyiciler bu fotoğrafları, “Fotoğraf, gerçeğin dokusunda asılı kalma becerisine sahip nadir şeylerden biridir” düşüncesiyle farklı anlamlar üzerinden okuyabilir, içerisine sızan imgeleri farklı anlamlar yükleyerek tarif edebilir. Sanki, sonsuz bir basitlikle çekilmiş, var oluşunu kendisi belirleyen bir pas veya küf lekesi gibi doğallıkla ortaya çıkmış izlenimi veren bu fotoğraflar bana, çok az imgede karşılaştığım bir samimiyet ve izlediğimle özdeşleşmemi sağlayan bir empati duygusu veriyor.

Sanat yapıtlarını samimi, güzel ve ahlaklı bulma endişesini yitirmiş bir kuşağa ait olsam da başkalarının hayatlarına ortak olmaya çalışan bir fotoğrafçının bu duyguyu yitirmesinin ne kadar acı sonuçlar doğurabileceğini çok şükür hâlâ biliyorum. Özellikle de her şeyin ve herkesin suretinin doymak bilmez bir iştahla tarumar edildiği bugün, memleketin bir başka yöresinde kısa bir süre sonra terk edeceği insanların yüzlerine baka baka deklanşöre basmanın ne kadar önemli ve zor bir karar olduğunu düşünmemek elde değil. Bunu söylerken fotoğraf camiasının artık kanıksanmış bir tartışmasına katıldığımı bilmiyor değilim ama ne yapalım ki başka yaşamlar var olduğu sürece devam edecek bir konuşma bu. Çeken ve çekilen kişiler nefes aldığı sürece, fotoğrafçının karşısındakini kullanıp kullanmadığı, onu ne kadar model, ne kadar kanlı canlı bir insan olarak gördüğü her zaman için önemli olacak. Başkalarının yüzlerinde kendisini anlatan kişinin de bu tartışmanın bir parçası olmaktan başka şansı yok. Bilenlerle bilmeyenler aynı konuya hiç ummadıkları bir zamanda toslarlar. Bunu da öyle bir çarpışma anı olarak düşünmeli.

Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde Fipresci Ödülü alan “İklimler” filminin çekimleri sırasında kaydettiği “Sinemaskop Türkiye” adlı bu fotoğrafların yaydıkları samimiyet, şüphesiz sadece insan yüzlerindeki kederli mutluluğa bizi ortak etmesi ile sınırlı değil. Aynı bakış, burgaç gibi kıvrılan yollar, tepelerin arasında beliren Japon estamplarını andırır manzaralar, yüceliğiyle izleyeni titreten dağlar ve ovalar için de geçerli. Yüzleri, içerisine doğdukları doğa gibi sert ve hüzünlü bakabilen bu insanlar ne kadar “ben buyum ve benim hayatım arkamda gördüğünüz doğanın içinde geçiyor” der gibi poz verse de manzaralarında aynı konuşmayı yaptığını duyar gibi oluyorum: “O doğa benim, hayal ettiğiniz, güzelliğine inanamadığınız, bir daha hiç göremeyeceğinizi düşündüğünüz yer işte burası.” Bu fotoğraflar bu basit ama tekrarladıkça söyleyen kişiyi utandıran duyguyu o kadar doğal aktarıyor ki, çekiliş nedenlerini hiç bilmediğimiz halde onları izlemekten mutluluk duyuyoruz.

"Orada olmak yeterli değil, onun içinde olmalıyım" diyen bir bakış ve yakınlık var çeken kişinin gözünde. Geldiği yerdeki zamanı askıya alan ve gördüğü zamana akmak isteyen bir bakış bu. Başka şeyler görmeye başladığımızda kendimizi daha çok bulduğumuzu hissettiğimiz anlar vardır ya, bu fotoğrafları çeken kişinin de sanki orada olmaya ihtiyacı varmış duygusunu düşünmeden edemiyor insan. Belki mutlu bir tekabüliyetle çakışmış, belki de her şeyin hazır olması için önceden tasarlanmış ve kurgulanmış bir an olabilir izlediğimiz. Ama yine de bir  ihtiyaçtan kaynaklandığı kesin bu fotoğrafların: Görmek, başka hayatlara sızmak, başka hayatların var olduğuna tanıklık etmek ve nihayetinde onları fotoğrafik imgeler ailesinin bir parçası kılmak.

Fotoğraf üzerine kafa yoran pek çok kişi şu basit mantık oyunu üzerinde hemen uzlaşabilir: Fotoğraf, yitirdiğimiz geçmişin kaydı olmasına rağmen, bizi şimdiki zamanın içine sinmiş yeni bir başka zaman olabileceği fikri ile doldurur. Aslında gördüklerimizin geçmişte kalması değil, her bakışımızda bizi mutlulukla sarmalayan bir başka zaman varmış duygusu hoşumuza gider fotoğraflara baktığımızda. Dolayısıyla fotoğrafları, bir başka zamanda yaşamamıza olanak tanıdığı için severiz. Sürekli olarak içinde bulunduğumuz şimdiyi yarmanın en kestirme yoludur fotoğraflara bakmak. Belki hiç aklınıza gelmemiş olabilir ama bunu fotoğrafçıların kendileri de yapar. Hatırlamak, şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak ama yine de şimdinin içinde olmak için çekerler. Nuri Bilge Ceylan’ın da bu duyguyla bu kareleri çektiğini düşünüyorum. 



Günseli Işık, Zaman Gazetesi (Pazar eki), 1 Nisan 2007
"UZAK'I YAKIN EDEN KARELER"

Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri söz konusu olduğunda sık sık ‘fotoğraf gibi kareler’ benzetmesi yapılır. Mühendislik eğitimi alan Ceylan’ın, sinemadan evvel fotoğrafla ilgilendiğini bilenler için şaşırtıcı olmayan bir tespit bu.

Ancak belki de sinema alanında pek çok uluslararası başarıdan sonra yeniden fotoğrafa dönmesi hatta bir fotoğraf sergisi açtığı haberi şaşırtıcı gelebilir. Ceylan’ın, çoğu son filmi İklimler için mekân araştırması yapılırken çekilmiş fotoğrafları, 3-28 Nisan tarihleri arasında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergilenecek.

Fotoğrafları çekerken sergilemeyi düşünmediğini söylüyor Nuri Bilge Ceylan; ancak sonra ‘kendini kaptırmış’. Elinde epey fotoğraf birikmişken Selanik Film Festivali’nden filmlerini toplu halde gösterme teklifi gelince fotoğraflar da projenin bir parçası haline gelmiş. 47. Selanik Film Festivali’nde Time Out’tan Gedff Andrew’e, “İtiraf etmeliyim ki festivalde gördüğüm en heyecan verici şey, henüz genç denebilecek Türk’ün olağanüstü fotoğraflarından oluşan sergisiydi.” cümlelerini yazdıran fotoğraflar, “İklimler”in İngiltere’de gösterime girmesinden hemen önce de Londra’da sergilendi.

Bu fotoğrafları ‘olağanüstü’ kılan şeyi ise sadece Batı’nın egzotizm merakıyla açıklamak doğru değil. İstanbul’dan Urfa’ya, Kars’tan Manisa-Sart harabelerine kadar Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen bu sinemaskop karelerde, Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinden âşinası olduğumuz o kuşatıcı, yalın ve estetik bakışın hakimiyeti var. İstanbul’da karın, Doğu’da ise çoğunlukla sisin eşlik ettiği simetrik görüntüler, zaman ve mekân kavramlarını müphemleştirerek sınırları kaldırıyor. Fotoğrafların etkileyiciliğindeki bir başka unsursa teknik. Ceylan’ın, zamana dayanıklı pigment mürekkeple pamuklu kağıda yaptığı baskılar, yere düşmekte olan her kar tanesini elmas gibi parlatırken Kapadokya’da batan güneşin, evlere ve dağlara vuran kızıllığını da alabildiğine keskinleştiriyor. Böylece Ceylan’ın konukları, İstanbul’da tramvay, güvercinler, Urfa’da fırıncı çırağı, Sart’ta koyunlar, balıkçının oğlu, bir anda fotoğraftan çıkıp yanınızda belirecekmiş gibi heveslendiriyor sizi.



Sinem Gürleyük, Hürriyet Gazetesi (Keyif), 7 Nisan 2007 - NURİ BİLGE CEYLAN İLE SÖYLEŞİ
"SİNEMA YÜZÜNDEN FOTOĞRAFIN YALNIZLIĞINI UNUTTUM"
Kendine özgü anlatım dili ve hayata duyarlı yaklaşımıyla yıllardır yalnız Türkiye'de değil yurtdışında da büyük ilgi gören Nuri Bilge Ceylan, geçen yıl Cannes Film Festivali'nde FIBRESCI Ödülü kazanan filmi İklimlerin mekân araştırmaları için çıktığı gezilerde çektiği fotoğraflardan oluşan 'Sinemaskop Türkiye' adlı bir sergi açtı. 26.Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşen serginin dünya prömiyeri ise 2006 yılında 47. Selanik Film Festivali kapsamında Selanik'te yapıldı. Selanik'te büyük ilgi gören fotoğraflar daha sonra Londra'da National Theatre'da sergilendi. Yurtdışından sonra şimdi sergi İstanbul'da Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde 28 Nisan tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Fotoğraf sizin çıkış noktanız ve sinemanızın da yapı taşı. Nasıl başladı fotoğraf maceranız?
Galiba 14-15 yaşlarındaydım. O zamanlar etrafımda sanat adına pek birşey yoktu. Folklor falan yapıyordum ama etrafımda model olabilecek kimse yoktu. O dönemlerde doğum günümde birisi bana fotoğraf kitabı hediye etti. Kitapta anlatılan fotoğrafçılık bana çok renkli ve heyecanlı bir oyun gibi gözüktü. Sevebileceğim bir oyun gibi geldi. Karanlık odayı falan anlatıyordu ve bir şekilde aklıma girdi. Böyle şeyler insanın hayatında ne çok şeyi değiştirebiliyormuş diye bazen aklıma o gelir. Kitabın etkisinden kurtulmadan elime yurtlar kurumundan bir miktar para geçti. Gidip agrandizör falan aldım. Bir arkadaşımla birlikte fotoğraf çekip basmaya başladık. O günlerde çektiğim fotoğraflardan ikisi İFSAK'ın düzenlendiği bir etkinlikte sergilenmek için seçilmişti. O zaman duyduğum sevinci belki Cannes'da ödül aldığım zaman bile hissetmemişimdir. Tabi yüreğin gençliğinden gelen armağanlar bunlar.
  Sinemanıza nasıl bir katkı sağladı fotoğraf çekmek?
İşin teknik tarafını biliyor olmak sanki sinemayı da yapabileceğim yanılgısını yarattı başta. Sahte bir güven hissettim o yüzden ve başladım. Sinemaya başladıktan sonra benzemediğini anladım ama en azından başlamıştım. Daha sonra gerisi geliyor zaten.
• Fotoğraflarınızda oldukça fazla insan yüzleri var. İnsan yüzünün fotoğraflarınızdaki anlamı nedir?
İnsan yüzü dünyanın en güzel manzarasıdır. Normal bir manzara resminde insansız manzarayı pek sevmem. Bir insanın manzarayla olan ilişkisini gördüğümde daha çok etkileniyorum. Fotoğrafta insanı severim. O manzaraya bakan ufacık bir insan bile görünse daha etkileyici oluyor sanki. Sonuçta manzara izleyicinin bakış açısıyla anlamlanır ve manzarayla insan ilişkisini gösterdiğimde manzaranın görkemi ortaya çıkıyor biraz.
Fotoğraf ve sinema arasında nasıl bir fark var sizin için?
Sinemada o kadar kalabalık bir ekiple çalışıyorum ki çok yoruluyorum. Fotoğraf çekerken dinleniyorum. Biraz terapi gibi geliyor. Rüzgârı hissedersiniz, zaman geçirir, sesleri dinler, doğadaki dengeyi kollarsınız. Tanrı gibisinizdir. Bu nedenlerle fotoğraf üretme aşaması sinemaya göre daha zevklidir. Yazarın ve ressamın yalnızlığını her zaman kıskanmışımdır.
Yani fotoğraf sizin kaçış alanınız...
Gençliğim yalnızlığın karanlık zindanlarında geçmiştir diyebilirim. Ama gene de yalnızlığı severim. Ancak yalnızlığı sinema yüzünden unuttum biraz. Fotoğraf sayesinde tekrar yalnız çalıştığım zamanlar yaratabiliyorum.
Peki sizi fotoğraf mı daha çok heyecanlandırıyor yoksa sinema mı?
Yine de sinema. Sinema asıl işim. Sinemaya hayatınızdaki herşeyi katabiliyorsunuz. Acılarınızı, umutsuzluklarınızı, mutluluklarınızı... Hepsini içine katıp eritebileceğiniz daha büyük bir platform sunuyor size. Gerçekçi olmak gerekirse ikisi de harika ancak vazgeçmek zorunda bırakılsam fotoğraftan vazgeçerdim.
Ödüllü filminiz İklimler için mekân ararken fotoğrafları çektiniz. Saatlerce doğru ışığı yakalamak için beklediğiniz bir fotoğraf oldu mu?
Beklemekten çok tekrar giderim. Mesela İhsakpaşa Sarayı'na dördüncü gidişimde çektiğim fotoğrafı beğendim ve sergiye aldım. Filmi çekerken orada bir sahnemiz vardı. Bulutlar ve kar durumu iyiydi. Film çekimini bitirir bitirmez fotoğraf çekmeye başladım. Aslında filmlerim için çok fazla mekân gezisi yapan biri değilim. Fotoğraf çekimi de yapmayacak olsaydım, 'İklimler' için o kadar çok mekân gezip gezmeyeceğimden de emin değilim.
Sinemaskop Türkiye sergisi yurtdışında da sergilendi. Nasıl tepkiler aldınız?
Şaşıracağım kadar iyi. Sanırım bu biraz da sinemacı kimliğimle alakalı. Sinema daha popüler sonuçta ve sinamacının yaptığı fotoğraflar diye daha fazla dikkat çekiyor. Bir sanatçı olarak ülkemin daha iyi tanınmasını isterim. Sanat yapan herkeste ülkesini tanıtma içgüdüsü vardır. Böyle bir yan duyguyla da çektim fotoğraflarımı biraz.



Radikal Gazetesi (Film Festival Eki), Nisan 2007
"CEYLAN'DAN BRUEGHEL TABLOLARI FOTOĞRAFLAR"

Nuri Bilge Ceylan, kuşkusuz dünyada en çok tanınan Türk yönetmen, Yılmaz Güney'le birlikte. Filmleri en prestijli festivallere katılıyor, ödüller alıyor, dünyanın dört bir yanında gösterime giriyor, hakkında övgü dolu yazılar çıkıyor ve adı Antonioni, Tarkovski gibi sinemanın dev isimleriyle birlikte anılıyor. Gelin görün ki dünyanın karşısında saygıyla eğildiği bu büyük yönetmenin filmleri, kendi ülkesinde ancak 40 bilemediniz 50 bin seyirci çekebiliyor. Örneğin Fransa'da, İngiltere'de daha fazla ilgi görüyor. Ama onun filmlerinde sıkılanların bile hakkını teslim ettikleri bir şey var: Görüntülerin mükemmelliği, 'Kusursuz fotoğraf kareleri gibi...' diyenleri çok duymuşsunuzdur. Zira o sinemadan önce ve her zaman fotoğrafçıdır.

Evet, Nuri Bilge Ceylan son filmi 'İklimler'in yanı sıra, ağırlıklı olarak bu filmin mekan araştırmaları sırasında çektiği fotoğraflardan oluşan 'Sinemaskop Türkiye' başlıklı sergiyle festivalde. Önce Selanik Film Festivali'nde sergilenen ardından Londra'daki National Theatre'da izlenen 'Sinemaskop Türkiye' sergisi Avea'nın desteğiyle 3-30 Nisan tarihlerinde Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde izlenebilecek.

Yurt dışında büyük övgü alan sergiyle ilgili The Guardian şu yorumu yaptı: "Renkli ve sinemaskop ölçekte çekilmiş, konu olarak Türkiye'yi ele almış, ama sanki gizemli ve rüyasal bir tabloya dönüştürülmüş gibi duran, bir eleştirmenin haklı olarak Pieter Brueghel'e benzettiği mistik fotoğraflar bunlar." Prestijli Sight&Sound dergisi eleştirmeni ise Ceylan'ın resimleriyle ilgili "Fotoğraflar bana Turner, Lowry, hatta Ford Maddox Brown'ın The Last England' resmini düşündürdü" yorumunu yapıyor. Mutlaka görülesi...



Devrim Büyükacaroğlu, Evrensel Kültür Dergisi, Sayı:185, Mayıs 2007
"NURİ BİLGE CEYLAN'IN GÖZÜNDEN TÜRKİYE"

Türk sinemasının bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın "Sinemaskop Türkiye" isimli fotoğrafları 11-28 Nisan 2007 tarihleri arasında 26. Uluslararası Film Festivali kapsamında Milli Reasürans Sanat Galeri-si'nde sergilendi. Ceylan'ın geçtiğimiz yıl Cannes'da Fibresci Ödülü'ne ve bu yıl istanbul Film Festivali En îyi Türk Filmi Ödülü'ne layık bulunan iklimler filminin mekân araştırmaları için yaptığı gezilerde çektiği fotoğ­raflardan oluşan sergi, Yunanistan ve ingiltere'den son­ra anavatanı Türkiye'deydi.

Filmlerinde fotoğraf karelerini andıran sahneler kurgulayan Nuri Bilge Ceylan'ın kamerası, fotoğrafçılı­ğı ile ilişkilendirilir evvel ahir. Sanatçının, bu tespitin sağlaması sayılabilecek fotoğraflarını izleme şansımız oldu nihayet. Sergideki fotoğrafları ve daha fazlasını bir süredir Ceylan'ın web sitesinden izleme imkânı bulu­yorduk gerçi, ancak sinemaskop fotoğrafların hakkını veren dev baskılarda fotoğraflar çok daha etkileyici.

Yönetmenliğe soyunduğu 90'lı yılların başından bu yana fotoğraf çekmeyen Ceylan, sinemada rüştünü is­patladıktan sonra dört yıllık bir çalışmanın ürünü olan "Sinemaskop Türkiye" ile tekrar fotoğrafa dönmüş oluyor böylece. Bu sergide izleyiciye Türkiye'nin dört bir yanından fotoğraflar izleme fırsatı veriliyor, fakat doğunun öne çıktığını en baştan tespit etmek gerek. Doğu fotoğraflarında insan, doğal yaşamı içerisinde, çevresindeki diğer insanlarla birlikte, kendi mekânında yansıtıldığından bunlar kanımca daha vurucu bir etki yaratıyor izleyende. Sergiye ruhunu ve özgünlüğünü ve­ren kareler de öncelikle bunlar. Fotoğraf dağılımında da doğu illeri çoğunluğu oluşturuyor. Özellikle İklimler filminin çekimlerinin yapıldığı Ağrı'ya torpil geçmiş Nuri Bilge Ceylan.

Fotoğraflarındaki sinema tadı
Nuri Bilge Ceylan sineması için "fotoğraf tadında" yakıştırmasının yanı sıra, fotoğraflarındaki "sinema ta­dından" da bahsedebiliriz artık. Ünlü yönetmenin sinemada kullandığı kendine özgü dil fotoğraflarına da yansıyor. Geniş açıyla sinemaskop boyutlarda çekilmiş karelerde bütün öğeler kusursuzca yer­leştirilmiş bir sinema sahnesini andırıyor. Özenli kadrajları ile konu ustaca sadeleştirilerek, fotoğ­rafa katkısı olmayan unsurlar çerçevenin dışında bırakılmış.

Fotoğrafların arka planları en az "başrol oyuncusu" kadar izletiyor kendini; o kadar ki, bazı karelerde manzaradan kopup esas karaktere odaklanamıyorsunuz. Geniş açı neredeyse izleye­ni de içerisine katacak yoğunlukta bir derinlik et­kisi yaratıyor. Çerçevenin derinlemesine kullanıl­dığı, birbirinden uzak karakterlerin arasındaki mesafenin şaşırtıcı ölçüde keskin olduğu, drama­tik açıdan çok güçlü kareler her biri. Işık, her ka­rede konuyu en iyi ifade edecek şekilde kusursuz kullanılmış. Başrol oyuncusu âdeta sahne ışıkları ile arka plandan ayrılmış.

Fotoğrafın, "güzel" bir konuyu işlemekten ev­vel, emek, sabır ve bilgiyle, çevreyi, ışık şartlarını tanımakla yaratılabildiğinin ders niteliğinde ör­neklerini sunuyor Ceylan'ın kareleri. Güneşin ışı­ğını esirgemediği alanlarla gölgenin kontrastı, fotoğrafçının kontrolünde fotoğraflara derinlik ka­tan, anlatımı güçlendiren, kompozisyonu sıra-danlıktan kurtaran en önemli unsur olarak karşı­mıza çıkıyor. Yeryüzü ile birleşen kasvetli bulut­ların yarattığı gizemin de etkisi ile mistik bir ha­va hâkim olmuş tüm fotoğraflara. Beri yandan, kullanılan efektlerin dozunun bazı karelerde kaç­tığını, animasyon havası yarattığını da söyleme­den geçmeyelim.

Ceylan'ın amatörleri...
Sinema filmlerinde amatör oyuncularla çalış­mayı tercih eden Nuri Bilge Ceylan, fotoğrafla­rındaki karakterleri de tüm doğallıklarıyla yan­sıtmayı başarıyor. Karakterler objektife öyle bir bakış fırlatıyor ki, bulundukları mekân, duruşla­rı, günlük kıyafetleri birleşerek fotoğrafların bel­gesel yanını kusursuzca tamamlıyor. Objektife bakıyor; diğer bir deyişle poz veriyor olmalarına rağmen, poz vermenin ne demek olduğunu bilme­diklerinden olsa gerek hiçbir sahtelik hissedilmi­yor. Özellikle bölgedeki günlük yaşamı aktarma başarısına şapka çıkartılması gereken bir sergi "Sinemaskop Türkiye".

Sergide insan yaşamını yansıtan çalışmaların yanı sıra, İshakpaşa Sarayı, Hasankeyf, Afrodisi-as, Arsemia gibi antik kalıntılar ve tarihi eserlerin fotoğrafları da yer alıyor. Her birinin şimdiye dek milyonlarca kare fotoğrafı çekilmiştir mutlaka, fa­kat buraları bir de Nuri Bilge Ceylan'ın objektifin­den izlemenin farkı hemen hissediliyor. "Tablo gi­bi fotoğraf" denir ya, o cinsten bu kareler. İshak­paşa fotoğrafı, fotoğrafçının sineması ile fotoğra­fının ortaklığına dair bir espri de taşıyor; iklimler filminde eski sevgilisini görmek için Ağrı'ya gelen Isa (Nuri Bilge Ceylan) taksi tutarak îshakpaşa Sa-rayı'na gidiyor ve burayı fotoğraflıyordu.

Kar ve tren rayları...
Sergideki pek çok fotoğrafın ortak atmosferi; kar ve sis. İstanbul fotoğraflarının tamamı kar altındaki şehri resmediyor. Kar her sene İstan­bul'a bu kadar cömert davranmaz oysa. Ceylan son yılların en "bereketli" kışında fotoğraflamış İstanbul'u. Burada kar, sanatçının gözünden İs­tanbul'u alışkın olmadığımız bir güzelliğe bürün­dürürken, aynı kar doğuda yaşamı çekilmez hale getiriyor. Köy yaşamının güçlükleri kar altında âdeta katmerleşiyor. Zor şartlarda yaşamanın alışkanlığından olsa gerek, bölge insanının yü­zünde şartları umursamayan, sert mizaçlı, ama sevecen ifadeler var. Karın yarattığı beyaz zemin üzerinde batı ile doğunun çelişkisi izleyicilerin kolayca fark edebileceği oranda belirginleşiyor.

Ceylan'ın, mistik anlatımını güçlendiren kar ve sisin yanı sıra, tren raylarına, uzayıp giden yollara ve tepelere de bayıldığını eklemeden geç­meyelim. Sinemaskop kadrajı dengeleyen bu un­surlar bir ressamın fırçasından çıkmışçasına öl­çülü ve güçlü bir perspektif etkisi yaratıyor.

Fotoğrafa 1975 yılında başlayan Nuri Bilge Ceylan, 80'li yıllarda pek çok sergi açmış. Siyah beyaz çalışmaları ile tanınan sanatçı bu dönemde daha çok karanlık oda uygulamalarıyla göze çarp­mış; sade anlatımlı deneysel çalışmalara imza at­mış. Ceylan, fotoğrafa 15 sene ara verdikten son­ra "Sinemaskop Türkiye "de tamamı renkli fotoğ­raflarla karşımıza çıkıyor. Karanlık oda çalışmala­rında birey öne çıkarken, son sergisinde, adından da anlaşılabileceği gibi, toplumcu bir içerik var. Deneyselden belgesele, bireyden kalabalıklara uzanmasında belki de sinema etkili olmuştur.