|
|
Uzak
Deniz Buga, BÜ.Mithat Alam Merkezi, Mayıs 2003
İstanbul’un üstüne güneşin güzelce düştüğü meneviş
sabahlardan birinde elimde bir gazete, hızlı hızlı göz gezdiriyorum. Dün
gece açıklanmış olan- erkenden yattığım için her şeyden bihaberim- festival
sonuçları son dakika haberi olup gazeteye girmiş olacak. Banka düzmeceleri
üzerine bir haber, yanında şampiyonluğa giden takımın ne müthiş maçlar
çıkardığına dair küçük bir not, üstünde billur sesli sanatçının maharetlerine
methiye dizen bir devamı sayfa bilmem kaçta haberi ve işte orada, sayfanın
sağ alt köşesinde mütevazı, birkaç cümleyle geçiştirilmiş sarsıcı bir
başarı: “Uzak, Cannes Film Festivali’nden iki ödülle birden döndü.” Yüzüme
yayılan tebessüm yavaşça büyüyor ve nihayetinde gümbürtülü bir kahkahaya
dönüşüyor. Kırmızı koltuklu geniş derslikte, tarih dersinin hemen öncesinde,
iki arada bir derede konuşuyoruz filmi, sonra festivali, sonra da Nuri
Bilge’yi...
Film yapmanın pirince düğüm atmak kadar zor olduğu bu coğrafya içinde,
film yapmaya düşkün genç kimselere karşılarına çıkan birtakım sorunları
dert etmemelerini, içlerindeki itkiye sahip çıkarak kendi yollarında,
düşe kalka da olsa yürümeleri gerektiğini söylüyordu Uzak. Kaloriferin
üzerine yatırılan ıslak çoraplar, dolaba tıkıştırılan pis kokulu ayakkabılar,
gözleri kör eden İstanbul beyazı, kısık sesli kaçamak telefon görüşmeleri,
cılız farenin geceyi bölen keskin iniltileri, mırıldanan kediler; kaybolan,
hemen sonra bir kutuda bulunan köstekli saat, yer karolarının fotoğrafları;
fotoğrafçının yeri, zemini belirsiz hayatı... Sanki hepsi dile geliyor,
süklüm püklüm pabuçlarımıza yandığımız o düş kırıklıklarında kendimizi
toparlamamızı, her şeyden önce film yapmamızı öğütlüyordu.
Kuşku yok ki, Uzak, sinema sektörünün yoklarda süründüğü, salonlara uğrayan
anlatım arazlarıyla bezeli, görsel açıdan vasatın altında seyreden, para
kazanmaya hevesli ya da tamamıyla ‘kopuş entelektüel’ ürünü olan, bir
elin parmaklarını geçmeyen sayıdaki filmlerin içimize yaydığı “ben böyle
bir ortamda nasıl film yapabilirim ki” umutsuzluğunu hafifletiyordu.
|