nbc home  

 

Milliyet

Muzaffer Özdemir ile söyleşi


"Benim işim oyunculuk değil"


Alin Taşçıyan, Milliyet, 1 Haziran 2003

Muzaffer Özdemir, Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü, “Uzak” filmindeki merhum rol arkadaşı Mehmet Emin Toprak ile paylaştı. Özdemir başarısının tesciline rağmen oyunculuğu meslek olarak görmüyor.

Türkiye’ye Cannes Film Festivali Jüri Büyük Ödülü getiren Nuri Bilge Ceylan ile gedikli oyuncusu ve arkadaşı Muzaffer Özdemir arasında Fellini-Mastroianni arasındakine benzer bir ilişki var. Ceylan, Özdemir’i alter ego’su sayılabilecek rollerde beyazperdeye yansıtıyor. Gümüşhane’de doğan, Ankara’da yaşayan Özdemir, bir koltuğa çok karpuz sığdırabilmesinin yanında seçiciliği ve renkli kişiliğiyle de dikkat çekiyor.


Bilge ile çalışmak nasıl bir şey? “Kasaba”nın delisini oynuyordunuz.
Yenice’ye birkaç günlüğüne gittim. Biraz takılırım diyordum. Biliyorum sıkılacağımı. Bir gittim, iki kişiyle film çekiyor. Bir tarafından tuttum. Video asisti verdi bana, bir türlü kaçamadım. Bir gün “Kasabanın delisini bulamıyoruz, sen oynayacaksın” dedi. “Ben oynamam” dedim. “Sana çok uyar” diye ısrar etti. Büyük uğraşlarla bana yüklediler rolü. Bilge önce otelde oyununu oynadı, sonra Sadık oynadı. Hiç beceremediler. Videoya çekildi oyunlarımız. “Bak sen daha iyisin” dedi. Bunlar hep Bilge’nin kurnazlıkları.

“Mayıs Sıkıntısı”nın setinde size “Siz kasabanın delisi değil misiniz?” diye sordum. “Demek hâlâ akıllanmamışım ki buradayım” diye yanıt verdiniz!
Unutmuşum… Orada sete gitmiş olmadım. Aylar öncesinden Bilge bana bir şeyler söylemeye çalıştı. Zor olacağını biliyordu, nasıl ikna edeceğini kafasında kurdu. “Filmde yönetmeni oynayacaksın” dedi. “Kaç sahne?” “Üç-beş sahne?” “Gelirim” dedim. Sonra senaryoyu gönderdi: Baştan aşağı Muzaffer!

“Mayıs Sıkıntısı” ve “Uzak”taki rol arkadaşınız Mehmet Emin Toprak’tı. Yakın mıydınız?
Tabii! “Abim, abim” der başka bir şey demezdi. Onunla kaçıp Yenice’deki gölette balık tutardık. Saatlerce konuşurduk. Onda benim tespit ettiğim en hoş taraf şuydu: Bulunduğu çevrede, mahallede, okulda haksızlığa uğrayanların, çoluğun çocuğun hamilisi gibi adamdı. Kızlar ona güvenle gidip başkalarını şikayet ederlerdi. Bu beni çok etkilemişti. O çocuğu çok severdim ben.

O da hiçbir zaman oyunculuk heveslerine kapılmadı. Oysa çok genç ve yakışıklıydı…
Beni model alırdı. O hava ona ne benden geçebilirdi ne de Bilge’den. Orada yaşanmış şeylerin başka yere gidince olmayacağının farkındaydı. Akıllı bir adamdı.

Türkiye’nin tek Altın Palmiye’li aktörü oldunuz. Cannes’da ödül kazanan oyuncular arasına girdiniz. Nasıl bir duygu?
Bu benim mesleğim değil, yapmak istediğim bir şey de değil. Hiçbir zaman olmadı. Ödül meslekten olanlara edeceği etkiyi bana etmiyor. Ben hangi filmlere katılıyorum, belli. Piyasa dışı olacak. Kafa dengi ekibi olacak. Kafa dengi hikayesi olacak. O hikayede ben gerekli olacağım. Amaç iyi oyunculuk yapmak değil iyi bir film çıkmasıdır. Ben oyuncu olmayayım ama iyi bir filmde de bir şeyler yapmış olayım.

Oyuncu olmasanız ne yapmış olmak isterdiniz filme katkıda bulunmak için?
Yıllardır yapmak istediğim şey yönetmenlik: Bir oyuncu yönetmek, bir hikaye yönlendirmek, ortaya bir şey koyup onu arkadaşlarımla paylaşmak. Asıl istediğim o.

Sizi alıkoyan nedir?

1974’te Ankara’dan İstanbul’a geldim. İTÜ Jeoloji Mühendisliği bölümüne kaydoldum. Okul kandırmacaydı. Yeşilçam’a gideceğim de film yapacağım. Geldiğimin üçüncü günü Yeşilçam Sokağı’na gittim. Kahvelerde birkaç tanıdık sime gördüm, müthiş bir heyecandı. Ama iyi ki kadın değilmişim! Yeşilçam kaygan bir zemin. Nostaljik filmlerin arkasında hiç hoş olmayan bir yapı var. Orada işimin olmayacağını çok çabuk kavradım. Ancak bu yapının dışında film yapabilirim düşüncesinde karar kıldım. Kısa filmler yaptım. 16mm. belgesel çalıştım. Siyasi eylemleri kaydettim. Dağcılık yaptığım için bol miktarda tırmanış filmi çektim.

Filmler gösterildi mi hiç?
Arkadaşlarıma gösterdim. Film çekme isteğimi canlı tutmak için bol miktarda set dolaştım. Çabuk sıkılırdım. Yavuz Özkan’ın ilk filmi “Yarış”ın setine gitmiştim. Küçük bir rol aldım. “Hakkari’de Bir Mevsim” için köyde 15-20 gün kaldım. Sinema çevresinde tanıdıklarım vardı. Rahmetli Onat Kutlar Sinematek’i yönetirdi. Sohbet ederdik. Glauber Rocha’yı, Ruy Guerra’yı izlerdim.

“Kasaba”nın çekimi 1994. 80’li yıllarda ne iş yaptınız?
Ankara’ya 1981’de döndüm. Ailem inşaatçılık yapar. Birader de mimardır. Tarihi yapıların restorasyonuna başladık. Çok sevdim, sinema kadar girdi hayatıma.

Hangi yapıları restore ettiniz?

Girne’de Ağa Cafer Paşa Camii, Magosa’da Türk Mezarlığı, Gölmarmara’da Halime Hatun Külliyesi, Konya’da Ilgın Hamamları, Yine Ilgın’da Mimar Sinan’ın Kurşunlu Külliyesi, Hatay Belen’de Kanunu Sultan Süleyman Kervansarayı var. Şu anda Gümüşhane’de Süleymaniye Ulu Camii’yi restore ediyoruz.

Dağcılıkta nerelere tırmandınız?
Ağrı kış, Reşko kış, Kaçkar kış, Verçinik kış tırmanışlarını yaptım. Mont Blanc’a çıktım. İleride belki Everest’e çıkarım, popülerliği bittiği zaman, kimsenin duymayacağı şekilde! Hayalim oydu İTÜ’de dağcılığa başlarken.

Oyunculuk, yönetmenlik, inşaatçılık, dağcılık… Var mı başka yaptığınız işler?
Alabalık çiftliğim var.

Çok renkli bir kişiliğe sahipsiniz…
Yok canım, bunlar renk değil. Laila’ya gideceksin renk odur!

Magazinleşmeye tepkilisiniz…
Sanat olmayabilir, sanatsız bir hayat düşünülebilir. Ama Türkiye şu anda tam bir köçek durumunda. Türkiye’ye özgü bir modernlik patlaması. Ben utanıyorum bundan. Toplum da çok iyi ortaya koyuyor ne olduğunu. Popüler olan dominant oluyor.

Umulmadık bir teklif gelirse yurtdışından, beğendiğiniz bir yönetmenden…
Kabul etmem, tabii. Profesyonel olmadığım için o tür bir şeye kendimi yetkin görmem. Ödül bana bir güç vermez.