|
Alin Taşçıyan, Empire, Ekim 2008 Yılmaz Güney’in ‘Baba’ filmindeki gibi, işlemediği bir suçu üstlenerek, ailesine iyi bakılması ve yüklü bir miktar para karşılığında hapse giren bir erkeğin karısı, oğlu ve patronu arasındaki ilişkilerin moral yönden bir etüdünü konu alıyor Üç Maymun. Cezanne "Monet sadece bir gözdür, ama Tanrım, ne göz!" der... Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasını tarif etmek istediğimizde de "Ne göz!" nidasıyla başlayabiliriz söze. Elbette bu 'göz' zeka, eğitim, birikim, yetenek bileşkesi. Neye ve nereye nasıl bakacağını bilen; gördüğünü nasıl kaydedeceğim, nasıl işleyeceğini, nerede, ne kadar sürede kullanacağını bilen bir göz. Cannes Film Festivali'nde Ceylan'a En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Üç Maymun için seçtiği demiryolu kenarındaki, denize bakan bina bile tek başına o 'göz'ün seçiciliğinin kanıtı sayılabilir. Üç Maymun'da minimalist sinema dilinin esas bileşenlerinden biri olarak ustalığını belgeleyen; fotografık değeri yüksek, uzun planlarla izleyiciye durup düşünme payı bırakır Nuri Bilge Ceylan. O plan içinde bir karakterin dalıp gittiği anlardaki ruh halini, içinde bulunduğu mekandaki öğelerle -ışıkla, seslerle, rüzgarla, bulutlarla, ağaçlarla, karla, açık bir pencereyle, demiryoluyla, karaya oturmuş gemiyle- yansıtır. O kişiye / ruh haline özel bir atmosfer yaratır. Yönetmen olarak biçemi o denli belirgindir ki bir tek plandan teşhis edilebilir onun filmleri. Kameranın ardındaki kişiliği esinlenmeleriyle, referanslarıyla, beslendiği kaynaklarla ve estetik duygusuyla birlikte tanırız. Görüntülerle öykü anlatmak ise yönetmenliğin püf noktası, Nuri Bilge Ceylan bu anlamda büyük ustaların ardından adını sinema tarihine yazdıracak bir tarz oluşturmayı başardı. Ama bununla yetinmedi ve çağı yakaladı. HD'nin sağladığı avantajları doğru değerlendirerek özellikle Sovyet ekolünün 35mm üzerinde aşılması zor bir yetkinliğe ulaştırdığı estetiği modernize etti. İklimler'le o yıla değin çekilmiş en güzel HD filmlerden birine imza attı. Üç Maymun'la rekorunu egale ediyor ama ahlaki çelişkileri ortaya koyma, karakterlerine yaklaşımı ve oyunculuk yönünden önceki filmlerinin çok gerisinde kalıyor. Deneyimlerinden, yaşadığı çevreden, gözlemlerinden, meselelerinden yola çıkarak ailesini, dostlarını ve bizzat kendisini oyuncu kılacak kişisellikte bir evren yarattı. Sinemasını birkaç rötuşla kendi yaşam alanını resmettiği bir peyzaja, dönüştürmekten, kişiliklerinin birer otoportre gibi görünmesinden hiç çekinmedi. Eşine az rastlanır bir içtenlik ölçeğinde film yaptı kasabasında, evinde, otomobilinde, annesiyle, babasıyla, kızkardeşiyle, kuzeniyle, karısıyla, dostlarıyla... Üç Maymun, Nuri Bilge Ceylan sinemasının biçim olarak en çarpıcı örneklerinden biri. Ancak içerik olarak en içtenliksiz olanı! Sonsuza dek orada kalamayacağı için haklı olarak kendi evreninin dışına çıkıp bir öykü anlatıcı olarak ilk denemesini yapan Ceylan, sanki amatör ruhunu tamamen terk etmiş. Ne var ki bir itkiyle, bir içgüdüyle, bir varoluş amacı gibi yapıldığı izlenimi veren filmleri masumiyetini yitirmiş. Her adımı kontrollü ve izleyicinin de her anıyla iktidarın onda olduğunun farkına varmasını sağlayan bir yönetmenin sineması var karşımızda. Her bir açıya, nesneye, bakışa o kadar anlam yüklüyor ki, ayrıntılardan bütünü göremez hale getiriyor bizi. Nasıl öykü anlattığına odaklanmaktan, neden o öyküyü anlattığını soramıyoruz. Sinemasal türlerle flört öne çıkıyor bu filmde. Yılmaz Güney'in Baba'sı gibi başlayan ve toplumsal bir olguya değinen Üç Maymun'u filmin adının simgelediği platforma taşıyor, bu yüzden bu olguyu gerçekçi bir tavırla irdelemiyor. Saklanan sırlar, aşk üçgeni ve çıkar ilişkileriyle kara filmin sınırlarında gezinen bir öyküye dönüştürüyor. Bir Japon korku filminde örneğine rastlanabilecek ıslak çocuk hayaletinin ziyaretleri, erkek karakterlerinin aileye bağlılığının güçlü ve vicdanlarının suçluluk duygusunu bastıramayacak kadar hassas olduğunu vurgulamak amacıyla eklenmiş. Finalde ise İklimler'deki rüya sahnelerini andıran zarafette ama içerik olarak had safhada mizojin bir tavırla filmi ayrımcılığa hassas izleyicinin gözünde ortadan ikiye ayırıyor. Filmin günah keçisi, kadın. Yaşadığı mahalleye ait olmadığını mı, yoksa sınıf atlama özlemini mi simgelediğini bilemediğim, sofistike bir dış görünüşe ve tavra sahip. Karikatürize edilen politika heveslisi orta boy iş adamının (adı bile Servet) kendisine gösterdiği ilgiye piyango vurmuş gibi seviniyor. Ama sonra 'öldüren cazibe' tarzı bir tutkuya kapılıyor. Metresi olduğu adam, maço kocası ve yeni yeni horozlanan oğlu tarafından aşağılanmaya, fiziksel şiddete uğramaya, cezalandırılmaya bir 'günahkar1 nedametiyle boyun eğmesi dışında bu kadının iç dünyasına ait hiçbir şey yok filmde. Yavrusunu kaybetmiş annenin acısı bile ihmal edilmiş. Boğularak ölen küçük çocuğun acısını babasıyla ağabeyi en çaresiz anlarında duyarken anneden bu bile esirgenmiş! (Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali'ndeki basın toplantısında bu sahneyi çektiğini ama kurguda fazla bulup attığını söyledi. Annenin evlat acısı fazla gelmiş.) Baba, adını taşıdığı, başına ne felaket gelirse gelsin Tanrı'nın iradesine teslim olan Eyüp peygamber gibi sınavını başarıyla veriyor. Baba figürünün yüceltilmesi Ceylan sinemasının temel özelliklerinden biri, ama şimdiye kadar betimlediği baba, yönetmenin bizzat rol verdiği kendi babasıydı. Bu kez geleneksel Yeşilçam 'delikanlısını' -ki en çok da şoförlük mesleği yakıştırılır onlara, hele Ayhan Işık'a- stilize ediyor. Oğul İsmail ise 'kurban'ın ta kendisi, doğumu mucizevi, hayatı Tanrı'ya feda başlı başına bir kutsal varlığın simgesi. Anne Hacer ise, Afrikalı bir cariyeydi. İbrahim peygamberin karısı Sara, kısır olduğu için İsmail'i o doğurarak hakir görülen bir köleden kutsal sayılan bir kadına dönüşebildi ama bu filmde de ona dinler tarihindeki gibi seçme hakkı tanınmıyor "öleyim de kurtulayım"dan başka. Üç Maymun'da muğlak, yarım yamalak oluşturulmuş Hacer karakteri, tam da feminist film kuramcılarının tanımladığı şekilde, hiçbir zihinsel kapasiteye sahip olmayan cinsel nesne haline geliyor.
|