|
Altyazı GERÇEKLEŞMEYENLER
ÜZERİNE... Söylenemeyenler; insanın zihnini
sürekli meşgul eden, üzerine bir saniye içerisinde binlerce düşünce türettiğiniz,
kafanızın içinde değişik gerçekleşme ihtimalleri üzerine senaryolar yazdığınız,
bir saniye içerisinde bir romanın sayfalarını dolduracak kadar çok düşünce
cümlesi kurduğunuz fakat bir türlü ağzınızdan dışarı çıkmak bilmeyen,
dilinizin ucuna kadar gelen fakat tam da orada mütereddit durup bekleyen,
bir türlü doğru kelimeleri bulamadığınız için sonsuza dek orada kalmaya
niyetli olan… Konuşmak Borroughs’un dediği gibi yalan söylemektir belki
de, ağzınızdan hiçir zaman asıl düşüncenizin birebir yansıması çıkmaz,
hep bir şeyler eksiktir, eksik kalır. Uzak’ı bu eksiklik hissi üzerine
bir film olarak gördüm ben. Bir şeylerin hep eksik kaldığını düşünmek,
aklınızdaki fotoğraf kurgusunu bir türlü oluşturamamak, parçaları bir
türlü oluşturamamak, parçaları bir türlü tamamlayamamak üzerine bir film.
Bir insan düşünün ki, yaptığı her şeyin eksik kaldığını, aklında kurguladığı
ile hiçbir zaman örtüşmediğini düşünsün. Bu insan o eksikliği her zaman
içinde hissedecek ve yaşama olan bağlılığı giderek azalacaktır. Bir süre
sonra bu insan için bir şeyin gerçekleşmesi ile gerçekleşmemesi arasında
herhangi bir fark kalmayacaktır. Gerçekleşen her şey zaten yarım kalacak
demektir. Ve tamamlanmayan bir şeyin gerçekleşmesi ile gerçekleşmemesi
arasında bir fark yoktur. O şeyin gerçeklik değeri, aklınızda o saniye
içinde düşündüğünüz şeylerden ibarettir, daha fazlası değil. Ve gerçekleşen
şey, hiçbir zaman sizin aklınızdaki ile örtüşmeyecektir. Benjamin’in deyimiyle
“Bizde imrenme duygusu uyandıracak mutluluk, sadece solumuş olduğumuz
havada vardır; bazı insanlarla konuşabilirdik, bazı kadınlar kendilerini
bize verebilirdi, orada…” Bazı fotoğraflar çekebilirdik (arabayı durdurabilirdik,
tam da orada… tam da o gün batışında…), bazı kadınlara onları sevdiğimizi
söyleyebilirdik (orada… tuvaletin yankılı akustiğinde), varlığından rahatsız
olduğumuz kişinin salondan çıkması için televizyonda kanaldan kanala hızla
zap yapacağımıza ona kısaca “lütfen çıkar mısın, yalnız başıma erotik
film izlemek istiyorum” diyebilirdik (orada… sigara içilmeyen salonda),
annemizi arayabilir, ona şefkat gösterebilir, sıhhatini sorabilirdik (telefonu
çevirmiştik de, bir an sonra niye vazgeçtik?) pakette tek başına kalmış
sigarayı deniz kenarında bir banka oturup bi güzel içebilirdik (orada…
deniz kenarında, bankta…). Fakat ya o fotoğrafın çekilmiş olması ile çekilmemiş
olması bizim için herhangi bir fark ifade etmiyorsa? Ya o çekmek istediğimiz,
o tek bir saniyelik anda aklımızda beliren fotoğrafın hiçbir zaman gerçekliğe
erişmeyeceğini, aklımızdakine kıyasla hep eksik kalacağını düşünüyorsak?
Ve bu allahın belası eksiklik duygusu, bizi hiç yalnız bırakmıyorsa? Mutluluk
imgemiz hep düşündüklerimizde saklı kalıyorsa? Sonsuza dek dilimizin ucunda
hapsolmuşsa?
|