nbc home  

 

Aktüel

Nuri Bilge Ceylan ile söyleşi...

Gösterişten Uzakta

Melda Davran, Aktüel Dergisi, 4-10 Haziran 2003

Cannes Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak”ı, Rusya, Portekiz, Tayvan ve Güney Kore gibi ülkelerde gösterilen ilk Türk filmi olacak. Aktüel’in sorularını yanıtlayan Ceylan, sıradan ve basit yaşamakta ve medyadan uzak durmakta kararlı.

13-14 yaşlarında, annesinin memleketi Çanakkale’nin Yenice kasabasındaki evlerinde, pencerenin yanındaki divanda çizgi romanlar okuyan bir çocuktu. Şimdi o günleri anarken “O kitapları okurken hissettiğim mutluluğu bir daha hiçbir zaman yakalayamadım. Belki de bu sadece o yaşlarda yaşanabilecek bir duyguydu” diyor Nuri Bilge Ceylan. Teksas, Tommiks de okurmuş ama en sevdiği karakter “Mister No”. Çünkü Mister No, kadınlar tarafından aldatılabilen, dayak yiyebilen, zaman zaman kaybeden bir “antikahraman”. Hatta bazen onları sinemaya uyarlamayı bile düşünüyor. Evdeki fotoğraf makinesiyle hatıra fotoğrafları çekmek ilgi alanları arasında… Ancak elektriğe ve elektroniğe ilgisi Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliğine yöneltiyor. Bu okulun üçüncü sınıfı, yaşamının yeni bir kırılma noktası! Elektrik mühendisliğinin ona uzak olduğunu anlayan Ceylan, içindeki boşluk duygusunu dindirme ümidiyle sayısız yolculuğun kararını da o sırada veriyor. Sonunda kendi ülkesinde fotoğraf ve film çekmekle mutlu olacağını hissedeceğini keşfediyor.
Sonrası malum; “iyi” filmler, az konuşan, içe dönük, reklama inanmayan, medyaya mesafeli duran, “iyi duygularla iyi sanat yapılmaz” diyecek kadar gerçekçi ve “iyi” bir yönetmen çıkıyor ortaya. Son karede görünense dünya çapındaki başarısı. Sözlerden çok gözleriyle konuşmayı tercih eden Nuri Bilge Ceylan, Cannes Festivali’nde Büyük Jüri ödülünü alırken, bunu 21 yıl önce orada ödül alan efsane yönetmen ve oyuncu Yılmaz Güney’e ithaf ediyordu. Fotoğraflar çekilirken şaşırtıcı biçimde Güney’e benzediğini farkettiğimiz yönetmenle festival dönüşü konuştuk…


Berlin Film Festivali’ne katılmayı neden reddettiniz?
Reddetmek zorundaydık! Çünkü birine katılınca diğeri kabul etmiyor. Zaten daha önce Berlin’e katılmıştım. Cannes’ı merak ediyordum. Cannes Festivali’nin daha önemli bir pazar olduğunu da biliyordum.

Cannes’ın, Berlin Festivali’nden farkı neydi?
Cannes, dünya medyasının, dünya sinema profesyonellerinin en fazla ilgi gösterdiği yer. Dünyanın her yerinden ticari alıcılar, festival düzenleyenler, sinema yazarları buraya geliyor. Dört bin gazeteci festivali izliyor. Bir açıdan her şey son derece suni. Diğer taraftan müthiş bir profesyonellik var. Sizden iki adet Fransızca altyazılı kopya istiyorlar. Birinde sorun olduğunda hemen diğeri devreye giriyor. Galadan bir gün önce geceyarısı saat dörtte yönetmeni çağırıp ışık şiddeti ve ses seviyesinin tam olarak onun istediği gibi olmasını sağlıyorlar. Geçen defa böyle bir prova olmadığı için Berlin’deki gösterimde bazı sorunlar çıkmıştı mesela. Bunlar beni etkiledi tabii. Ayrıca Berlin’in, Amerikan Sineması’na biraz daha yakın durduğu söylenir. Cannes Festivali’nin, sanat sinemasının hâlâ en önemli kalesi durumunda olması umut verici bir şey. Özellikle bu yılki jürinin sanat sinemasından yana ağırlığını koyduğu söyleniyor.

Bu neden kaynaklandı sizce?
“Altın Palmiye” genellikle büyük prodüksiyonlu filmlere verilir. Sanatsal filmlerine “en iyi yönetmen” gibi dallarda ödül verilir. Ama bu yıl birinci olan film de son derece minimalist bir filmdi. Bu yıl, daha diplomatik davranıp ödülleri çok film arasında paylaştırmayı tercih etmediler. Bütün ödüller sadece dört filme gitti.

Cannes’da 12 gün kaldınız. Yarışma öncesi ödül alacağınıza dair duyumlar alıyor muydunuz? Bir şeyler hissetmeye başlamış mıydınız?
Filme ilgi vardı. Ödül alacağına kesin gözüyle bakan bir sürü tahmin yazıları yazılmıştı. Ama bu gibi şeyler her zaman doğru olacak diye bir şey yok. Çünkü hakkında çok konuşulan “Dogville” adlı film hiç ödül almadı.

Sizin gibi çok da dışa dönük olmayan ve medyaya mesafeli duran bir yönetmen oradaki yoğun tempoda zorlanmadı mı?
Cannes o anlamda tabii ki sevdiğim bir yer değil. Orada her şey “artificial”, plajdaki kum bile dışarıdan geliyor. Daha önceki gidişlerimde de çok sıkılmıştım. Bu kez filmin satışlarıyla kendim ilgilendiğim için sıkılmaya pek vaktim olmadı. Bu kez orayı uluslararası film piyasasının işleyişiyle ilgili bir şeyler öğrenebileceğim bir yer olarak düşündüm, öğrendim de.

Tanıtım yapmayarak, medyaya mesafeli durarak da bir şeyler olabileceğini kanıtladınız bir anlamda. Bu mesafeli çizginiz devam edecek mi?
Evet, çünkü ben sıradan hayatı, basit bir insan olmayı seviyorum. Cannes’da da yüzlerce söyleşi yaptım. Yoruldum. Döndüğümde yoğun bir talep olunca bütün basınla tek tek konuşmak mümkün olamayacağı için bir basın toplantısıyla her şeyi söyleyeyim, ondan sonra da ebediyen susayım diye düşünmüştüm. Çok parlak bir fikir gibi görünmüştü. Ama hiç söylemediğim şeyler yazılmaya başlayınca bunun pek parlak bir fikir olmadığı ortaya çıktı.

Sizce “iyi film” ne ifade ediyor?
Bence iyi film belli bir estetik ve ahlaki duyarlılıkla derine işleyen bir çözümlemeyi biraraya getirebilen filmdir.

Dar bir ekiple, hatta aileyle çalışmanın, filmin satışıyla bile bizzat ilgilenmenizin avantaj ve dezavantajları neler?
Küçük ekip tabii ki iş üzerindeki hakimiyetinizi arttırıyor. Satışları kendim yapmak istememin nedenleri arasında kazancı arttırmak, satış şirketlerine fazla güvenememek, sistemi biraz tanımak istemek gibi şeyler var. Çünkü Cannes’da yarışmada olmak gibi bir avantajım vardı. Bu avantajı sinema dünyasının her bölümünü tanımak adına kullanmak istedim. Dezavantajı yorucu olması. Ama bu önemli değil.

Gazetecilerin soruları ne yöndeydi?
Politik sorular bekliyordum. Ama Avrupa Birliği ve Irak Savaşı karşısındaki Türkiye’nin tutumuyla ilgili bir, iki soru dışında fazla soru gelmedi. Sorular hemen her zaman filmin içeriği, biçimi, uyandırdığı duygular ve niyetlerim üzerine odaklanıyordu.

Filminiz hakkındaki “Avrupa’ya yakın ama bize uzak” yorumuna katılıyor musunuz?
Hayır katılmıyorum! Bu tür filmleri bütün ülkelerde zaten azınlık seyrediyor. Eğer düşündüğüm anlamda söylenmişse…

Cannes’da hem eleştirmenlerin hem genel olarak sektörün size ve filme ilgisi nasıldı? Filmin satışlarından memnun musunuz?

Festival boyunca günlük dergilerde, gazetelerde dünyanın her yerinden sinema eleştirmenlerinin yazıları çıkıyor. Yıldız tabloları yayınlanıyor. Festival boyunca giderek yükselen bir ilgi oldu. Okumaya vakit bulabildiklerim çok iyiydi. Genel durumu yıldız tablolarından takip etmek daha kolay oluyor. “Uzak” yıldızlarda “Dogville”in hemen arkasındaki ikincilik konumunu festival sonuna kadar korudu. Ve yıldızlar alıcılar tarafından çok önemsendiği için, bir filmin fiyatını bir anda on katına bile çıkarabiliyor bazı ülkeler için. Bir de bazı firmalar yarışma sonrası ödül alan film pahalılanacağı için ödül alacağını tahmin ettikleri filmi sonuçlar açıklanmadan önce ucuza almaya çalışıyor. Biz de ödül almazsa korkusuyla önceden satmaya çalıştık. Bu durum festivalin son günlerini iyice gerginleştiriyor ve alıcılarla dayanılması zor bir telefon trafiğine neden oluyor. Bu nedenle satışların büyük bölümü beklentilerin olabildiğince netleştiği son günlerde gerçekleşiyor. Tansiyon artıyor, açık artırmalar, taktikler, borsa tarzı bir şey yaşanıyor. Sonuçta Rusya, Portekiz, Tayvan ve Güney Kore gibi ülkelerde ilk kez bir Türk filmi ticari gösterime girecek.