|
|
UZAK:
Zeki ayrıntılarla
örülmüş bir N.B.Ceylan başyapıtı...
Tunca Arslan, Popüler Sinema Dergisi,
Ocak 2003
Robert Bresson “Sinematograf Üzerine
Notlar”ında alabildiğine yalın, süsten, gösterişten uzak bir sinema doğrultusunda,
yine aynı özelliklere sahip tanımlamalar ve öneriler getirir. Sinemacılar,
seyirciler ve eleştirmenler için son derece “faydalı bilgiler” içeren
vurgulamalarla, dikkat çekmelerle doludur bu notlar. Bir yerde, sözü hiç
uzatmadan, “Ne eksik, ne fazla” der Bresson… Ne eksik, ne de fazla… Söylediği
bundan ibarettir. Sanatının en çarpıcı halinin, “katıksız hali” olduğunu
bilen, “Ne güzelleştir, ne de çirkinleştir. Olduğundan başka türlü gösterme”
formülünü benimseyen, “gerçeği, gerekle düzeltmek”in önemini kavramış
bir yönetmenin deneyimlerinden süzülen, basit ama bir o kadar can alıcı
bir cümledir bu… İçinde o büyük “gerçeği” barındıran dört sözcük! Nuri
Bilge Ceylan için “yerli Bresson” vb. diyerek işin kolayına kaçacak değilim
elbette ama Ceylan’ın sinemamızdaki gelmiş geçmiş en iyi “Ne eksik, ne
fazla”cı olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Kısa filmi “Koza”dan başlayarak,
“Kasaba” ve “Mayıs Sıkıntısı”nda bu ilkenin sonuçlarını yansıtmıştı perdeye
Ceylan. Şimdi de “Uzak”ta aynı şeyi aynı netlikte tekrarlıyor, bir kez
daha gerçeği gerçekle düzeltiyor.
İlgililer içinde arık duymayan kalmamıştır sanırım; “Uzak”, öncekiler
gibi “kır-kasaba” filmi değil. Sayısız filme dekor oluşturmuş, binlerce
beyazperde karakterini bağrına basmış olan İstanbul var karşımızda. “Kasaba”
ve “Mayıs Sıkıntısı”ndan tanıdığımız, üniversite sınavlarındaki başarısızlığını,
huzursuzluğunu, sıkışmışlığını, beklentilerini bildiğimiz delikanlı evden
ayrılıyor. Niyeti, gemilerde iş bulup uzaklara gitmek… Üniversitelerinde
okuyamadığı İstanbul, bu kez bir istasyon onun için. Büyük kente doğru
kıvrılarak akıp giden kasaba yolu ve ardından karla kaplı İstanbul sokakları…
İşlerini hale yola sokuncaya kadar, geçici süre için, “Çoktan İstanbullu
olmuş” akrabanın dairesinde kalacak, biraz yük olacaktır. “Aslını inkâr
eden haramzadedir!” dedirtmese de akrabalarının sorunlarına karşı biraz
duyarsız olduğuna “önceden” de tanıklık ettiğimiz fotoğraf sanatçısı-yönetmen
akraba, bir yandan kişisel-duygusal sorunlarıyla uğraşır, rahatının kaçmasından
dolayı biraz sinirlenirken, bir yandan da başka işi yokmuş gibi bu genç
adamı “idare etmeye” çalışır… İstanbul ise kasabasından kopup gelmiş işsiz
güçsüz bir delikanlı için, hep aynı “Ulan İstanbul!”dur… Kış doludizgin
gelmişken, tıpkı şair gibi, “Çevremde muazzam bir baş dönmesidir adeta
şehir/münzevi bir soru işaretiyim” demektedir sanki genç adam.
Nuri Bilge Ceylan’ın kır ortamından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle
anlatımında da bazı sorunlar doğacağını, İstanbul’un “bu tür sinema” için
tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını
vurgulayalım; Ceylan, kasaba ya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda
geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor
“Uzak”ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğu, ustalığı, özgünlüğü koruyacağını
gösteriyor. “Ne söylesek, övgü olur!” diyebileceğimiz mekân ve ışık kullanımı,
büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar,
olağanüstü karakter çizimleri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir
Nuri Bilge Ceylan başyapıtı “Uzak”.
Türk sinemasında çoğu yönetmenin üzerinden atladığı ya da kenarından geçtiği
“mekânın ayrıntılarını önemseme” eğiliminin üzerinde de duralım yeri gelmişken.
Ceylan, örneğin Zeki Demirkubuz sinemasında da sıkça rastladığımız üzere,
günlük yaşamdaki kimi alanları (apartman önü, merdiven boşluğu, balkon
vb.) gayet kıvrak biçimlerde yeni alanlar olarak yaratabiliyor ve bu sayede
unutulmaz sahneler ortaya koyabiliyor. “Uzak” bu açıdan büyük zenginlik
içinde…
Ve tabii, yine Bresson ile İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı arasında değer
bulan oyunculuklar… Ceylan’ın kült oyuncuları Muzaffer Özdemir ve sinemamızın
en genç, en sevindirici kazanımlarından, “en usta amatör”lerinden biriyken
yitirdiğimiz sevgili Mehmet Emin Toprak, Feridun Koç, Fatma Ceylan, Zuhal
Gencer Erkaya, Ebru Yapıcı, “sahici olanın taklit edilemezliği”nin örneklerini
sergiliyorlar film boyunca. Ceylan’ın ilk iki filmine oranla biraz daha
“çeşitlendirdiği” oyuncu kadrosu, “Uzak”ın en çok takdir edilmesi gereken
yanlarından, başarısı Altın Portakal’la da pekiştirilmiş olan senaryonun
sağladığı geniş ama gayet iyi hesaplanmış hareket alanı içinde, son derece
özgür ama bir o kadar da “yönetmene bağlı” biçimde performans gösteriyor.
Enselenmekten ve misafirine mahcup olmaktan çekinerek, gizli gizli porno
film seyretmekten (hem de Tarkovski’nin “Stalker”ıyla perdeleyerek!) eski
eşle ilişkilere; ev sahibine çaktırmadan şehirlerarası telefon görüşmesi
yapmaktan, annenin diş ağrılarına çare olamamaya ve para pul meselelerine;
komşu kıza bakışlar fırlatma ve küçük fareyi yakalama çabalarından evdeki
sigara yasaklarına kadar, yaşamın içinden, “yaşanmışlıktan” güç alan bir
filmdi izlediğimiz. Ceylan, çoğu seyircinin her iki ana karakterde de
kendisinden çok şey bulup, kâh biri, kâh diğeri olacağı, yer yer “dejavu”
duygusu bile uyandırabilecek, dupduru, ticari sinemanın her türlü klişesinden
uzak, tadına, samimiyetine, sıcaklığına doyulmaz bir filmle doğru bildiği
yolda yürümeyi sürdürüyor kısaca söylemek gerekirse. Altın Portakal’ın
ardından da ödül toplamaya devam eden “Uzak”, sinemaseverlerimizin ve
festivalseverlerimizin, yedinci sanatın özüyle olan uzaklık-yakınlık ölçümünü
de bir kez daha ortaya çıkartacak yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi… Acıyla
seyredilecek ve sinema tarihimize Mehmet Emin Toprak’ın son filmi etiketiyle
geçecek olması, ne büyük talihsizlik…
|