|
|
AYAK
KOKUSU
Fatih Özgüven, Radikal Gazetesi, 26 Aralık 2002
'Mayıs Sıkıntısı'ndan sonra, bazılarımız, bu filmin
ince eleyip sık dokuyan hayranları, nefesimizi tutmuş Nuri Bilge Ceylan'ın
yeni filmini bekliyorduk. Elbette, Nuri Bilge Ceylan'ın ikinci bir 'Mayıs
Sıkıntısı' çekeceğini, orda bizi canevimizden vuran şeyleri yeniden önümüze
süreceğini sanmıyorduk. Öte yandan, bir şehir hikâyesi olan yeni filmin
de bir biçimde taşrayla ilgili olacağını sanabilirdik. Ama bu kadar farklı,
bu kadar sert bir şey bekliyor muyduk?
Sanmıyorum. En azından ben beklemiyordum. 'Uzak', 'Mayıs Sıkıntısı'nın
şehirli seyirciye ne de olsa bir 'egzotika' olarak ulaşan taşrasına acımasızca
dürbünün tersinden bakan (uzak!), kirli, suçlu, 'ayak kokulu' bir hikâye.
Yitik bir taşrayı yeniden bulma romantizmi üzerine değil, tam tersi; taşrayı
geride bıraktığını düşünmek, şehrin eşitleyici kalabalığına karışıp o
kalabalıktan biri olduğunu sanmak, halbuki gün gelip evine taşranın ayak
kokusu dolduğunda geride bıraktığı her şeyin yeniden hayatına üşüştüğünü
görmek üzerine. 'Mayıs Sıkıntısı'nın değişik bölümlerden oluşan 'müzikal'
yapısına oranla daha 'kısa hikâye' olan 'Uzak', aynı zamanda ahlaki bir
fikir taşıyan bir hikâye, bir tür şehir faresiyle tarla faresi fablı.
(Filmin en trajik kahramanının bir fare olması da ayrı bir ironi.) Ama
elbette, 'Uzak'tan bir 'evli evine köylü köyüne' dersi çıkmıyor, tersine,
bu, bıçağı kendine sokup kanırtan bir film: 'Orda bir taşra var uzakta,
gitmesen de görmesen de o taşra sensin.' Film, kahramanlarına dair hiçbir
'hülya'ya kapılmıyor, bize de kapılmayı yasak ediyor. Taşralı erkeğin
kadınla ilişkisindeki yabanıllık, hayallere ihanet, her şeye rağmen küçük
arabasına ya da bir gemiye atlayıp kaçıp gideceği yanılsamasını beslemek
-kahramanların günahlarından yalnızca bazıları. 'Uzak'a tek itiraz, Ceylan'ın
kendi benzersiz keşfi olan 'oyuncu olmayan oyuncular'ın arasına 'oyuncu
olan' ya da 'oyunculuğa özenen oyuncular' katması olabilir. (Tiyatroculara
bu 'es'leri kim, bu 'durak'ları kim öğretiyor? Bu filmde işleri ne?)
'Uzak'ta Zeki Demirkubuz'la Nuri Bilge Ceylan'ın yolları da birbirine
yaklaşıyor, hatta kesişiyor. Demirkubuz'un mahsustan çapaklı, dikiş yerleri
belli hikâyelemesi ile Ceylan'ın titizlikle cilalanmış hikâyelemesi bir
yana, Ceylan'ın bu filmdeki kahramanlarının Demirkubuz'un kendilerini
şehrin ihanetine uğramış kahramanlarına çok yaklaştığı söylenebilir. Fark
şurdaki, Demirkubuz'un kahramanları şehirle ilgili hayal kırıklıklarını
bir öfke olarak içlerinde yaşatırlarken, Ceylan'ın kahramanları şehirle
ilgili hayal kırıklıklarını trajik bir uzlaşma halinde yaşıyorlar. Belki
de çapak ve cilalılık da bu anlamda yerine oturuyor, bir şeye işaret ediyor;
bir yanda biçimde de kendini belli eden bir didişme, öte yanda biçimin
kusursuzluğuyla dışavurulan bir melankoli, bir 'ört ki ölem' haletiruhiyesi.
(Şu var, Demirkubuz'un öfkesi film içinden film üretmesine imkân veriyor.
Nuri Bilge ise iç içe kutular gibi tasarladığı bir dizi hikâyenin sonuncusunu
çekmiş görünüyor. Bundan sonra ne yapacağı merak konusu.) 'Uzak'ın bir
sahnesinde Çehov'la Dostoyevski'nin yan yana fotoğraflarını göreceksiniz.
'Tutunamayanlar'da bir taşra kitapçısında bile Dostoyevski'sini bulan
Turgut Özben yazarı Oğuz Atay'dan Nihat Genç'e, Cemil Kavukçu'ya, Hasan
Ali Toptaş'a kadar tüm Cumhuriyet edebiyatını iki hayalet gibi kovalayan
bu iki yazar sinemada da karşılıklarını Nuri Bilge Ceylan'la Zeki Demirkubuz'da
buluyorlar. Çehov'umuz Nuri Bilge Ceylan'sa Cemil Meriç'in senlibenli
tabiriyle 'Dosto'muz da Zeki Demirkubuz. Ya da belki tersidir; bu iki
yazarın birbirinin mutlak zıddı olduğunu kim öne sürebilir?
|