|
|
Muzaffer
Özdemir ile söyleşi...
“Sarışınları
süzüp rezil olurum diye Cannes’a gitmedim”
Devrim Sevimay, Haftalık Dergisi, 5-11 Haziran 2003
Avrupa’nın
en önemli film ödülünü kazandı. Ama Cannes’daki törene bile gitmedi. Şöhret
hastalığına yakalanmamış “Avrupa’nın En İyi Oyuncusu”nu konuşmaya bile
zor ikna ettik.
“Artizlik” hastalığı size nasıl bulaşmadı?
Herkesin ilgi odağı olmak hoş bir şey değildir ki… Bunun psikolojisini
anlamış değilim. Bu hastalıklı bir durum, hiç sağlıklı değil. Ben, ilgisi
hoşuma gidecek insanların, durduğum yere yakın olan insanların ilgisinden
hoşlanırım ama herkesin benimle ilgilenmesi bence korkunç bir şey.
Yani kamuya açık değilsiniz…
Niye olayım? Aksi halde maymunlaşırsınız. Komik olursunuz.
Bir maymun sürüsü var mı ortalıkta?
Sürüsü var. Her zaman, her yerde olmaktan, hakikilikten uzak bir sürü.
Ama doğrusu kendi adıma bu ilgi yakınmasını da çok abartmamam gerek. Üç
beş gün sonra bu da geçer, bir hoşluk olur.
Aslında sizin fıtığınız falan patlamadı, sırf flaşlardan kaçmak,
Cannes’a gitmemek için bahane olsun diye ameliyat oldunuz değil mi?
(Muzip muzip gülmeye başlıyor) Ama ben ekibe sordum, bana ille de gereksinim
var mı, diye… Gelsen iyi olur ama rahat hissetmeyeceksen gelme, dediler.
Kırmızı halıdan geçmek çok mu fena?
Kırmızı halı umurumda bile değildi. Ben oraya gitseydim ne yapardım biliyor
musunuz? (Gülümseyişi giderek çocuksulaşıyor) Hani “Acun Firarda” diye
bir program var ya… Şimdi bunu itiraf edeyim, bir sürü “Acunluk” yapardım
orada. Ben de aynı o çocuk gibi, bir de üstelik olmayan yabancı dilimle
Cannes sahillerine gidip, sarışın hatunları süzüyor olacaktım. Jüriden
biri beni görse ne düşünürdü? Filmi bile tehlikeye atabilirdim. Biliyorum
başıma geleceği, en iyisi gidip de rezil olmayayım dedim. Kendimi böyle
koruyorum işte…
Hayatın zevklerine karşı kendinizi terbiye mi ediyorsunuz?
Eh, tabii biraz… Ben acı pazarlarında dolaşmayı seven biriyimdir. O gün
hiçbir sorun yoksa bile kendimle ilgili bir suç yaratır, onun üzerine
giderim. Onu da bulamadıysam diğer acı pazarlarına giderim. Meselâ yakın
zamanda en çok Bağdat’taydım. Kafam hep oradaydı.
Bağdat bu kadar çabuk düştüğü zaman Irak halkına kırılmadınız
mı?
Önce içimde bir tepki oldu ama hemen ardından “Demek ne kadar bomba yemişler”
diye düşündüm.
Şark için “ölümün sırrına sahiptir” derler…
Acı çekmiyorlar ki… Kendilerini sakınmadan acıya bırakıyorlar…
Siz kendinizi sakınır mısınız?
Yok, ben öyle değilim. Ben kendimi çok kollamaya çalışıyorum.
Türban meselesi çok tartışılıyor.
Benim o konuda kafam karışık. Kesinlikle türban takmalarını samimi bulmuyorum.
Her şeyi yapıp bir tek türbana gelince mi dindar oluyorlar? Ama yasaklamanın
da doğru olduğuna inanmıyorum. Sabretmek gerekiyor. Mutlaka bu hareket
de geçip gidecek. “Tutanamayanlar”a karışacaklar.
Sizce kimdir tutunamayan?
Herkes tutunamayanların sokakta şarap içen çocuklar olduğunu sanır. Oysa
gerçek tutunamayan işte bunlardır. Ya da banka hortumlayanlardır. Mesut
Yılmaz’dır, Tansu Çiller’dir…
Aşka
tutunamayan var mıdır?
Aşkta tutunmak olmaz çünkü aşk bir yanılsamadır. Libidonun attığı kazıktır.
Nietzsche, Schopenhauer gibisiniz…
Ama öyle. Gider, kimyamızla aşık oluruz. Çünkü o sırada kimyan gidip o
kişiye aşık olmanı söyler. Başka türlü kendini ikna edemezsin ki…
Yani yaşı başı var bu işin?
Niye lise çağında ikide birde aşık oluruz? Libido ona müsaittir de ondan.
Ama şimdi Kadir İnanır’la Türkan Şoray’ın aşk filmi ç evirmesi bana çok
garip geliyor, hiç inandırıcı değil. Artık olur mu? (Gülmeye başlıyor)
Kadınların yanılgıları çoktur da erkekler en çok nerede yanılır?
Her erkeğin bu aşk durumu yüzünden yaptığı bir hata vardır: Karşısındaki
kadını fiziksel açıdan beğenmek için kendilerini ikna ederler. Libido
doyunca da “Yahu benim aşık olduğumu söylediğim kadın bu muymuş” derler?
O arada evlenmiş de olabilir yani. Ama uyandığında “Ne yapmışım ben” oluyor.
Çocuğu da sadece türün devamı için bir gereklilik olarak görüyorsunuzdur?
Tür duygusu çok ilkel. Zaten insanla ilgili sorunlarım var. Bu kadar sorunlu
bir yaratık daha var mı yeryüzünde? Kendi bedenini ayıplayan… Gizli gizli
işiyoruz. Bir arada yaşamak zorunda kalan kirpiler gibiyiz. “Hayatın Kaynağı”
çok problemli.
.....................................................................................................................................
Muzaffer
Özdemir, Nuri Bilge Ceylan'ı anlatıyor :
"Uzak"ın yönetmeni, senaristi, kameramanı yani herşeyi olan
Nuri Bilge Ceylan da, Özdemir gibi medyaya uzak bir tip. Cannes'dan döner
dönmez tüm talebi karşılamak için toplu bir röportaj verip "Bugüne
kadar neredeydiniz?" dercesine ortadan kayboldu. İşte Özdemir'in
ağzından Ceylan :
" Dünyayı görüntülerle aktarma konusunda çok yetkin, çok inatçı,
kendine karşı son derece acımasız, ekipteki herkesten daha çok çalışır,
kalabalık çalışma ortamını sevmez. İnsanın zavallılığını bildiği için
çok alçakgönüllüdür. Çehov'u, Dostoyevski'yi çok sever."
....................................................................................................................................
Eşi,
Muzaffer Özdemir’i anlatıyor :
"Özdemir tam kendine göre bir eş seçmiş. Serpil
Hanım da aynı eşi gibi Cannes’dan ödül almanın hiçbir ayrıcalık getireceğine
inanmıyor. Bu uyum 12 yıllık bir arkadaşlığın sonucu olsa gerek. 1999’da
“Mayıs Sıkıntısı”nın çekildiği sette evlenmişler. Bankacı olan Serpil
Hanım’a “Eşinizi nasıl bilirsiniz?” diye soruyoruz. Anahtar harf “D”:
Deli; Dayanılmaz; Derin düşünceli; Dağınık; Demokrat; Dost canlısı; Dağcı;
Diyalektikçi; Daimi demoralize…"
....................................................................................................................................
|