|
|
Nuri Bilge Ceylan
ile söyleşi...
Gösterişten
Uzakta
Melda Davran, Aktüel Dergisi, 4-10 Haziran 2003
Cannes
Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak”ı, Rusya,
Portekiz, Tayvan ve Güney Kore gibi ülkelerde gösterilen ilk Türk filmi
olacak. Aktüel’in sorularını yanıtlayan Ceylan, sıradan ve basit yaşamakta
ve medyadan uzak durmakta kararlı.
Berlin Film Festivali’ne katılmayı neden
reddettiniz?
Reddetmek zorundaydık! Çünkü birine katılınca diğeri kabul etmiyor. Zaten
daha önce Berlin’e katılmıştım. Cannes’ı merak ediyordum. Cannes Festivali’nin
daha önemli bir pazar olduğunu da biliyordum.
Cannes’ın, Berlin Festivali’nden farkı neydi?
Cannes, dünya medyasının, dünya sinema profesyonellerinin en fazla ilgi
gösterdiği yer. Dünyanın her yerinden ticari alıcılar, festival düzenleyenler,
sinema yazarları buraya geliyor. Dört bin gazeteci festivali izliyor.
Bir açıdan her şey son derece suni. Diğer taraftan müthiş bir profesyonellik
var. Sizden iki adet Fransızca altyazılı kopya istiyorlar. Birinde sorun
olduğunda hemen diğeri devreye giriyor. Galadan bir gün önce geceyarısı
saat dörtte yönetmeni çağırıp ışık şiddeti ve ses seviyesinin tam olarak
onun istediği gibi olmasını sağlıyorlar. Geçen defa böyle bir prova olmadığı
için Berlin’deki gösterimde bazı sorunlar çıkmıştı mesela. Bunlar beni
etkiledi tabii. Ayrıca Berlin’in, Amerikan Sineması’na biraz daha yakın
durduğu söylenir. Cannes Festivali’nin, sanat sinemasının hâlâ en önemli
kalesi durumunda olması umut verici bir şey. Özellikle bu yılki jürinin
sanat sinemasından yana ağırlığını koyduğu söyleniyor.
Bu neden kaynaklandı sizce?
“Altın Palmiye” genellikle büyük prodüksiyonlu filmlere verilir. Sanatsal
filmlerine “en iyi yönetmen” gibi dallarda ödül verilir. Ama bu yıl birinci
olan film de son derece minimalist bir filmdi. Bu yıl, daha diplomatik
davranıp ödülleri çok film arasında paylaştırmayı tercih etmediler. Bütün
ödüller sadece dört filme gitti.
Cannes’da 12 gün kaldınız. Yarışma öncesi ödül alacağınıza dair
duyumlar alıyor muydunuz? Bir şeyler hissetmeye başlamış mıydınız?
Filme ilgi vardı. Ödül alacağına kesin gözüyle bakan bir sürü tahmin yazıları
yazılmıştı. Ama bu gibi şeyler her zaman doğru olacak diye bir şey yok.
Çünkü hakkında çok konuşulan “Dogville” adlı film hiç ödül almadı.
Sizin gibi çok da dışa dönük olmayan ve medyaya mesafeli duran
bir yönetmen oradaki yoğun tempoda zorlanmadı mı?
Cannes o anlamda tabii ki sevdiğim bir yer değil. Orada her şey “artificial”,
plajdaki kum bile dışarıdan geliyor. Daha önceki gidişlerimde de çok sıkılmıştım.
Bu kez filmin satışlarıyla kendim ilgilendiğim için sıkılmaya pek vaktim
olmadı. Bu kez orayı uluslararası film piyasasının işleyişiyle ilgili
bir şeyler öğrenebileceğim bir yer olarak düşündüm, öğrendim de.
Tanıtım yapmayarak, medyaya mesafeli durarak da bir şeyler olabileceğini
kanıtladınız bir anlamda. Bu mesafeli çizginiz devam edecek mi?
Evet, çünkü ben sıradan hayatı, basit bir insan olmayı seviyorum. Cannes’da
da yüzlerce söyleşi yaptım. Yoruldum. Döndüğümde yoğun bir talep olunca
bütün basınla tek tek konuşmak mümkün olamayacağı için bir basın toplantısıyla
her şeyi söyleyeyim, ondan sonra da ebediyen susayım diye düşünmüştüm.
Çok parlak bir fikir gibi görünmüştü. Ama hiç söylemediğim şeyler yazılmaya
başlayınca bunun pek parlak bir fikir olmadığı ortaya çıktı.
Sizce “iyi film” ne ifade ediyor?
Bence iyi film belli bir estetik ve ahlaki duyarlılıkla derine işleyen
bir çözümlemeyi biraraya getirebilen filmdir.
Dar bir ekiple, hatta aileyle çalışmanın, filmin satışıyla bile
bizzat ilgilenmenizin avantaj ve dezavantajları neler?
Küçük ekip tabii ki iş üzerindeki hakimiyetinizi arttırıyor. Satışları
kendim yapmak istememin nedenleri arasında kazancı arttırmak, satış şirketlerine
fazla güvenememek, sistemi biraz tanımak istemek gibi şeyler var. Çünkü
Cannes’da yarışmada olmak gibi bir avantajım vardı. Bu avantajı sinema
dünyasının her bölümünü tanımak adına kullanmak istedim. Dezavantajı yorucu
olması. Ama bu önemli değil.
Gazetecilerin soruları ne yöndeydi?
Politik sorular bekliyordum. Ama Avrupa Birliği ve Irak Savaşı karşısındaki
Türkiye’nin tutumuyla ilgili bir, iki soru dışında fazla soru gelmedi.
Sorular hemen her zaman filmin içeriği, biçimi, uyandırdığı duygular ve
niyetlerim üzerine odaklanıyordu.
Filminiz hakkındaki “Avrupa’ya yakın ama bize uzak” yorumuna katılıyor
musunuz?
Hayır katılmıyorum! Bu tür filmleri bütün ülkelerde zaten azınlık seyrediyor.
Eğer düşündüğüm anlamda söylenmişse…
Cannes’da hem eleştirmenlerin hem genel olarak sektörün size ve filme
ilgisi nasıldı? Filmin satışlarından memnun musunuz?
Festival boyunca günlük dergilerde, gazetelerde dünyanın her yerinden
sinema eleştirmenlerinin yazıları çıkıyor. Yıldız tabloları yayınlanıyor.
Festival boyunca giderek yükselen bir ilgi oldu. Okumaya vakit bulabildiklerim
çok iyiydi. Genel durumu yıldız tablolarından takip etmek daha kolay oluyor.
“Uzak” yıldızlarda “Dogville”in hemen arkasındaki ikincilik konumunu festival
sonuna kadar korudu. Ve yıldızlar alıcılar tarafından çok önemsendiği
için, bir filmin fiyatını bir anda on katına bile çıkarabiliyor bazı ülkeler
için. Bir de bazı firmalar yarışma sonrası ödül alan film pahalılanacağı
için ödül alacağını tahmin ettikleri filmi sonuçlar açıklanmadan önce
ucuza almaya çalışıyor. Biz de ödül almazsa korkusuyla önceden satmaya
çalıştık. Bu durum festivalin son günlerini iyice gerginleştiriyor ve
alıcılarla dayanılması zor bir telefon trafiğine neden oluyor. Bu nedenle
satışların büyük bölümü beklentilerin olabildiğince netleştiği son günlerde
gerçekleşiyor. Tansiyon artıyor, açık artırmalar, taktikler, borsa tarzı
bir şey yaşanıyor. Sonuçta Rusya, Portekiz, Tayvan ve Güney Kore gibi
ülkelerde ilk kez bir Türk filmi ticari gösterime girecek.
|