|
|
BİR
NBC FİLMİ İZLEMEK...
Sevin Okyay, Gazetem.net, 28 Aralık 2002
Ne mutlu bana ki, geçen haftaki “Yüzüklerin Efendisi: İki Kule”nin ardından,
bu hafta da aynı heyecanla yazacak bir filmim var: “Uzak”. Gerçi Nuri
Bilge Ceylan’ın benim “İki Kule” konusundaki heyecanımı paylaşıp paylaşmayacağı
konusunda hayli şüpheliyim ama, ben iki filmde de bildik bir beğenmenin
ötesine geçip, onların dünyalarına dahil oldum. Şimdiye kadar en çok satmış
kitap, en iyi kitap gibi ünvanları da olan Tolkien şaheserinin sinema
uyarlaması, daha doğrusu o uyarlamanın ikinci taksidiyle; edebiyat uyarlamalarına,
başkalarının yazıp yaptıklarına itibar etmeyen Nuri Bilge Ceylan’ın bizzat
yazıp, çekip kurguladığı; santimine, karesine, santimetre karesine kadar
hesapladığı “Uzak”.
Ceylan, “Kasaba” ve “Mayıs Sıkıntısı”nın ardından bir “şehir filmi” yapacağını
söylediği zaman, onun farklı sularda seyredeceğini sanmıştım. Bir an.
Sonra, sır çıkmayan setinin sızıntıları, ender açıklamalarıyla işin böyle
olmadığı anlaşıldı. “Uzak” şehirde geçiyor ama, iki kahramanı da şehirli
değil. Dolayısıyla filme de gene bir kasaba/kasabalı duyarlılığı hakim
olmuş. Mahmut kasabasından kopup şehre gelmiş, kendine bir mekân edinmiş,
evlenmiş, iyi yaptığı bir işi var. Ama karısından ayrı, işini istediği
şekilde yapamıyor, kendini piyasanın koşulları çerçevesinde kıstırılmış
hissediyor. Evi ise hem sığınağı, hem de bütün bu hayalkırıklıklarının
toplanıp biriktiği yer. Hayatının bugün geldiği nokta onu rahatsız ediyor
ama, kasabasından kopup uzaklara giden gemilerde miço olarak iş bulmak
üzere İstanbul’a gelmiş akrabası Yusuf’un varlığı daha da fazla rahatsız
ediyor. Zaten iş bulamadığı için daralan Yusuf’un, kendini o evde büsbütün
sığıntı gibi hissetmesine yolaçacak şeyler yapıyor. Belki bu delikanlı
ona kasabayı hatırlattığı için, belki de tanık istemediğinden. Belki de
en büyük neden bencillik. Çünkü Yusuf, ideallerine ulaşmak için her şeyi
yapmaya hazır, umut ve beklenti dolu. Mahmut ise, hayatıyla idealleri
arasındaki mesafenin gitgide bir uçurum halini almasını endişeyle izleyen,
beklentilerini geride bırakmış, şehirli aydın kimliğini üstüne oturtamamış
tatminsiz bir profesyonel.
“Uzak”, “Mayıs Sıkıntısı”nın devamı değil, ama aralarında bir tür devam
ilişkisi var. Muzaffer Özdemir’in iki filmde canlandırdığı karakterler
de, tam olarak Ceylan’ın alter egosu sayılmasa bile, onunla bazı özelliklerini
paylaşıyorlar. Oyuncularıyla yönetmen arasındaki bağ da, bu benzerlikleri
bir gelişim süreci içinde sürdürüyor. Özdemir’le Mehmet Emin Toprak, sadece
Nuri Bilge Ceylan filmlerinde oynayan amatör aktörler. Bu durum, onların
çeşitli ödüller almalarını engellemedi. Önce “Mayıs Sıkıntısı” ile Antalya
jürisi onları (filmin diğer amatör oyuncularıyla birlikte) bir özel ödüle
layık gördü. Bu yıl Ankara jürisi Toprak ve Özdemir’e “Uzak”taki oyunları
nedeniyle bir Jüri Özel Ödülü verdi. Gene bu yıl, ne yazık ki artık aramızda
olmayan Mehmet Emin Toprak, Antalya’da bir Altın Portakal’ı Oktay Kaynarca
ile paylaştı. İkisi, Ceylan’la garip bir iletişim içindeler sanki. Profesyonel
oyuncu kullanmaktan kaçınan yönetmenin (ilk kez “Uzak”ta kullandı, herhalde
Zuhal Gencer Erkaya’dan memnun kalmıştır) tercih ettiği iki başrol oyuncusu
sıfatıyla, özel bir kimya tutturmuş durumdalar. Bunu, örneğin, François
Truffaut ve Jean-Pierre Leaud arasındaki ilişkiyle mukayese etmek istemiyorum,
çünkü Ceylan-Özdemir-Toprak işbirliği, daha farklı bir işbirliği. Aynı
yerden gelmişler, benzer şeyler yaşamışlar, karakterlerin yaşam eğrilerine
bazen birinci elden, bazen tanık olarak aşinalar. Nuri Bilge’nin sinematografisi
gelişirken, onların yönetmen-oyuncu ilişkileri de gelişti. Ayla Algan’ın
dediği gibi, onlar, yönetmenin zihnindekini okutup yansıtan oyuncular.
Doğrusu “Uzak”ın da böyle oyunculara ihtiyacı var. Doğal, yaşar gibi oyunculuklara…
Farklı türde bir oyunculuk, Ceylan’ın ince hesaplarla önceden neredeyse
kare kare tasarladığı filminin bütünlüğünü bozardı. Böyle bir şey olabilirse,
tabii. Uzun planları, sinematografik montajı, doğal ışıklarıyla filmlerinin
teknik çatısını kuran Ceylan, sanki su damlaları içinde mini kozmoslar
yaratıyor. Mahmut/Muzaffer’in odası (aslında “sanat yönetimi bulaşmış”
duygusu vermeden kotarılmış birinci sınıf bir sanat yönetimi örneği),
arkadaki televizyon, kitaplar, duvarlardaki resimler, hep karelerin kenarında
kalan “sığıntı” Yusuf/Mehmet Emin’le, sahiden de bir mini dünya. Mahmut,
kendini bencilliğiyle zincirlediği bu mekânın içine, kozasına sığınır
gibi sığınıyor, ama evi onu ne rahatlatıyor, ne mutlu ediyor. Yusuf ise
pencereden dışarı, hayallerinin simgesi olan uzak ülkelere giden gemilere
bakıyor. Onun “Kasaba’yı dışarıya bağlayan uzun ince kavisli yolun başında
durup bir geleceğine bir geçmişine bakan, gidip gitmemek arası sisli düşüncelere
dalan” (Nihal Bengisu Karaca) kararsız yüzü dışında, “Uzak”tan aklımda
kalacak karelerin çoğu bu odadan. İster şehirli, ister kasabalı, herkesin
bir vakit aşina olduğu bir “daralma” duygusu eşliğinde. Ve Ceylan filmlerinde
müziğe pek itibar etmese de, bizzat filmin kendisinin yarattığı bir müzikle
birlikte…
Böyle sinemacılara sinemamızda sık rastlanmıyor. Onun için de bir Nuri
Bilge Ceylan filmini, başka bir yerde yazmış olsam da bu köşede görmemeye
içim elvermedi. Hazır fırsat bulmuşken ona ve diğer iyi sinemacılarımıza
(Ataman, Demirkubuz, Erdem, Kaplanoğlu, Özpetek, Pirselimoğlu, Ünal) buradan
bir selam yollayalım. Üç Nuri Bilge Ceylan filminin değişmez kahramanlarından,
doğal yetenek, güler yüzlü çocuk Mehmet Emin’e de…
|