|
|
EFENDİ
ZAMANLARIN TÜRKİYE'Sİ ÇOK UZAKTA
Mevlüt Tezel, Hürriyet Pazar, 29 Aralık 2002
Gerçek futbol,
Sokrates’li, Zico’lu efsane Brezilya Milli Takımı’nın, 1982 Dünya Kupası’nda
İtalya’ya 3-2 yenildiği maçla bitmişti. Hayatın amatörce ama Brezilya’lılar
gibi tutkulu oynandığı efendi zamanların Türkiye’sinin nasıl son bulduğu
ise “Uzak” filminde perdeye yansıyor. Sezonun en iyi yerli filminin sadece
üç salonda oynatılmasını protesto etmek adına bu filmi izleyin…
“Kahpe Bizans” ve “Vizontele”nin
Hollywood filmlerini silip süpüren muazzam gişe hasılatları bizi sevindirmiş
hatta “Yeşilçam dönüyor” diye manşetler atmıştır. Ama geçtiğimiz yıl Antalya
Film Festivali’nde sadece yedi film yarışınca Türkiye’de hâlâ bir sinema
sektörünün olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldık. Bu büyük düşüşte
tabii ki, ekonomik kriz başrolü oynadı ama sinemadan kazanılan paraların
tekrar sinemaya dönmediği de bir gerçek. Düşünün “Vizontele”yi tam 3 milyon
304 bin 310 kişi izledi. 100-150 bin dolara başyapıtlara imza atmasıyla
tanınan Zeki Demirkubuz, “Vizontele”den elde edilen gelirle belki de ömrünün
sonuna kadar kendi yağında kavrulup film çekerdi.
Peki Türkiye’de mizah alanında en parlak zekâlardan biri olan Yılmaz Erdoğan
ne yaptı? Gitti kebapçı açtı. Tamam para onun, ister tiyatro oyunu sahneler
ister film çeker. Ama şunu lütfen kabul edin, Türkiye’de sanatı salt sanat
olarak düşünen insanların sayısı çok az. Para hırsı genlerimize işlemiş.
Birisi kebapçı açıyor bir diğeri lahmacuncu, otobüs şirketi işletiyor.
Çoğu da sanat yaşamına bar işletmecisi olarak devam ediyor. Amaç hep daha
çok kazanmak. Örneğin Sinan Çetin. Ne kadar popüler kültürden beslense
de yönetmen olarak tartışmasız doğal bir yetenek. Ama o da reklam filmi
çevirmekten sinemaya fırsat bulamıyor.
Gelelim Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi gerçek sinema emekçilerine.
Bildiğiniz gibi vizyona giren hemen her film için bir hafta önceden sinema
yazarlarına ön gösterimi yapılır. Ne yazık ki, dağıtımcı firma Özen Film,
üç salonda göstermeyi layık bulduğu “uzak”a ne ön gösterimini yaptı ne
de basına filmle ilgili görsel malzeme yolladı. Nuri Bilge Ceylan’dan
yardım istediğimizde ise bize “filmi önümüzdeki hafta izlersiniz” dedi.
Düşünebiliyor musunuz? Yılda 10 bilmediniz 12 filmin çekildiği bir ülkede
belki de sezonun en iyi yerli filmi vizyona giriyor ve filmin yönetmeni
bırakın basın toplantısı ya da röportaj yapmayı ön gösterim için bile
parmağını oynatmıyor.
Nuri Bilge Ceylan da tıpkı Zeki Demirkubuz gibi milyon dolarların telaffuz
edildiği bir piyasada, popüler kültürün nimetlerinden yararlanmadan 100-150
bin dolara onurlu filmlere imza atıyor. Filmlerinde senaryo yazımından
görüntü yönetmenliğine kadar her şeyi o üstleniyor. Hatta kurguyu bile
kendisi yapıyor. Sistemin dışında kalma çabasını saygıyla karşılıyoruz
ama bu kadar da bir insan kendi kabuğuna çekilmez ki. “Uzak”ı belki 10
bin kişi bile izlemeyecek. Yazık değil mi? Saçma sapan Hollywood filmlerine
sayfalarca yer ayırıyoruz. Kendi yapımlarımıza sıra gelince yönetmenin
anlamsız sessizliğine takılıp kalıyoruz. Asıl trajedi ise “Uzak”ın başrol
oyuncusu Mehmet Emin Toprak’ın Ankara Film Festivali’nden ödülünü alıp
evine dönerken trafik kazasında hayatını kaybetmiş olması. Vizyona girecek
bir filmin oyuncusu, eğer Amerika’da ya da Avrupa’da hayatını kaybetse
hem de ödülünü aldığı gece, yer yerinden oynardı. Amacım trajik bir ölümden
ticari kazanç sağlamayı ön plana çıkartmak değil. Benim derdim ilerde
belki de Türkiye’nin en iyi oyuncularından biri olacak M.Emin Toprak’ın
izlenmeden, tanınmadan aramızdan ayrılmış olması. Eğer bu ülkede yönetmenler
kebap restoranları açmasa, kendi filmlerine ihanet etmese şu anda Mehmet
Emin Toprak’ı Türkiye’nin James Dean’i olarak anılacaktı. Gelelim filme.
Türkiye’nin Tarkovsky şubesi Nuri Bilge Ceylan, son filmi “Uzak”da, daha
önceki çalışmalarında olduğu gibi yine minimalist anlayışından ödün vermemiş.
Uzun sekanaslar, durağan kamera hareketleri ile ünlü Rus yönetmen Tarkovsky’nin
izinde ilerliyor. Ceylan görsel anlatımda ve atmosfer yaratmada Türkiye
standartlarında doruk noktasına ulaştığı kesin. Ama Ceylan’ın Tarkovsky’ye
öyküneyim derken bazı sahneleri gereksiz yere zorladığını düşünüyorum.
Özellikle de balkondaki sigara içme sahnelerinde…
Nuri Bilge Ceylan, taşra yaşamının artık çok geride kaldığını çok iyi
analiz etmiş. Taşradan büyük şehire iş aramaya gelen Yusuf’un “Fareler
ve İnsanlar” romanındaki Lenny’yi hatırlatan küçük ama onurlu hayallerinin,
kendi içsel mücadelesini halledememiş, ruhunu modern topluma satmış ağabeyinin
umarsızlığı karşısında yok oluşu Türkiye’de yitip giden değerlerin kısa
bir özetiydi aslında. İki yüzlülüğümüzü sıkı yumruklarla yüzümüze vuran
bu filmi mutlaka izleyin.
“Uzak”a sadece üç salonu layık görenleri utandırmak adına bu filmi izleyin.
Hepsinden önemlisi bu filmi büyük bir yetenek olan Mehmet Emin Toprak’ın
anısına izleyin. Belki, hayatın bu topraklarda bir zamanlar amatörce oynandığı
onurlu yıllara nasıl veda ettiğimizi hatırlarsınız.
|