|
Esin Küçüktepepınar, Milliyet Sanat Dergisi, Ekim 2008 Nuri Bilge Ceylan'ın bu yilki Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü'nü alan son filmi "Üç Maymun", ekim ayında vizyona giriyor. Eleştirmenler çıkış noktası bir 'kaza' olan filmi yorumladı.
NURİ BİLGE CEYLAN’ın son filmi Üç Maymur'un çıkış noktası bir kaza. Karanlık, ıssız bir yolda ilerleyen uykulu sürücü ölümcül bir kazaya neden olur ve panikleyerek olay mahallinden kaçar, ilk aradığı kişi, para karşılığı suçunu üstlenmesini teklif edeceği özel şoförüdür. Patronun yerine 'mapus yatma' kararı sadece şoförün kendisini değil, geride bırakacağı karısı ve yeni yetme çağındaki oğlunu da bağlayacaktır elbet. Peki kaza nedir? Filmdeki uykulu sürücünün reflekslerine hakim olamamasından kaynalanan bu kazanın suç-ceza bağlamındaki hafifletici nedeni, sürücünün vicdani sorumluluğunu üstlenmemesini de kolaylaştıran ikircikli bir şey. Ne de olsa kaza, uyku ile uyanıklık arasında, bulanık bir şuur halinde cereyan etmiş. Dolayısıyla ilkel bir 'hayatta kalma' (suçlanmama) dürtüsüne kapılarak olay yerinden kaçmasını kolaylaştırdığı varsayılabilir, eyleminin alçak ve bencil tutumuna dair bir mazeret bile yaratabilir. "Üç Maymun"da esas olarak bu 'kendini ihbar edememe' hali baskın. Takdir-i ilahi Kader ağlarını örerken aleme rastgele fırlatılmış, sürüklenen karakterlerimizin tepkileri, durumu kurtarmaya yönelik anlık yaşam dürtüleriyle gelişiyor. Sağduyuya pek alan bırakılmamış yani. Dolayısıyla burada olayları tetikleyen kaza, önceden 'planlanmamış' ama yine de öngörülebilir sorumsuz bir davranışın sonucu olmasının yanısıra takdir-i ilahi veya ilahi ceza olarak da filmin meramını dile getiriyor. Olaylar örgüsünü düğümlese de neticede yönetmen, yine insanlık hallerini önemseyerek imzasını atıyor. Nuri Bilge Ceylan "insanın doğasını anlamaya çalışıyorum, içimizdeki kötüye karşı merakım var" diyor: "Kötüyü tanımayan bir insan gerçekten iyi olamaz". Seçim öncesi adını sansasyona karıştırmak istemeyen politikacı / patron (Ercan Kesal) belli ki hayırlara vesile olamayacak tekinsiz bir alacakaranlıkta buluştuğu şoförü Eyüp'ten (Yavuz Bingöl) kazayı üstlenmesini istediği anda suç ikinci kişiye aktarılmış, yayılmaya başlamış oluyor. Kara film kıvamında açılan film, masumiyetin yitiriliş anındaki ağır hüznü, suçu paylaşmanın kerhen yarattığı gizli ittifaktaki sinsi borçlanmayı Simenon romanları kıvamında ele alıyor ama sus paylarıyla derinden yaralanan onurun bedelini hiçbir hesaba, kitaba sığdıramayan melankolisiyle melodrama meylediyor. Eyüp'ün ailesi için daha iyi koşullar sağlamak niyetiyle teklifi kabul etmesindeki çaresizlik hali, toplumsal gerçekliğe tam göbekten bağlı. Karakterleri hatalar ve suçlar silsilesine sürükleyen tutku / öfke gibi duygu durumlarını bizzat onları çevreleyen koşullardan ayrı tutamayacağımız için filmin toplumsal yozlaşma konusunda bir bilinçaltı oluşturma niyeti ortada. Babanın hapse girmesinden bile önce aile bireylerinin gidişata müdahil olamayan sıradan vatandaşlar olarak içinde debelendiği koşullar kadraja itinayla yerleştirilmiş; TV'deki seçim haberlerine kayıtsızlık hali, hayta oğlana iş bulmak gibi nafile çabalar ve sistem eleştirisine tercüman oluyor. Zaten Ceylan da siyasi görüşlerin ön plana geçmesini istemediğini söylüyor ve "Meselenin bunlar üzerinden okunmasını istemiyorum, insanlar kendi vicdanlarını işe karıştırmadan bu tür okumaları daha çok yapıyor çünkü kolaylarına geliyor. Filmin merkezini teşkil eden insani durumları gölgede bırakmasını istemedim "diyor. Entrikalar yumağı 'iyi' ile 'kötü'nün bildik ölçülerince bir nev'i 'yargılanamaz' kılınan karakter, bizi daha derin çıkarımlar bulmaya davet ediyor ve hataları bir suç olarak değil, daha ziyade masumiyetin yitirilişi olarak önümüze koyuyor. Lakin bu insanlık hallerinin belirli bir entrika yumağında belirginleşmesi bize neden-sonuç ilişkisi üzerine altı çizilmiş bir metin de sunuyor. Bildik toplumsal kodlamaların mantığı, ataerkil davranış kalıplarına oturduğundan, fedakar baba, sahtekar politikacı, 'delikanlı' oğlan gibi erkek karakterlerin hatalarına 'hafifletici' nedenler bulmak bile mümkün. Oyunculara sorarsak Yavuz Bingöl de kurban olarak baba (kendisi) ve oğulu (Ahmet Rıfat Sungar) gördüğünü söylüyor. Oysa evli kadının kocaya ihaneti her toplumda yadırganan bir durum olduğundan senaryodaki Hacer (Hatice Aslan) baştan yenik. Tutkusunun peşinde koşan tek karakter ama bu motivasyonun aleyhine dönmesi kaçınılmaz, ihaneti de zaten yokluk ve yoksunluk içinde debelenen bu alt orta sınıf ailenin sıkışmışlık hissiyatını iyice köpürtmeye vesile oluyor ve 'fatale' bir kadın figürü olarak suç onun üzerine yıkılıyor. Hatice Aslan yine de "Kadın suçlu gibi bir konumda olsa da aslında herkesin kendine göre acıları, hataları ortada" diyor. Bu durum Zeki Demirkubuz sinemasını hatırlatıyor. Ama Ceylan'ın, melankolisine gömülerek kendini telef ederken çocuğunu ve kocasını da 'ihmal' eden kadını, Demirkubuz'un dirayetli, acısını sağa sola bulaştırmayan 'konuşkan' kadınlarına hiç benzemiyor. Ceylan aile içi iletişimsizliğin yanı sıra karakterlerini dış dünyadan izole edecek şekilde tasarlamış mekanı. Bir tren yoluyla kent merkezine bağlanan ev sakinleri, Arafat misali bu varoşta hüzünle sallanıyor. "iklimler"den sonra ikinci kez Ceylan ile birlikte çalışan görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki nasıl çalıştıklarını şöyle anlatıyor: "Mekanlara birlikte bakar, tartışır ve karar veririz. Herhangi bir aksilikte hemen rota değiştirebilir çünkü Nuri Bilge Ceylan için önemli olan mekanın karaktere hizmetidir. Dijitalin çekim sonrası sağladığı olanakları iyi biliyor." Turner tablolarını çağrıştıran, kara bulutları ve fırtına öncesi sessizlikleriyle, bu muhteşem görüntüler, diyalogsuz karakterleri iç dünyalarına daha bir hapsediyor ama zaman zaman bu portreler sadece yeis ve melankoli halini vurgulayan kareler olarak bize fazla bir şey söylemiyor. Tiryaki, bildiğimiz bir şeyin altını çiziyor: "Nuri Bilge Ceylan'ın inanılmaz bir vizyonu var. Bir sonraki filminde neler yapabileceğini tahayyül bile edemeyiz." Yeni sabahlara hayır olması umulan son görüntülere bakarsak Ceylan'ın gelecek projeleri konusunda içimize su serptiği bir gerçek. • ........................................................................................................................
Sinema eleştirmenleri "Üç Maymun"u değerlendirdi
"Heyecan verici bir dönüşüm!" Bu filmin kahramanları arasında ona benzeyen biri pek yok: Onu kimle özdeşleştireceksiniz ki? Ama yine yakından gözlemlenmiş ve belki bu kez daha da sağlam karakterlere dönüşmüş kişiler var. Bir kara film örgüsü, bir 'femme fatale' figürü var. Bir yanıyla 'sadakat', öbür yanıyla 'ihanet' ama belki en çok bir 'tutku' hikayesi var: Nuri Bilge Ceylan sineması için ne yeni ve yenileyici motifler! Ama asıl şaşırtıcı olan belki şu: O böylesine yeni limanlara yanaşır ve bambaşka yollara saparken bile, sinemasının temel özelliklerini koruyor. Doğa yine baş aktörlerden biri, zamanın geçişi büyük önem taşıyor, sabah akşamdan, öğle vakti geceyarısından çok farklı. Ve kişiler bu öfke, hırs, tutku yüklü hikaye içinde, yine 'Bilge'vari bir sakinlikle yol alıyorlar. Ne denli ilginç bir buluşma, heyecan verici bir dönüşüm!
"Ceylan'ın birkaç gömlek altında" "Üç Maymun"da tam tersi bir durum söz konusu: Ölümcül bir kazayla başlayıp cinayete varan, siyasi üçkağıt, hapis, aldatma gibi dramatik olayların birbirini izlediği bir öykü var karşımızda. Buna karşın, yaklaşık iki saatlik seyir deneyimi sonrasında elimize geçen çok fazla bir şey yok. Metaforların, altı kalınca çizilmek suretiyle 'metafor' olmaktan çıktığı, görüntülerin/seslerin gücüyle alt metnin zayıflığı arasındaki devasa boşlukta kaybolup giden ve adından başlayarak mesele ettiğini varsaydığı şeyleri bir bir dikte ettiren bir öykü... Bu anlamda, Ceylan'ın kendisinden ve şimdiye kadarki esin kaynağı Cehov'un dünyasından epeyce uzaklaştığı bir yerdeyiz. Filmin teknik ve biçimsel hünerlerinden, oya gibi işlenmiş görüntülerinden, dijital çekim olanaklarının 35 mm'ye karşı üstünlüklerini çok iyi kullandığından vs. söz edilebilir. Ama tüm bu 'akıllı tasarımların', belli bir atmosfer yaratmaya ve anlatıya ne derece hizmet ettiğini sorguladığınız anda, alttaki boşluk görünür olmaya başlıyor. Neredeyse her üç görüntüsünün ikisinde yakın plan izlediğimiz karakterlerin ise, bu 'pozların' ötesinde kimliklerini merak ettiğinizde, bu kez yerçekimsiz bir evrende salınan eşyalar misali havada asılı durduklarını hissediyorsunuz. Sınıfsal kimliklerini, ilişkilerini, geçmişle bağlarını (ki sonradan bu geçmişe anahtar bir rol yükleniyor öyküde) kavramak zorlaşıyor. Son bir karşılaştırma yapmak gerekirse; Nuri Bilge Ceylan'ın önceki filmlerinde tüm doğallığı içinde bir hayat vardı. Burada, bunca desise ve karamsarlık hayata fazla yer bırakmamış gibi. Kanada'da çıkan Cinemascope dergisinin "Terry Gilliam'ın malum filminin 9 maymun altında" esprisiyle küçümsediği kadar değil belki ama "Üç Maymun"un Ceylan'ın kendi filmlerinin birkaç gömlek altında olduğunu düşünüyorum.
"İnsan ruhunun inişli çıkışlı coğrafyasına yolculuk" Kadın erkek ilişkisini ve insanlar arasındaki iletişimsizliği anlamaya, anlatmaya yönelik bir çaba olan "iklimler", hiç kuşkusuz cinsel politika açısından yorumlanması gereken bir yapıttı. Tıpkı "Üç Maymun"da olduğu gibi, bu filmde de erkeğin bakış açısından anlatmıştı hikayesini. 'Politik doğruluk' kaygısındansa, samimiyeti ve gerçekleri olduğu gibi (kendi gördüğü gibi) yansıtma yolunu seçmişti. "Üç Maymun"un önemi, Ceylan'ın sinematografisini belirleyen iki ana temayı mükemmel bir sentezde buluşturması, ikinci tema derken, 'taşra' psikolojisi ve sınıfsal farklılıklardan söz ediyorum. Ceylan'ın ilk başyapıtı olarak nitelendirebileceğim "Uzak", kişisel yaşamından (bir fotoğrafçının ruh hali ve deneyimlerinden) yola çıkarak, merkez-çevre, kentli-taşralı çatışmasını beyazperdeye (klişelerden olabildiğince uzak kalarak) taşıyan bir yapıttı. Ceylan'ın sinematografik açıdan en olgun yapıtı olan "Üç Maymun", bir yandan "iklimler"in kadın-erkek izleğini sürdürürken, diğer yandan "Uzak"ta ipuçlarını verdiği sınıfsal çatışma izleğini derinleştiriyor. Günümüzde, büyük kentin kıyısında yaşayan 'küçük insan'ların iç dünyasını, aile ilişkilerini anlatırken, objektifini, her şeyi satın alabileceğini inanan küçük burjuvaların dünyasına da çeviren Ceylan, "Üç Maymun"da paranın egemen olduğu bir dünyada ölümcül yaralar alan insan ruhunu mercek altına alıyor. Değerlerin unufak olduğu, yalanların, ihanetlerin kol gezdiği bu dünyada insanın mutlu olma şansı var mı? Bu karanlık tablo içinde, gençlik tek umut kaynağı olabilir mi? Slogancı bir yaklaşımdan özenle kaçınan yönetmen, yalnızca yaşadığımız ülkeye değil, tüm dünyaya egemen olan, çıkara ve yalana dayalı bir ideolojiyi sorguluyor. Kahramanlarını iyiler, kötüler diye ayırmaksızın, düzenin 'kurban'ları olarak anlatmayı seçiyor, insan ruhunun inişli çıkışlı coğrafyasında bir yolculuğa çıkarıyor seyircisini. Çıkış yolunu göstermek yerine, önümüze bir ayna koyuyor, insan denen garip 'hayvan'a ilişkin sorular soran tüm büyük yazarlar, sinemacılar gibi...
"Farklı bir dürüstlük biçimi aramaya başladı" Gerçekliği ve dürüstlüğü, otantikliğin temsilinde değil, tam tersi, otantikliğin temsil edilemeyişinde bulur. Hayattaki ideallerine sırt çevirmiş bir adamın tüm çabalarına rağmen o ideallerle tekrar ilişki kuramadığı "Uzak"ta ya da ne kadar dürüst olmaya çalışsalar da asla birbirlerine karşı dürüst olamayan iki insandan bahseden "iklimler"de de benzer bir şey vardır: Bu filmlerin dürüstlüğü, hayatta dürüst olmanın ne kadar zor -hatta belki de imkansız- olduğuna yönelik bir duygu oluşturmalarından kaynaklanır. "Üç Maymun"da ise Ceylan, ideal olduğunu düşündükleri şeylerle (daimilik vaadini taşıyan bir ilişki ya da sanata yönelik tutku vs.) tekrardan ilişki kurmaya çalışan insanlardan bahsetmiyor. Bu kez baştan yenik düşmüş ve bu yenikliğin acısından, şiddet, tutku ya da dünyadan elini ayağını çekme gibi yollarla arınmaya çalışan insanlar var kamerasının önünde. Yani geçmişle bugün arasında bir 'ara nokta'da kalakalmış, yeniden bir şeylere ulaşmaya debelenen insanlar değil bu sefer söz konusu olan. "Üç Maymun"un karakterleri, bir şeylere ulaşmaya değil, yaralarının ve işledikleri suçların üstünü örtmeye çalışıyor. Görmeye dayanamadıkları için, bile bile körlüğü seçiyorlar. "Üç Maymun", Ceylan'ın önceki filmleri gibi yitirilmiş geçmiş ve bir şeylerin umudunu barındıran gelecek arasındaki muğlak zaman diliminde geçmediği için, yönetmenin eski filmlerinden çok farklı olarak, başı sonu olan bir anlatı kuruyor, belli noktalarda kesinlikler içeriyor ve çok daha karanlık bir duygu bırakıyor. Tüm bu farklı özellikler Ceylan'ın artık dürüstlüğün imkansızlığından dürüstlük üreten filmleri geride bırakıp, farklı bir dürüstlük biçimi aramaya başladığının sinyallerini veriyor ve insanı heyecanlandırıyor. Fakat yine de Nuri Bilge Ceylan'ın ileride bu yeni biçimin çok daha iyi örneklerini verebileceğini düşünüyorum.
|