nbc home  

 

 

Cumhuriyet

 

 

Uzak , 'Palmiye' peşinde

Cannes'a 20 yıl aradan sonra katılan ilk Türk filmi için olumlu eleştiriler var

Kültür Servisi - Dünyanın en çok ilgi çeken sinema festivallerinden biri olan ve 12 gün süren 55. Cannes Film Festivali maratonu dün başladı. Monica Bellucci 'nin sunuculuğunu yaptığı bir törenle başlayan festival 25 Mayıs'a kadar sürecek. Sinema tutkunları bu yıl festivalde 700'ü aşkın film izleyecek.

Toplam 20 filmin yer alacağı yarışma bölümünde bu yıl Yılmaz Güney 'in 1982'de Altın Palmiye kazanan 'Yol' filminden yıllar sonra ilk kez bir Türk filmi de yarışıyor: Nuri Bilge Ceylan / 'Uzak'.
Festivalin açılışı Polonya asıllı yönetmen Gerard Krawczyk 'in yönettiği ve başrolünde Penelope Cruz 'un oynadığı 'Fanfan la Tulipe' adlı filmle yapıldı. Kapanış filmi ise 1936 yapımı Charlie Chaplin klasiği 'Modern Zamanlar' la olacak.

Festivalin ağır topları Coen kardeşler, Quentin Tarantino ve Jane Champion 'un yarışmadan çekilmesiyle ödülü kimin kazanacağının iyice merak konusu olduğu yarışmada dikkat çeken diğer isimler ise yine eski tüfekler. 'The Moab Story/The Tulse Luper Suitcase - Part 1' la Peter Greenaway , 'Mystic River' la Clint Eastwood , 'Bright Future' la Japon yönetmen Kiyoshi Kurosawa gibi daha önce Altın Palmiye için kıyasıya rekabet edecekler. Le Figaro Magazine ise bu haftaki sayısında Nuri Bilge Ceylan'la ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: ''Ülkesinde ve Berlin'de ödül alan bu üstün yetenekli Türk, mükemmel bir outsider olarak görülebilir.'' Daha önce 'Karanlıkta Dans' filmiyle ödüle layık görülen Lars Von Trier , başrolünde Oscarlı oyuncu Nicole Kidman 'ın oynadığı 'Dogville' le, İranlı yönetmen Samira Makhmalbaf ise 'Kara Tahta' filmiyle Cannes'da.

Festivale Amerikalı sanatçıların katılmayacağı üzerine duyumlar alınmasına ve açıklamalar yapılmasına karşın gelmesi beklenen isimler arasında Tom Cruise Meg Ryan, Steven Soderberg, Ewan McGregor, Lauren Bacall, James Caan, Charlotte Rampling ve Laurence Fishburne bulunuyor.
Festivale davet edilen diğer isimlerse Nicole Kidman, Sean Penn, Tim Robbins, Kevin Bacon, Beatrice Dalle, Olivier Gourmet, Isabelle Huppert, Benoit Magimel, Keanu Reeves, Monica Bellucci, Lambert Wilson, Carrie-Anne Moss ve Peter Mullan . Bu yıl Cannes'da galası yapılacak olan filmlerden en merakla bekleneni başrolünde Keanu Reeves 'in oynadığı Wachowski kardeşlerin bilimkurgu yapımı 'The Matrix Reloaded' . Festivalde Altın Palmiye'nin sahibini belirleyecek olan dokuz kişilik jüriye bu yıl Fransız yönetmen Patrice Chéreau başkanlık ediyor. Jüri üyeleri arasında ise Hintli Aishwarya Rai, Fransız aktör Jean Rochefort , aktris Karin Viard , İtalyan yazar Erri De Luca , Bosnalı yönetmen Danis Tanovic ve Çinli yönetmen Jiang Wen yer alıyor. Kısa film ve Cinefondation ödüllerinin jüri başkanlığını Emir Kusturica üstlenirken etkinliğin Altın Kamera ödülleri jürisinin başkanlığını bir başka yönetmen, Wim Wenders üstleniyor.
15.05.2003
...................



Festivalde Türkiye günü


Resmi programın açılışında gösterilen 'Fanfan La Tulipe' ilgi görmezken, uzun süredir Cannes'da sesi soluğu çıkmayan Türkiye, Nuri Bilge Ceylan'ın 'Uzak' ve Yüksel Yavuz'un 'Bir Parçacık Özgürlük' adlı filmleriyle bir çıkış yapabilir. SESAM'ın 'Film Pazarı'nda açtığı stand da bu yıl etkili olacağa benziyor.

VECDİ SAYAR

CANNES - Sizler bu satırları okurken 56. Cannes Film Festivali dördüncü gününü yaşıyor olacak. Bizim için önemli bir gün. Nedenini açıklamadan önce, festivalin genel atmosferinden söz edelim biraz. Klasik bir başlangıçtır: Festival bu yıl sönük başladı. Gerçekten de programın ilk günleri fazla iç açıcı değil. Eğer, açılış töreninde Monica Bellucci, Penelope Cruz, Gina Lollobrigida gibi eski ve yeni güzelleri yan yana görmenin ya da 'Matrix Reloaded' i festival sarayında izlemenin sizin için özel bir anlamı yoksa ( Carrie-Anne Moss ve Keanu Reeves için durumun farklı olduğuna kuşku yok), ilk günler için söyleyebileceğiniz olumlu şeyler oldukça sınırlı. Magazin basını malzeme yokluğundan yakınırken eleştirmenler de umutlarını önümüzdeki günlerde karşımıza gelecek François Ozon, Gus van Sant' Lars von Trier, Alexander Sokurov, Peter Greenaway, Bertrand Blier gibi ustalara bağlamış durumda ya da Nuri Bilge Ceylan, Lou Ye gibi yeni isimlere.

'Uzak' görücüye çıktı

Resmi programın açılışında gösterilen Gerard Krawczyk 'in Fanfan La Tulipe 'inden ya da 'Yönetmenlerin On Beş Günü' nün açılış filmi, Joao Bothelo 'nun ''Kendini Amerika'nın Başkanı Sanan Kadın'' dan olumlu biçimde söz eden tek bir kişiye rastlamadım. Raoul Ruiz 'in 'O Gün' ünün de Ruiz hayranları dışında pek fazla kişiyi tatmin etmediği anlaşılıyor. Bu yüzden festivalin ikinci gününde burada olmaktan yana bir sıkıntım yok. Üstelik tam da zamanında buradayım. Dün (perşembe) 'Uzak' görücüye, yani dünya basınının karşısına çıktı. Bugün (cuma) ise Festival Sarayı'nda gösteriliyor. Bakalım, dünya basını ve jüri, Nuri Bilge Ceylan 'ı bizim kadar sevecek mi? Hep birlikte göreceğiz.

Günün Türkiye açısından bir başka önemli olayı da 'Yönetmenlerin On Beş Günü' programında yer alan 'Bir Parçacık Özgürlük' ( Kleine Freiheit ). Türkiye'de doğan ve 16 yaşında Almanya'ya gelen Yüksel Yavuz , Hamburg Üniversitesi'nde ekonomi, politika, ardından da sinema okumuş. Otobiyografik özellikler taşıyan ilk filmi 'Nisan Çocukları' nda (1998) bir Kürt gencinin bir Alman fahişe ile ilişkisini anlatan Yavuz, bu kez de Hamburg'un kırmızı ışıklı mahallesinde yerleşen kaçak göçmenlerin öyküsünü anlatmış. Uzun süredir Cannes'da sesi soluğu çıkmayan Türkiye, bu filmlerle bir çıkış yapabilir.

SESAM 'ın Kültür Bakanlığı'nın ve özel sponsorların finansmanı ile 'Film Pazarı' nda açtığı stand da, bu yıl her zamankinden daha iyi bir konumda ve iki kokteylle destekleniyor. Cannes kıyılarında Turkiye'nin adının geçmesi için önemli bir fırsat kaçırılmamış oluyor böylece.

Cannes'daki kültür bakanları

Keşke yeni Kültür ve Turizm Bakanımızı da Cannes'da görebilseydik. Neden derseniz, Avrupa ülkelerinin kültür bakanlarının yarısı (25 bakandan 13'ü) buradaydı da ondan... Festivalin ilk günü 'Avrupa Sineması Günü' olarak kutlandı bu yıl ilk defa. Matrix'in gösterişli tanıtım kampanyasına nazire yaparcasına... Fransa'nın Kültür ve İletişim Bakanı Jean-Jacques Aillagon 'un çağrısı ile bir araya gelen 13 bakan, ulusal kültürlerini ve sinema sanatını savunmak adına alabilecekleri önlemleri tartıştılar bir kez daha. Umarım, bakanlığımızda Avrupa'da olup bitenleri izleyen birileri vardır.. Cannes'a gelen kültür bakanlarının en ilginci ise Avrupalı değil Koreli... Kültür Bakanı Lee Dang Chong, 'Oasis' adlı filmi ile 'Eleştirmenler Haftası' programında. 17.05.2003

.......................

 

Yarışmada öne çıkan üç isim: Lars von Trier, Nuri Bilge Ceylan, Gus van Sant

Dogville' ne kadar 'Uzak'?


**Şu ana dek izlediğimiz dokuz film arasında büyük ödüllere aday olabilecek düzeyde üç film var: Lars von Trier'nin 'Dogville'i, Nuri Bilge Ceylan'ın 'Uzak'ı ve Gus van Sant'ın 'Elephant'ı. Nuri Bilge Ceylan'ın filmi eleştirmenlerin 'gözdesi' konumundaydı; bugün izlediğimiz 'Dogville'e kadar. Yarından itibaren 'yıldız tablosu'ndaki birinciliğini Trier'ye bırakması sürpriz olmaz. Ama ne gam, 'Yol'dan bu yana ilk kez bir filmimiz bu denli yoğun bir destek görüyor dünya basınında. Bir 'Jüri Büyük Ödülü'nün Uzak'a hiç de uzak olmadığını düşünüyorum. Bu yıl için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Altın Palmiye, bir kez daha Trier'ye çok yakın duruyor...

VECDİ SAYAR

CANNES - Festival yarı yola ulaşırken Altın Palmiye adayları da ortaya çıkmaya başladı. Şu ana dek izlediğimiz dokuz film arasında büyük ödüllere aday olabilecek düzeyde üç film var: Lars von Trier 'in 'Dogville' i, Nuri Bilge Ceylan 'ın 'Uzak' ı ve Gus van Sant 'ın 'Elephant' ı. François Ozon 'un 'Havuz' u ise çok iyi bir ilk yarıya karşın ikinci yarıda sıradanlaşan, beklentileri karşılamayan bir film.
Gus van Sant'ın, 1999 yılında Amerika'da Columbine kasabasındaki bir lisede iki öğrencinin gerçekleştirdiği katliamı anlatan filmi 'Elephant' , Kuzey İrlanda'daki şiddeti konu alan - Alan Clark 'ın yönettiği- 'Elephant' adlı bir İngiliz kısa filmine gönderme aslında. Michael Moore 'un 'Benim Cici Silahım' adlı belgeselinde anlattığı Columbine Lisesi'ndeki katliamdan yola çıkan Gus van Sant, Moore'dan farklı bir yaklaşım benimseyerek kurmaca bir film gerçekleştirmiş. Filmin en önemli meziyeti, öğrencilerin ruh halini yansıtmaktaki başarısı ve doğaçlamaya ağırlık veren reji çalışması. En önemli eksikliği ise Michael Moore'un tersine, olaya toplumsal bir sorun olarak yaklaşmayıp bireysel motifleri öne çıkartması. Fransız basını filme hak ettiğinden fazla bir önem verdi. Bana göre, katliamın canlandırıldığı sahnelerde gerekmediği kadar gençlerle özdeşleşiyoruz. Böylelikle film başarılı bir canlandırma olmaktan öte bir anlam, eleştirel bir yorum getirmiyor.

'Öteki' üstüne iki film

Festivalin bizce en önemli iki filmi, Türkiyeli ve Danimarkalı yönetmenlerin imzasını taşıyor. İkisinin ortak bir noktası var: Dünyaya bakışlarındaki karamsarlık. Nuri Bilge Ceylan, 'Uzak' la sinemamızın Altın Palmiye'ye hiç de uzak olmadığını kanıtlıyor. İki gündür dünya basınında çıkan yazılarda 'Uzak' tan hep övgü ile bahsediliyor. Ceylan'ın filminde ana temayı oluşturan anlamsızlık ve boşluk duygusunun dünyanın her yerinde karşılık bulması sürpriz değil elbette. Ceylan'ın bir meziyeti sinema dilinin yalınlığı ve estetik derinliği ise bir başka meziyeti de evrensel bir temayla yerelliği büyük bir sadelik içinde buluşturması.

Gerçekçilikle ironiyi ustalıkla birleştiren Ceylan'ın, üçüncü uzun metrajlı filmi ile dünya sinemasındaki yerini sağlamlaştırdığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Ceylan, 'Uzak' ta kent yaşamı ile kırsal yaşamı karşılaştırıyor. Gönlü, elbetteki kırsaldan yana (ilk filmlerini izlemiş olan seyirciler için Ceylan'ın dünyasına girebilmek zor değil); kentli insanların 'kendi hapishanelerini yaratıkları' kanısında. Özgürleşmeleri ise pek mümkün görünmüyor. Kentte egemen olan yabancılaşmanın yanı sıra iki insan arasındaki gerilimi, bireyin 'öteki' ni kabullenmekte zorlanmasını büyük bir içtenlikle anlatıyor. Filmin mesajı için karamsar diyebilirsiniz. Ama, yönetmen 'umut' un belki de en karanlık noktalarda var olduğuna inanıyor. 'Trajik olanın içindeki humour'u' görebiliyor.

Nuri Bilge Ceylan'ın filmi eleştirmenlerin 'gözdesi' konumundaydı; bugün izlediğimiz 'Dogville' e kadar. Yarından itibaren 'yıldız tablosu' ndaki birinciliğini Trier'ye bırakması sürpriz olmaz. Ama ne gam, 'Yol' dan bu yana ilk kez bir filmimiz bu denli yoğun bir destek görüyor dünya basınında. Bir 'Jüri Büyük Ödülü' nün Uzak'a hiç de uzak olmadığını düşünüyorum.

Trier'den bir başyapıt daha

Evet, herkesin daha izlemeden 'Altın Palmiye' ye aday gösterdiği 'Dogville' deydik bu sabah. Daha doğrusu, sabahın 8.30'unda 3500 kişilik salonda yer bulabilen şanslı kullar arasındaydık. Trier, beklentileri boşa çıkarmadı. Üç saatin sonunda film biterken dünyanın dört bir köşesinden gelen sinema yazarları ayakta alkışlıyordu.

Evet, tıpkı Nuri Bilge gibi -belki de tüm büyük yaratıcı sinemacılar gibi- hep aynı hikâyeyi anlatıyor Trier. Ama, her defasında farklı bir ustalık, farklı bir biçem kaygısıyla. Öyküyü anlatarak izleyicinin ağız tadını bozmak istemem. Kısaca söylemek gerekirse, dünyanın bir ucunda ( Rocky Mountains 'da), kapalı ve tekdüze bir yaşamın hâkim olduğu bir kasabaya sığınan bir 'yabancı' nın, bu insanlarla bir arada yaşama çabasını, ya da 'iyilik' le 'kötülük' arasındaki çatışmayı anlatıyor. Amerika'da 1929 krizi dönemine yerleştirmiş öyküyü yönetmen. 'Güç' ün mafya ile temsil edildiği, insan denen 'hayvan' ı test etmek için çok uygun bir döneme. Ama, pekâlâ 21. yüzyılın başlarında da geçebilirdi öykü ve 'güç' ü mafya değil, Pentagon temsil edebilirdi. 'Dogville' , farklı bir dönemi anlatıyor ama, günümüze hiç uzak değil.

Bireyin 'güç' karşısındaki çaresizliğini ve insanın yalnızlığını anlatırken, en az Nuri Bilge kadar karamsar Trier. Çözüm önermek yerine, olup biteni göstermekle yetiniyor. Peki, 'İnsan insanın kurdudur' mu demek istiyor, yoksa filmin son yazıları akarken gösterdiği fotoğraflarla farklı bir 'düşman' ı mı işaret ediyor? En iyisi daha fazla ipucu vermeden, filmin gösterimini beklemek.
Trier, öyküsünü bir maketin içine yerleştirmiş. Tüm kasabayı içeren bir maket bu. Kamera gökyüzünden aşağılara doğru inerken maketin içindeki insanları fark ediyorsunuz. Bu maketin içindeki insanlar ne kadar 'özgür' olabilirler ki? Trier, uzaktan tanıdığı Amerika'yı anlatıyor Dogville'de. Tıpkı Nuri Bilge gibi, bir yandan kendisi, öte yandan kendi dışındaki yabancı (öteki) ile hesaplaşan insanı anlatıyor. Ama, varoluşçu bir eleştiri ile yetinmiyor; sistemle hesaplaşmayı seçiyor. 'Öteki' olarak varolmanın mümkün olmadığı, ancak 'iktidar' ın bir parçası olarak ayakta kalınabilinen bir sistemle...

Kimileri, 'Dogville' i mafia'dan kaçmaya çalışan bir kızın özgürleşme çabası olarak izleyebilir. Ama, günümüz Amerika'sına Avrupa'dan yükselen bir protesto çığlığı olarak da okumak olanaklı.
'Dogville' in bir üçlemenin ilk filmi olacağını söylüyor yönetmen. Filmin kahramanı Grace'in ( Nicole Kidman 'a bir kez daha hayran olmamız şaşırtıcı değil herhalde) serüvenleri hiç kuşkusuz üç yıl boyunca dillerden düşmeyecek. Bu yıl için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Altın Palmiye, bir kez daha Trier'ye çok yakın duruyor... 22.05.2003
......................

 


VECDİ SAYAR

'Uzak'laştıkça, Yakınlaşmak

Bir haftadır Cannes'dayız. Dünyanın en önemli film festivalinden dünyaya bakıyoruz. Önemli, çünkü dünya medyasında kapladığı yer açısından ikinci sırada yer alıyor, Olimpiyatların hemen ardında... Elbette, Çetin Altan ustamızın deyişiyle 'önemli' olmak bir şey ifade etmez, mesele 'değerli' olmakta. Ama, bu açıdan da Cannes'ın eline kimse su dökemiyor: Dünyanın en değerli sinema adamları, en özgün filmleri burada...

Danimarkalı von Trier 'den Avusturyalı Michael Haneke 'ye günümüz sinemasının en büyük 'auteur' leri, film müziği denince ilk akla gelen isimlerden Nicola Piovani ; Amerikan sinemasının önde gelen yaratıcılarından Steven Soderberg, Oliver Stone, Clint Eastwood, Jeanne Moreau 'dan Nicole Kidman 'a sinema dünyasının en parlak yıldızları, sanırım bu şenliği 'değerli' kılmaya yeter de artar bile.
Dikkat ederseniz, hep Batı Avrupalı ve Amerikalı sinemacılardan söz ettim. Doğu Avrupa'dan tek bir isim bile yok. Güneydoğu Avrupa - Ortadoğu coğrafyasından ise yalnızca bir Türk ve bir İranlı yer alıyor yarışmada : Nuri Bilge Ceylan 'la, Samira Makhmalbaf ... Balkanların Emir Kusturica, Danis Tanovic (No Man's Land) gibi usta yönetmenleri Cannes'dalar. Ama, bu kez yarışmacı değil, jüri üyesi olarak. Wajda, Zanussi, Szabo, Meszaros ve daha niceleri ortalarda yok. Bir zamanlar Cannes'da Polonya sinemasının, Macar sinemasının başarılarından geçilmezdi. Ne oldu da böyle oldu, düşünmeye değmez mi?

''Dünyaya Cannes'dan bakıyoruz'' sözünü boşa söylemedik. Festival, dünyanın bir aynası adeta.
Burada, dünyadaki sorunların ve soruların hepsini bir arada yaşıyor insan. Festival sarayına her girişinizde karşınıza çıkan güvenlik önlemleri, dünyamızın nasıl bir güvensizlik krizi içinde olduğunu hatırlatıyor. Beyazperdede 11 Eylül'ün izlerini taşıyan filmler cabası... Sokaklarda polisler, göstericiler... Tüm Fransa'da olduğu gibi, Cannes'da da yoğun protesto gösterileri var. Hükümetin, özelleştirmeye ağırlık vermesine, sosyal devlet anlayışının terk edilmesine tepki veriyor toplum. Dün öğretmenler sokaklardaydı. Festivali izleyen dünya basınının dikkatini çekerek, sorunlarını dünyaya iletmeye çalıştılar. Davullarıyla, şarkılarıyla, sloganlarıyla... Polisler, festival sarayına yaklaştırmadı göstericileri ama onlar çoktan hedeflerine ulaştılar. Hafta sonunda da, ulaştırma işçilerinin grevi var... Görünen köy kılavuz istemez: Tüm Avrupa'da sol bir şeylere gebe. Neoliberalizmin kucağından kurtularak, kendi kimliğini bulma çabasında...

****
Sinemamız bu yıl Cannes'da çok büyük bir şans yakaladı. Dünyanın dört bir köşesinden gelen sinema yazarları, tek bir cümlede buluşuyorlar : 'Festivalin en iyisi, Türk filmi' . Lars von Trier gibi öteki iddialı isimler üzerinde ise görüşler farklılaşıyor. Hani, tüm dünya bize düşmandı... Cannes'da sinemamızın aldığı övgüler, iyi bir şey yaptığımız zaman bunun karşılıksız kalmayacağını gösteriyor. 'Uzak' gibi bir film yapabilen bir ülkenin Avrupa Birliği üyeliğine çok daha yakın olduğundan kimsenin şüphesi yok buralarda. Bilmem, 'oralarda' da görülebiliyor mu bu?

Keşke, Erkan Mumcu da burada olabilseydi. Hem, festivale filmi ile katılan (evet, yönettiği uzun metrajlı filmle katılan) bir başka 'Kültür ve Turizm Bakanı' (Güney Kore) ile tanışır, hem de ülkelerin sinemalarına nasıl sahip çıktıklarını görürdü. Avrupa devletlerinin Amerikan sinema endüstrisi ile yarışırcasına, bu alana nasıl yatırım yaptıklarını öğrenebilir, buraya gelen 13 Avrupa ülkesi Kültür Bakanı ile buluşabilirdi. Belki, Türkiye'de bulamayacağı fırsatı bulur, 'Uzak' filmini de seyrederdi. Ve belki de, milyonlarca dolarlık turizm reklamının onda birini buraya ayırsak çok daha etkili olurdu, diye düşünebilirdi... Eski Fransız Kültür bakanlarından biri, geçen gün pazardaki Türkiye standına gelmiş, Nuri Bilge'yi arıyordu kutlamak için... Bizim eski bakanlardan kaçı görmüştür dersiniz 'Uzak'ı? 23.05.2003
......................

 


'Altın Palmiye'nin sahibi bu gece belli olacak

Sinemamız nefesini tuttu bekliyor

* Bu yıl izlediğimiz filmler arasında heyecan verici yapıtların sayısı ikiyi üçü geçmiyordu. Altın Palmiye'nin Trier'ye gitmesi kimseleri şaşırtmaz. Nuri Bilge Ceylan'a gitmesi ise sürpriz olur. Ama güzel bir sürpriz. Jüride belirleyici rol üstlenebilecek iki yönetmenin Soderberg ile jüri başkanı Cherau olduğu ilk bakışta görülüyor. İkisinin de tercihleri 'auteur' sinemasından yana olacağına göre Trier ve Ceylan'ın şansının oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz.

VECDİ SAYAR

CANNES - Festivaller sona ererken sonuçlar üzerine tahmin yürütmek âdettendir. Biz de her yıl yaptığımız gibi, 56. Cannes Festivali 'nin sonuçlarına ilişkin düşüncelerimizi sizinle paylaşalım. Önce şunu söylemeliyim: Cannes'da bu yıl izlediğimiz filmler arasında heyecan verici yapıtların sayısı ikiyi üçü geçmiyordu. Bizce festivalin en iyi iki filminden biri, Nuri Bilge Ceylan 'ın 'Uzak' ı, diğeri de Lars von Trier 'nin 'Dogville' i idi. Sonuçta, Altın Palmiye'nin Trier'ye gitmesi kimseleri şaşırtmaz. N. B. Ceylan'a gitmesi ise sürpriz olur. Ama, güzel bir sürpriz.

Tabii her festivalde olduğu gibi jürinin yapısı belirleyecek sonuçları. Jüride 3 Fransız (Jüri başkanı Patrice Cherau , Fransız sinemasının emektar oyuncusu Jean Rochefort ve genç kuşağın parlak yıldızlarından Karin Viard ), 2 Amerikalı ( Meg Ryan ve Steven Soderberg ), 1 İtalyan (yazar Erri de Luca ), 1 Bosnalı (ilk filmi 'Tarafsız Bölge' ile Cannes'da en iyi senaryo ödülü, ardından yabancı film Oscar'ı kazanan yönetmen Danis Tanovic ), 1 Çinli (yönetmen-oyuncu Jiang Wen - 'Kapıdaki Şeytanlar' la Cannes'2000 Jüri Büyük Ödülü'nün sahibi) ve 1 Hintli (İstanbul Festivali'nde izlediğimiz 'Devdas' ın oyuncusu, eski model ve dünya güzeli Aishwarya Rai ) yer alıyor.

Trier ve Ceylan'ın şansı çok

Bu jüriden çıkabilecek sonuçları tahmin etmek kolay değil. Tanovic, Ryan, Virad ve Rai 'nin klasik bir sinema diline sahip, başarılı bir komedi olan 'Barbarların İstilası' nı tercih etmeleri beklenebilir. Politik aktivist kimliği öne çıkan Erri de Luca'nın, Denys Arcand ve Lars von Trier gibi çok farklı sinema dilleri olan iki yönetmen arasında hangisine yöneleceğini tahmin edebilmek için sinemacı yanını daha iyi tanımak gerekiyor - ki bu konuda fazla bilgimiz yok. Jüride belirleyici rol üstlenebilecek iki yönetmenin, Soderberg ile jüri başkanı Cherau olduğu ilk bakışta görülüyor.
İkisinin de tercihleri, 'auteur' sinemasından yana olacağına göre, Lars von Trier ve Nuri Bilge Ceylan'ın şansının oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Trier'nin 'Dogville' inin hayranları olduğu kadar karşıtları da var. Trier'den hoşlanmayanlar, 'yeni bir şey' yapmadığının altını çiziyor. Gerçekten de Bertolt Brecht' in epik tiyatrosunun anlatım araçlarından ve Thornton Wilder 'in 'Our Town' adlı oyununun sahne düzeninden aldığı esinler çok açık. Kendi payıma, çok başarılı bir 'uyarlama' , epikle dramatik'in etkileyici bir buluşması olarak nitelendiriyorum Trier'nin çalışmasını. Ama, tiyatrocu Cherau'nun tahminlerin aksine, 'teatral' olanı değil, daha 'saf sinema' olanı, yani 'Uzak' ı seçebileceğini düşünüyorum.

Eh! Altın Palmiye'yi 'Uzak' alırsa Trier'ye de 'Jüri Büyük Ödülü' veya 'En İyi Yönetmen Ödülü' düşer (ya da bu ödüller yer değiştirir). Eğer, jürinin çoğunluğu büyük ödüllerin hepsini 'auteur' sinemasına ayırmaktan yana olmazsa, o zaman Kanadalı Denys Arcand 'ın 'Barbarları Beklerken'inin 'Jüri Büyük Ödülü' nü alması söz konusu olabilir. Nuri Bilge Ceylan'ın payına da -üçüncülük olarak tanımlanabilecek- bir 'Jüri Ödülü' düşer. 'Uzak' için bundan daha olumsuz bir sonuç beklemiyorum doğrusu.

Amerika boş dönmeyebilir

Gus Van Sant 'in 'Fil' i ile Clint Eastwood 'un 'Mistik Nehir' i yarışmadan Amerika'yı eli boş göndermemek için çeşitli dallardaki ödüllerde söz sahibi olabilirler. Aynı şeyi yarışmadaki Fransız filmlerinin en iyisi olan Claude Miller 'in 'Küçük Lili' si için de söyleyebiliriz. Jürinin kadın üyelerinin Samira Makmalbaf 'tan yana oy kullanmaları da büyük olasılık.

Diğer dallarda, tahmin yürütmektense, kendi tercihlerimi söyleyeyim: 'En İyi Kadın Oyuncu Ödülüm': Raoul Ruiz 'in 'O Gün' adlı gerçeküstü çalışmasındaki rolüyle Elsa Zylberstein 'a ( 'Dogville' deki rolüyle Nicole Kidman alırsa da hiçbir itirazım olmaz). 'En İyi Erkek Oyuncu Ödülüm' ise Arcand 'ın oyuncusu Remy Girard 'a gidiyor. Senaryo dalında tercihim 'Dogville' , görüntü dalında ise 'Uzak' ... Bir festival daha geride kalırken bu akşam Nuri Bilge Ceylan'a şans dilemekten başka yapacak bir şeyimiz kalmıyor. 25.05.2003
.................

 

56. Cannes Film Festivali'nde büyük ödül Altın Palmiye'yi Gus Van Sant'ın yönettiği Elephant adlı film kazandı

'Uzak'a büyük jüri ödülü

* 56. Cannes Film Festivali dün gece düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. Festivalde ''Altın Palmiye'' ödülünü Gus Van Sant'ın yönettiği ''Elephant'' adlı film kazandı. Van Sant, ödül töreninde ''Yıllardır bir filmimi Cannes Film Festivali'ne getirmeye uğraşıyordum. Böyle bir ödülü almak harika'' diye konuştu. **Festivalde Nuri Bilge Ceylan'ın, ''Uzak'' adlı filmi, ikincilik ödülü olarak da kabul edilen ''Büyük Jüri Ödülü''nü kazandı. Filmde, yalnız ve yabancılaşmış iki kuzeni canlandıran Mehmet Emin Toprak ve Muzaffer Özdemir ise ''En İyi Erkek Oyuncu'' ödülünü paylaştılar. Festivalde ödül alan ilk Türk filmi,''Yol'' olmuştu.

UĞUR HÜKÜM

CANNES - Nuri Bilge Ceylan 'ın yönettiği ''Uzak'' filmi, 56. Cannes Film Festivali'nde ''Büyük Jüri Ödülü'' nü kazandı. Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak ise ''Uzak'' taki rolleriyle ''En İyi Erkek Oyuncu'' ödülünü paylaştılar. Festivalde büyük ödül ''Altın Palmiye'' yi Gus Van Sant 'ın yönettiği ''Elephant'' adlı film kazandı.

56. Cannes Film Festivali dün gece düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. Festivalde ''Altın Palmiye'' ödülünü Gus Van Sant'ın yönettiği ''Elephant'' adlı film kazandı. Bir Amerikan lisesinde yaşanan şiddet olaylarını konu alan filmin yönetmeni Van Sant, ödül töreninde ''Yıllardır bir filmimi Cannes Film Festivali'ne getirmeye uğraşıyordum. Böyle bir ödülü almak harika'' diye konuştu. Van Sant, ''En İyi Yönetmen Ödülü'' nün de sahibi oldu.

20 yıl sonra gelen başarı

Festivalde Nuri Bilge Ceylan'ın, ''Uzak'' adlı filmi, ikincilik ödülü olarak da kabul edilen ''Büyük Jüri Ödülü'' nü kazandı. Filmde, yalnız ve yabancılaşmış iki kuzeni canlandıran Mehmet Emin Toprak ve Muzaffer Özdemir ise ''En İyi Erkek Oyuncu'' ödülünü paylaştılar. Bu filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ''En İyi Erkek Oyuncu'' ödülünü kazanan Mehmet Emin Toprak, ''Uzak'' ın Cannes Film Festivali'ne katılmaya hak kazandığını öğrendikten kısa bir süre sonra, aralık ayında geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmişti.

Cannes Film Festivali'nde ödül alan ilk Türk filmi, Yılmaz Güney ve Şerif Gören 'in birlikte çektikleri ''Yol'' olmuştu. ''Yol'' , 1983 yılında Yunan asıllı Amerikalı yönetmen Costa Gavras 'ın yönettiği ''Missing'' adlı filmle birincilik ödülü olan Altın Palmiye'yi paylaşmıştı.

Diğer ödüller

Festivalde, İranlı genç yönetmen Samira Makhmalbaf ''At Five in the Afternoon'' adlı filmiyle ''Jüri Ödülü'' nü aldı. Film, genç bir Afgan kadının ülkesinin ilk kadın devlet başkanı olma idealini konu alıyor. Makhmalbaf, 53. Cannes festivalinde de ''Karatahta'' filmiyle yine aynı ödülü almıştı. Jüri, ''En İyi Kadın Oyuncu'' ödülünü ''The Barbarian Invasions'' filmindeki rolüyle Kanadalı Marie-Josee Croze 'ye verdi. Kanada-Fransa ortak yapımı ''The Barbarian Invasions'' 'ın senaristi Denys Arcand En İyi Senaryo ödülünün sahibi oldu. Festivalde En İyi Kısa Film ödülünü Avustralyalı Glendyn Ivin ''Cracker Bag'' adlı filmiyle kazanırken, ''Altın Kamera'' ödülü de ''Reconstruction'' adlı filmiyle Danimarkalı Christoffer Boe 'ye gitti. 26.05.2003
......................


 

 

 

Radikal

 

'Uzak' Cannes'a çok yakın

12 yıldan sonra ilk kez bir Türk filmi Cannes'da yarışmaya aday. Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği 'Uzak' çok büyük ihtimalle Altın Palmiye için yarışacak

MEHMET BASUTÇU

PARİS - Nuri Bilge Ceylan'ı bu yıl 'Uzak'la Cannes'da izleyeceğimizden kimsenin kuşkusu yok. Evet, ama hangi bölümde? Bu sorunun yanıtı çok büyük olasılıkla yarışmalı ana bölüm olacak. 14-25 Mayıs tarihleri arasında yapılacak olan 56. Cannes Film Festivali'ne seçilen filmler 23 Nisan'da Paris'te düzenlenecek basın toplantısında kesinlik kazanmadan önce, festivale yakın çevreler Türk sinemasının 'Uzak' ile 'Altın Palmiye'ye yeniden aday olacağını fısıldamaktalar. Bu fısıltılar, 'Uzak'ın Berlin'de yarışmaya katılmaktan vazgeçmesiyle ortaya çıkmıştı.

1982'de 'Yol' (Yılmaz Güney-Şerif Gören), 1983'te 'Duvar' (Yılmaz Güney) ve 1991'de 'Elveda Yabancı'dan (Tevfik Başer) sonra 'Uzak', 1946 yılından bu yana festivalin yarışmalı ana bölümüne seçilen dördüncü Türk filmi olacak. Nuri Bilge Ceylan, daha önce 1995 yılında ilk kısa metrajlı filmi 'Koza'yla da Cannes Film Festivali'nde yarışmıştı. Açıklanacak listelerde son anda bir değişiklik yapılsa bile 'Uzak'ın en kötü ihtimalle 'Belirli Bir Bakış' yan bölümüne kaydırılacağı düşünülebilir. Ancak önümüzdeki kimi göstergeler, Nuri Bilge Ceylan'ın dünya sinemasının en iddialı yönetmenleri arasına girme olasılığını yüzde 99 gibi çok yüksek bir düzeye çıkarmış durumda.
17 Nisan 2003
....................

 

Ceylan ustalarla 'kapışacak'

İSTANBUL (Kültür Sanat)- Nuri Bilge Ceylan'ın Antalya Altın Portakal, Ankara ve İstanbul Film Festivali'nde En İyi Film ödülü kazanan filmi 'Uzak', dünya pazarına sinema dünyasının en prestijli festivali Cannes'dan açılıyor. 'Uzak' festivalin ana yarışma bölümünde Altın Palmiye için yarışacak. Bu bölümde Ceylan'dan önce sadece üç Türk yönetmenin filmi yer almıştı: 1982'de Şerif Gören ve Yılmaz Güney'in 'Yol', 1983' te Yılmaz Güney'in 'Duvar', 1991'de ise Tevfik Başer'in 'Elveda Yabancı'.
Bu yıl 20 filmin yer aldığı yarışmada 'Uzak', Lars Von Trier, Gus Van Sant, Bertrand Blier, Andre Techine, Clint Eastwood, Alexandre Sokourov, Raoul Ruiz, Vincent Gallo, Peter Greenaway gibi birbirinden ünlü yönetmenlerin son filmleriyle boy ölçüşecek. Altın Palmiye ya da başka bir ödüle uzanabilecek mi, onu 12 gün sonra öğreneceğiz.

"Belki bu benim en otobiyografik filmim" diyen Ceylan, 'Uzak'ta önceki filmleri 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntı'sından tanıdığımız kahramanlarını kente indiriyor. Kendisine gelecek görmediği kasaba ortamından uzak diyarlara gidebileceği gemilerde çalışmak üzere İstanbul'a gelen Yusuf, iş bulana kadar reklam fotoğrafçılığı yapmakta olan akrabası Mahmut'un evinde kalmak durumundadır. Hayalini kurduğu şeylerden uzaklaştığını hissetmenin sıkıntısıyla yaşayan ve kendine göre bir düzen tutturmuş olan Mahmut, bu naif misafirini uzun süre yanında tutmak istemeyecektir.

Ceylan'ın insanın içindeki bencilliği tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği 'Uzak'ta Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak ve Zuhal Gencer Erkaya rol alıyor. 'Uzak'ta taşralı genci canlandıran Toprak, geçen yıl Ankara Film Festivali'nde kendisine verilen En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldıktan bir gün sonra trafik kazasında yaşamını yitirmişti.. 14 mayıs 2003

................


Cannes'da 'Uzak' günü

Nuri Bilge Ceylan'ın filmi 'Uzak', greve rağmen yıldızların akın ettiği Cannes'da bugün seyirciyle buluşuyor. Festivalin kimi ayrımcı uygulamalarına rağmen 'Uzak', sinemasal gücüyle öne çıkıyor

MEHMET BASUTÇU


CANNES - Sinemanın çelişkili yüzü daha ilk günden Cannes perdelerine yansımaya başladı. Önce güneş, sonra yıldızlar vardı. Daha sonra da eğlendirici sinemanın, Hollywood damgalı ağır ve sıradan yeni klonuyla (The Matrix Reloaded), yaratıcı sanat sinemasının en özgün örneği birbirini izledi.
Parlak güneşli, esintili günün sonunda, sunuculuğunu Monica Bellucci'nin yaptığı açılış gecesi güzel bir başlangıç oldu. Avrupalı ve Amerikalı yıldız oyuncular, grevlere karşın zamanında gelebilmişlerdi. Monaco Prensi Albert, ünlü konukların en yakından geleniydi ve renkli basın yanındaki iki güzel bayanla daha fazla ilgiliydi. Gecenin çifti Penolope Cruz ve Vincent Perez yanında, 51 yıl önce 'Fanfan la Tulipe'i yorumlamış olan Gina Lollobrigida da vardı... Jüri başkanı Patrice Chereau, Meg Ryan'ın kolunda gülümsüyordu.

Bir Fransız Malkoçoğlu

Gerard Krawczyk'in gerçekleştirdiği 'Fanfan la Tulipe' sanki Fransız işi Malkoçoğlu öyküsüydü. Kartal Tibet'in yorumladığı siyah- beyaz kahramanlıklardan çok daha renkli, mizahi içeriğiyle de hafif ve iğneleyici bu film, açılış geceleri için biçilmiş kaftandı. Üstelik, 18. yüzyıl Fransası'nın sarayı ve ordusuyla kıyasıya dalga geçen, bağımsız ve özgür Fanfan tipinin popülerliğini, gelecek devrimin habercisi yapan bu eğlendirici ve anlamlı film, aynı gece plaj sinemasında halka ücretsiz sunuluyordu.

Politik sinemanın örneği

Perşembe günü izlenen ilk Altın Palmiye adayı 'O Gün' (Ce jour-lâ), sinemanın ne denli yaratıcı bir sanat olduğunu haykırmaktaydı. Şilili yönetmen Raoul Ruiz'in İsviçre'de gerçekleştirdiği 'O Gün', görsel inceliğiyle içimize su serperken, anlamlı içeriğiyle de beynimizi
uyaran farklı bir sinema örneğiydi. Politikayla iş dünyasının, devletle polisin iç içe girdiği, delinin akıllı, akıllının çılgın olduğu bu çağdaş masal, günümüzün en çarpıcı gerçeklerini, gerçeküstücü biçemiyle anlatmayı başarıyordu. Raoul Ruiz, sanat sinemasının başarılı, özgün örneklerinden birini imzalamıştı...

İlk günün sabahı, büyük salonda yarışma dışı gösterime sunulan 'The Matrix Reloaded'ı izlemeye koşanları kocaman bir düş kırıklığı beklemekteydi. İçeriği, biçimi ve yüzeysel felsefesiyle, bilgisayarların kolayca yaratabileceği' kadar bomboş bir film izliyorduk. Dev bütçeli, göz boyayıcı bu uzun film, video oyunlarına tutkun yetişkinleri kuşkusuz seferber edecektir. Hem ceplerini boşaltacak, hem de beyinlerini uyuşturacaktır.

Tren grevleri nedeniyle 14 saatta zor geldiğim Cannes'da festivalin konuklarla ilgilenen bürosuna girdiğimde, duvarda, yarışmalı bölüme seçilen filmlerin yönetmen ve oyuncuları için yapılan otel rezervasyonlarının büyük boy tablosuna gözüm ilişiyor. Şaşkınlığımı gizleyemiyorum. 'Uzak'la ilgili bölümde konuklar arasında Mehmet Emin Toprak adı da yer almakta!

Ceylan'a çifte standart

"Ne yazık ki bir yanlışınız var, Mehmet Emin Toprak altı ay önce bir trafik kazasına kurban gitti" dediğimde, hep bir ağızdan "Evet, biz de dün öğrendik!" diye yanıt veriyorlar. Üç hafta önce yapılan basın konferansında, Nuri Bilge Ceylan'ın adını anası Norveçli babası da Hindistanlıymış gibi telaffuz edenlerin herhalde onca işin arasında kimi davet ettiklerini araştıracak kadar zamanları yoktu! Belki de bu 'ayrıntı'nın etkisiyle başka bir ayrıntıya takılıyor gözüm.

'Uzak' ekibinin kaldığı, eski festival sarayı yerine inşa edilen NogaHilton otelde, başka yarışmalı bölüm konuğu yok. Onlar, daha gözde palaslara, kimileri de kral dairelerine yerleştirilmişler. Aslında, hiç önemi yok diyeceksiniz. Doğru. Üstelik, eminim ki, Nuri Bilge Ceylan bu büyük otelde bile rahat edemeyecek, "Keşke daha kişilikli, küçük ve sevimli bir kenar mahalle otelinde yer ayırtsaydılar" diyecektir ama bu temeldeki gerçeği ve tavrı değiştirmiyor. Giderek 'anlaşılabilir' bulduğumuz bu tür uygulamalara, ayrıntılar söz konusu olsa bile, sinemasal demokrasi adına karşı çıkılması gerektiği görüşündeyim naçizane. Çifte standart söz konusu olduğunda, ayrıntılara bile tepki göstermeliyiz...

İşte size, çok iyi anlaşılabilir bir ayrıntı daha. Cumartesi günü, ikisi 'Altın Palmiye' adayı, ikisi de yarışma dışı gösterilen dört film izlenecek. 'Uzak'ın cumartesi günü seyirci önüne gelecek olması bir açıdan kuşkusuz iyi ama, büyük salonda yalnız bir defa, saat 16.00 seansında izleyebileceğiz. Halbuki, o gün yarışan diğer film, Pupi Avati imzalı 'Il Cuore Altrove' yanında, yarışma dışı sunulan Fransız filmi 'Qui a tue Bambi?' ile James Cameron imzalı 'Ghosts of the Abyss' gibi, iki kez gösterilecek! Pazar günü yarışacak olan François Ozon'un yönettiği 'Swimming Pool' ise, aynı salonda tam 3 kez sunulacak...

Bu tür çifte standart göstergesi ayrıntılar, doğaldır ki, 'Uzak'ın jüri önündeki şansına olumsuz etkide bulunmayacaktır. Çünkü gerçek sanat, güncel dengelerin ötesinde bir kalıcılık içerir. Ancak, bu uygulamanın, filmin dünya basınında bulacağı yankıları, mekanik olarak sınırlayacağı da ortadadır. 17 Mayıs 2003

...........................

 

Cannes 'Uzak'ı beğendi

Cannes'daki 'Uzak' ekibi yönetmen Nuri Bilge Ceylan (soldan ikinci), oyuncular Ebru Ceylan (solda), Nazan Kırılmış ve Feridun Koç gala öncesinde basın mensuplarına poz verirken hayli neşeliydi. Cannes Film Festivali'nde dün gösterilen 'Uzak'a ilk tepkiler olumluydu. Filmin içerdiği ince kara mizah, arada sırada atılan kahkahalara bakılırsa çok iyi anlaşılmıştı

MEHMET BASUTÇU


CANNES - 'Uzak'ın ilk gösterimini beklerken İran sinemasının genç adı Samira Makhmalbaf, yeni bir şavaştan çıkan Afganistan gerçeğine alabildiğine estetik bir yaklaşımla eğilen filmi 'Öğleden Sonra Beşte'yle ilgi gördü.

Güncel bir politik konuyu, görsel yanı ağır basan, simgelerle yüklü bir dille işleyen genç yönetmen, Batı'da moda olan İran sinemasının belirgin özelliklerini taşıyan 'kurnaz' bir film gerçekleştirmiş. İçeriğiyle günün sıcak gerçeklerine farklı bir eleştirel gözle yaklaşırken biçimsel düzeyde de aranılan tadda bir film imzalamış.

'Öğleden Sonra Beşte', Talibanların Amerika ordusunun başı çektiği uluslararası askeri güçle iktidardan düşürülmesinden sonra kapılarını kızlara da açan okullarda yeşeren beklentileri ve kız öğrencilerin önüne dikilen geleneksel engelleri, öğretici yönü zaman zaman ağır basan 'geveze'
bir senaryo eşliğinde anlatıyor. Okuyup Afganistan Cumhurbaşkanı olmayı hedefleyen genç kızın öyküsü, kadın ve insan haklarını savunanlardan, ABD hükümetinin neoemparyalist politikasına karşı çıkanlara dek herkesi hoşnut edecek göndermelerle dolu.

Nabza göre şerbet

Adını Garcia Lorca'nın tanınmış şiirinden alan 'Öğleden Sonra Beşte' sıcak, güzel bir film. Ancak, yer yer nabza göre şerbet verdiğinden, beğenilmesi için planlanmış sahneler ve hoşa gidecek diyaloglarla donatılmış bu filmin samimiliğinden zaman zaman kuşkuya düştüğümü de belirteyim.
Fransız sinemasının ince duyarlığı eskimeyen adlarından Andre Techine, başka bir savaş gerçeğine, -2. Dünya Savaşı başlangıcında Paris'i terk etmek zorunda kalan insanların kişisel dramlarına- alabildiğine insancıl ve mesafeli bir yaklaşımla 'bakıyor'. Kocası savaşın ilk yıllarında ölen genç öğretmen Odile, 13 yaşındaki oğlu ve küçük kızıyla güneye doğru kaçmaya çalışırken, bombalanan yolda arabası yanınca, karşılarına çıkan hapishane kaçkını yeniyetme gencin yardımıyla, orman kenarındaki terk edilmiş büyük bir eve sığınır. Farklı sosyal sınıflardan gelen, eğitimleri ve yaşam biçimleriyle taban tabana zıt olan iki kişi arasında, savaş gerçeğinin zorladığı koşullarda iyice belirginleşen farklılıklar, sonunda dayanışma ve insan sevgisi temelinde buluşacaktır. Ancak savaş ılık düşlere değil, sıcak karabasanlara gebedir. Emmanuelle Beart'ın yorumladığı
'Kayıplar' (Les Egares) akademik dili ve klasik içeriğiyle biçimsel ve temasal yenilikler içermese de, düzeyli Fransız sinemasının tipik bir örneği olarak zevkle izleniyordu.

'Uzak' Palmiye'ye yakın

Klasik reçeteli başka bir film de İtalyan Pupi Avati'nin 'Uzaklardaki Yürek' (Il Cuore Altrove) adlı aşk öyküsüydü. Ne Andre Techine ne Pupi Avati ödül listesinde yukarılara tırmanacak güçte değil. İlk günlerin öne çıkan adları Raoul Ruiz ve Samira Makhmalbaf yanına Nuri Bilge Ceylan'ı da yansız bir değerlendirmeyle gönül rahatlığı içinde ekleyebiliriz.

Uzak'ın dikkatli bir havada izlenen ilk basın gösterisinden sonra aldığımız tepkiler çok olumluydu. Filmin içerdiği ince kara mizah, arada sırada atılan kahkahalara bakılırsa çok iyi anlaşılmıştı. İncelikli mizansenin yanı sıra, çarpıcı bir estetik bütünlüğü damıtan özenli görüntülerin büyüleyici etkisi, karanlık salonda neredeyse elle tutulur bir yoğunluğa ulaşmıştı. Işıklar yanarken, beklediğimiz alkışlarla karşılaşamadık gerçi ama, tutkuları törpülenmiş insanların yerçekimsiz bir ortamda üzerlerinden atamadıkları varoluşçu sorunları alabildiğine mesafeli, hatta duygusallıktan kaçınmak adına özellikle soğuk bir yaklaşımla işleyen 'Uzak', kuşkusuz heyecanlı tepkiler doğuracak türden bir yapıt değildi. Acaba, kusursuz mizanseni gerisinde duyumsanan tanımı zor doyumsuzluk, senaryonun minimalist yapısındaki kimi boşluklardan mı kaynaklanıyordu?

Bu soruyu kısaca yanıtlamak kolay değil. 'Uzak'ı büyük salonda üçüncü kez görüp, basın toplantısını izledikten sonra belki kendi anıma yeni ipuçları yakalayabileceğim. Ayrıca, önümüzdeki günlerde kimi ciddi Fransız gazetelerinde çıkacak yazılar da farklı bakış açılarıyla, Türk sineması adına çok önemli bir başarıya imza atan 'Uzak'ı daha iyi değerlendirmemize yardımcı olacaktır kuşkusuz.
18 Mayıs 2003
..........................

 

Gözde tarz yalınlık

Cannes'da gösterilen Türkiye'den 'Uzak' ve ABD'den 'Fil' minimalist anlatımda buluşuyor. 'Uzak' biçimiyle beğenilirken içeriğiyle birçok soru işareti uyandırdı

MEHMET BASUTÇU


CANNES - Cannes'da deyimin her anlamıyla yıldızlar savaşı yaşanır. Her sabah saat sekiz buçuktaki ilk seansa gitmek için otelden çıkarken alınan günlük dergilerin arkasındaki yıldız tablosuna hemen göz atmayan yoktur. 'Uzak' bu savaşta, yolun üçte ikisine ulaştığımız şu günlerde, ilk sıralara yerleşmiş durumda. Önümüzde, Gus Van Sant, François Ozon ve daha festival başlamadan önce favori ilan edilen Lars Von Trier var ama, burada Nuri Bilge Ceylan ve Türk sineması adına güzel bir başlangıç yaşanmakta.

Le Film Français dergisinin yıldız tablosunda verilen iki 'Altın Palmiye' yanında, hem de Cahiers de Cinema gibi ciddi bir dergiden en düşük notu alan 'Uzak', sinema sanatının en çok tartışılan konusu, biçimle içerik arasındaki denge üzerine ilginç bir akademik örnek olarak değerlendirilebilir. Karşılaştığı genel beğeni biçimsel özgünlük ve estetik bütünlük üzerine yoğunlaşırken, eleştiriler, daha doğrusu soru çengelleri, senaryonun dramatürjik yapısındaki boşluklara işaret ediyor. Bu ikilem, film ikinci hatta üçüncü kez izlendiğinde daha da belirginleşmekte. Görsel açıdan ne kadar başarılı, titiz mizanseniyle ne kadar kusursuza yakınsa, yönetmenin içerik konusunda bilinçli olarak sergilediği minimalist, 'duygusuz' bakış da o kadar göze batıyor.

Anlatılmak istenen ne?

Basın toplantısında dile getirilen temel sorular, filmin baş karakterlerinin davranışları gerisindeki neden/olay zincirinin kopukluğuyla ilgiliydi. Yönetmen ne anlatmak istiyordu? Kentle kasaba yaşamı arasında sıkışıp kalmış, biri entelektüel burjuvalaşma basamağında tökezleyen, diğeri de işsizlik bunalımını kayıtsızca yaşar gözüken melankolik tiplemeler, Türkiye'nin temel sorunlarına metaforik göndermelerde mi bulunuyordu? Türk insanı da, Mahmut ve Yusuf gibi, iki arada bir derede mi kalmıştı? Avrupa Birliği ile Asyalı kökleri, laik demokrasiyle ılımlı İslam devleti arasında tercih yapamayan, boşlukta kalmış, sıkıntılı bir Türkiye miydi geride görülemeyen... Neden her şey olumsuzdu? Hiç mi umut yoktu? Nuri Bilge Ceylan, Le Monde gazetesinin 18 Mayıs tarihli sayısında, Nicolas Monceau'un Istanbul'da yapıp gönderdiği söyleşide vurguladığı genel yaklaşımını, heyecanını gizlemeye çalışan sakin bir sesle, filmindeki gibi minimalist bir biçemle yanıtlıyordu:

"Benim için önemli olan insanların ne duyumsadıklarıdır. Onların iç dünyalarıdır. İstanbul'u da olduğu gibi, yani gördüğüm gibi çektim. Şöyle ya da böyle olsun diye özel bir çaba göstermedim. Anlamsızlık ve boşluk üzerine bir film gerçekleştirdim. (...) Beni sinema yapmaya götüren Tarkovski ya da Çehov'un etkileri, olaylara ve insanlara başka gözlerle bakmam sonucunu doğurdu; önceden görmediğim kimi ayrıntılara takılır oldu gözüm..."

Amerika'dan minimal bir film

Pazar günü, 'Uzak 'tan sonra izlediğimiz Amerikan sinemasının bağımsız yaratıcılarından Gus Van Sant da minimalist sinemanın çarpıcı bir örneğiyle ödül listesinin üst sıralarına aday oluverdi. Gus Van Sant, 'Fil' (Elephant) adlı filminde, geçen yıl Michael Moore'a Cannes'da ödül getiren 'Benim Cici Silahım' (Bowling for Columbine) belgeselinin çıkış noktası olan, 1999 yılında Columbine Lisesi'nde yaşanan kanlı şiddeti farklı bir dille anlatıyor. Kırk beş dakika boyunca, sakin görünümlü bir lisede dolaşıyoruz. Öğrencilerin günlük yaşamlarını, sorunlarını, dertlerini, spor salonundan kütüphaneye, tuvaletlerden kantine kadar, alabildiğine dikkatli ama sessiz bir kamera eşliğinde adım adım izliyoruz. Gus Van Sant bu çatıyı kurduktan sonra, tam nereye gitmek istediğini kendi kendimize sormaya başladığımız anda, biri Beethoven'in 'Elise İçin' adlı parçasını piyanoda çalmaktan hoşlanan, Neonazi taşkınlıkları olabileceğinden kuşkulanmadığınız iki gencin, asker giysileri ve otomatik silahlarıyla girdikleri lisede onlarca öğrenciyi ve öğretmeni nasıl vurduklarını, minimalist bakış açısını yitirmeyen bir kamerayla aktarıyor. 'Drogstore Cowboy' (1989), 'My Own Private Idaho' (1991) ve 'Finding Forrester' (2000) gibi filmleriyle tanınan Gus Van Sant, yıldız tablosunda geniş bir yelpazeye aday olan 'Fil'de, beğenelim ya da beğenmeyelim, minimalist biçimle sağlam içeriği ustalıkla dengelemeyi başarıyor. 21 Mayıs 2003

..............................

 

Screen International dergisinin eleştirmenlere yaptırdığı puan tablosunda, Nicole Kidman'ın rol aldığı 'Dogville' 3.1 puanla birinci, 'Uzak' ise 3 puanla ikinci sırada yer alıyor.

Ceylan mı, Trier mi?

Bu akşam sona erecek 56. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'nin en güçlü adayı Lars von Trier'in 'Dogville'i. Ödül için adı ikinci sırada geçen film ise 'Uzak'

MEHMET BASUTÇU


CANNES - 56. Cannes Film Festivali bu akşam yapılacak ödül töreniyle sona eriyor. Festivalin sonuna yaklaşırken, Lars von Trier'in neden Altın Palmiye'nin en güçlü adayı olduğu, hiç beklemediğiniz anlarda sanki bilinçaltından fışkırırcasına belirginleşiveriyor. 'Dogville'in doğurgan yapıtlara özgü etki gücü artarak sürmekte. Yenilikçi cesur dilinin getirdiği biçimsel devrim bir yana, senaryosunun yoğun dokusu içinde filizlenen temasal zenginlik, zaman geçtikçe belleğinizde yeşererek kök salıyor...

Yaşama bir anlam vermenin, en azından bir işe yaramak isteğinin önemi; hoşgörünün kırılganlığı; insanoğlunun kuşkucu, bencil ve çıkarcı davranışlarının kaçınılmazlığı; sevginin ikiyüzlülüğü; duyarlı yaklaşımların yerini hemen almaya hazır önyargıların katılığı; yabancısı olunan bir topluluğa uyum sağlamanın önüne dikilen duvarların aşılmazlığı; güçlüye boyun eğme, güçsüzü ezme içgüdüsünün kahredici canlılığı; öç alma duygusunun insanları ittiği kaygan zeminler; şiddetin her an parlamaya hazır alevi... İşte, ustalıklı bir sinema diliyle işlenen sağlam bütünün gerisindeki bu temasal zenginlik, Trier'in 'Dogville'ini festivalin en başarılı, en unutulmaz filmi yapıyor.

Kanada, daha doğrusu Quebec sinemasının ustalarından Denys Arcand, adını dünyaya tanıtan 'Amerikan İmparatorluğunun Düşüşü' (Le Declin de l'Empire Americain, 1986) adlı filminden bu yana en başarılı çalışması olan 'Les Invasions Barbares' (Barbarlar Akını) ile Cannes Film Festivali'n en çok güldüren filmine imza attı. Kara mizahı ustalıkla kullanan Denys Arcand bugün altmışlarına gelmiş 68 gençliğinin tutku ve hata dolu yaşamının renkliliğini, özeleştirel bir biçemle kaleme almış. Ölümcül kanserin yatağa bağladığı çapkın ve 'solcu liberal' profesörün ve çevresindekilerin yaşamlarına kendi kendileriyle dalga geçerek bakmalarını kahkahalarla izlerken, Montreal'den gelen bu taze soluk içimizi ısıtıyor.

Eleştiri ve özeleştiri dozu yüksek bu toplumsal güldürü, Kanada'daki sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden uyuşturucu kullanımına, düzenin bir parçası olan sendikaların nasıl kemikleşmiş mafyasal kurumlara dönüştüğünden aydınların son 40 yıl içinde düştükleri yanılgılara, cinsel özgürlükten ölüm özgürlüğü ötanaziye dek bir dizi önemli konuyu, alaycı bakışın hafif gözlükleri ardından acımasızca irdeliyor. 'Barbarlar Akını' kıvılcımlı mizahıyla, karamsar ve karanlık dünyaları anlatan ağır filmlerden sonra festivalin yüreğine su serpen, sonuçta söz sahibi olacak özgünlükte bir film olarak içtenlikle alkışlandı.

Fransız basını çekimser

Geçen günlerle birlikte ilgi gören filmlerin sayısı arttıkça, bir yapıtın unutulmaması, bıraktığı izin kuşkusuz en belirgin kanıtıdır. Bu bağlamda, 'Uzak' hem özel konuşmalarda hem de yıldızlar tablosundaki sağlam yerini korumayı sürdürüyor. Fransız basınının, özellikle de Le Monde ve Liberation gibi gazetelerin çekimser kalmasına karşın, İngilizce konuşup yazan uluslararası basın Nuri Bilge Ceylan'ın filmine çok daha sıcak bakıyor. Örneğin, Screen International dergisindeki yıldız tablolarında 'Uzak' başa güreşmeyi sürdürmekte. İngiltere'den İspanya'ya, Danimarka'dan İsrail'e dek, coğrafyası genişletilmiş Avrupalı eleştirmenlerin görüşlerini yansıtan bu tabloda, ortalama notu 3.1 olan 'Dogville'in hemen arkasından, 3.0 tutan notuyla 'Uzak' ikinci sırada yer alıyor. Denys Arcand'ın filmiyse aynı tabloda 2.8 ortalamayla üçüncü sıraya tırmanıverdi.

İzlemediklerimiz arasında sonuçları etkileyebilecek güçte dört yönetmenin filmi bulunmakta. Clint Eastwood, Sean Penn'in yorumladığı 'Mystic River'; Alexander Sokurov, estetiğiyle yine yüksek bir düzey tutturması beklenen 'Baba ve Oğul'; Bertrand Blier ise Philippe Noiret ve Michel Bouquet gibi iki dev oyuncunun omuzladığı 'Pirzolalar' ile tüm beklentileri altüst edebilirler. Özellikle en iyi erkek oyuncu ödülü dalında son günlerin kıyasıya bir yarışa sahne olacağını öngörmek çok kolay. Peter Greenaway'i de sürpriz yapabilecekler arasına katmak gerekiyor. 25 Mayıs 2003

......................

 

 

'Uzak'la Cannes'da Jüri Büyük Ödülü kazanan Nuri Bilge Ceylan, ödülünü 1982'de 'Yol'la Altın Palmiye kazanan Yılmaz Güney'e ithaf etti.

Cannes jürisi sanattan yana

Önemli ödüllerin tümünü Gus Van Sant ve Nuri Bilge Ceylan filmlerinin topladığı Cannes'da, sanat sineması ezici bir zafer kazandı. 'Uzak'ın başarısı salt Türk sinemasının başarısı sayılabilir

MEHMET BASUTÇU


CANNES - 56. Cannes Film Festivali, Türk sinemasının büyük başarısıyla sonuçlandı. Nuri Bilge Ceylan, ilk kez içeriğinden çok sinemasal diliyle öne çıkan bir Türk filmiyle yarıştı ve iki önemli ödül birden aldı. Film, festivalin ikinci ödülü sayılan Jüri Büyük Ödülü'nün yanında, Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir'e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandırdı. Altı ay önce bir trafik kazasında yaşamını yitiren Mehmet Emin Toprak ise Cannes'da ölümünden sonra ödül alan ilk oyuncu oldu. Aslında, 'Uzak' daha Cannes'a seçildiğinde bir ilke imza atmıştı. Eldeki veriler, Nuri Bilge Ceylan'ın, Yılmaz Güney, Şerif Gören ve Tevfik Başer'den sonra yarışmalı bölüme seçilen dördüncü Türk yönetmen olduğunu göstermekteydi. 'Yol' (1982), 'Duvar' (1983) ve 'Elveda Yabancı' dan (1991) sonra Altın Palmiye adayı dördüncü Türk filmi olan 'Uzak'ın farklı bir yanı vardı: İçeriği hiçbir politik ilgi kaynağı doğurmadığı gibi, yapımıyla da yüzde 100 'ulusal' nitelikteydi. 'Uzak'ın Cannes'a seçilmesinde salt sanatsal değerler gerisinde başka nedenler bulmak, en kuşkucu yaklaşımla bile mümkün değildi. Bu nedenle, pazar gecesi Türk sinemasının Cannes'da kazandığı başarının, 'Yol'un 21 yıl önce 'Costa Gavras'ın 'Missing'iyle (Kayıp) paylaştığı 'Altın Palmiye'den daha önemli ve anlamlı olduğu görüşündeyim. Katıksız bir sanat sineması örneği olan 'Uzak', yalın dili ve estetik bütünlüğüyle kendine sinema dünyasında saygın bir yer edindi.

Atlantik ötesi sanat sinemasının bağımsız adlarından Gus Van Sant, 'Elephant'a (Fil) verilen Altın Palmiye yanında, En İyi Yönetmen ödülünü de alınca, festivalin en başarılı yönetmeni oluverdi. Amerikan sineması 1994'ten bu yana beklediği Altın Palmiye'ye kavuşuyordu, ama bir Hollywood filmiyle değil de, televizyon için çekilmiş, küçük bütçeli, bağımsız bir sanat sineması örneğiyle. 'Fil' biçimsel yalınlığı ve bireysel şiddete uzaktan bakan gözlemci yaklaşımıyla, 'Uzak'ın sinemasal çizgisiyle akraba bir yaratıcı sinema örneği olarak alkışlanmıştı.

Ödül listesinin tümüne biraz uzaktan bakıldığında, yeni biçimler arayan yaratıcı sinemaya öncelik tanıyan bir sanatsal çizgiden söz etmek gerekiyor. Başka bir deyişle jürinin seçimlerinde radikal bir tavır göze çarpmakta. Tıpkı dört yıl önce, David Cronenberg başkanlığındaki jürinin yıldız adları bir kenara iterek, Dardenne kardeşlerin 'Rosetta'sına Altın Palmiye verirken bu filmin profesyonel olmayan oyuncusu Emilie Duquenne'i de En İyi Kadın Oyuncu ilan etmesi gibi. Kanadalı yönetmen Denys Arcand'ın filmi 'Barbarlar Akını' da ödül listesinde iki kez yer almaktaydı. Böylece, yarışan 20 film arasından üçü, verilen yedi ödülün altısını toplamış oluyordu! Listenin en alt sırasındaki Jüri Özel Ödülü'nü alan Samira Makhbalmaf'la birlikte sayısı dörde çıkan ödüllü filmlerin iki ortak özelliği vardı: minimalist yaklaşım ve görselliği ön plana çıkaran şiirsel sinema dili estetiği...

Jüri başkanı Patrice Chereau'nun ağırlığına işaret eden bu radikal çizgi, geniş sinema yelpazesi içinde yaratıcı sıfatıyla nitelenen dar dilimde yer alan filmleri ödüle götürmüş oldu. Bu liste aslında son derece tutarlı bir liste sayılmalıdır. Tanınmamış genç bir oyuncu kadın oyuncu seçilirken, erkek oyuncu ödülünün de 'Uzak'ın profesyonel olmayan oyuncuları arasında paylaştırılması bu radikal tavrın başka bir kanıtı. Ödüller açıklandıktan sonra hemen yükselen eleştirilerin önümüzdeki günlerde çeşitli polemiklere yol açması bekleniyor. Kendi adıma, Patrice Chereau ya da David Cronenberg (1999) çizgilerinin içerdiği yenilikçi soluğu, örneğin geçen yıl dengeli ama çekingen bir ödül listesi oluşturan diplomatik David Lynch çizgisinden çok daha anlamlı ve yararlı buluyorum.

Kitle sinemasına ödün yok

En büyük sürpriz 'Dogville'in ödül alamaması oldu. Fransız tiyatro ve sinemasında, hem yönetmen hem de oyuncu olarak saygın bir yeri olan Patrice Chereau, filmin büyük olasılıkla hiç sevmediği 'ahlakçı' içeriğine karşı gösterdiği tepkiyi, diğer üyelerle paylaşmayı başarmıştı. Nicole Kidman da herhalde bu tepkinin kurbanı oluyordu. Beş filmle yarışmasına karşın Fransız sineması da unutulmuştu. Avrupa sinemasının varlığından bile söz edilemezdi...

Evet, bu yıl Cannes'da tuhaf bir festival yaşandı. Sokaklardaki kalabalık yaklaşık dörtte bir oranında erimişti. Salonlarda boş yer bulmak mümkündü. Gösterilen filmler beklenen heyecanı yaratamıyordu. Alkışlar coşkusuz, ıslıklar bile isteksizdi. Tanımı zor bir huzursuzluk, bir tedirginlik hüküm sürmekteydi...

Ödüllerin yarattığı sürpriz yanında, en iyi kadın ve erkek oyunculardan hiçbiri pazar gecesi Cannes'da değildi. Sahneye çıkmaları beklenen yıldızlar salonda koltuklarına çivilenmiş, sahneye çağrılanlar ise mutluluklarını binlerce kilometre uzakta yaşamışlardı. Bu ayrıntıların ötesinde önemli olan katıksız sanat sinemasının Cannes'da kazandığı ezici zaferdi. Duygulara seslenen, izleyiciye belirli bir heyecan iletmeyi amaçlayan türden filmler bir anlamda yarışma dışı tutulmuş; bir şeyler açıklamak ya da belirli bir mesaj iletmek yerine klinik gözlem ve saptamalarla yetinen filmler tercih edilmişti. 27 Mayıs 2003

...................................

 

Uzaklara giden ödül

Mehmet Emin Toprak, yaşasaydı ödülünü Elizabeth Hurley'in elinden alacaktı.

ERKAN AKTUĞ


İSTANBUL - 'Uzak'ın Cannes'daki başarısının insanın içini sızlatan bir yanı var: Mehmet Emin Toprak ödülünü göremedi. Kısacık yaşamına kalıcı olan çok şey sığdırdı ama bu büyük ödülü göremedi. Onu sadece filmlerden değil biraz olsun yakından tanıyan birine zor geliyor bu.

Mehmet Emin, geçen aralık ayında Ankara Film Festivali'nde kendisine verilen ödülü aldıktan bir gün sonra Çanakkale'de geçirdiği trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmasaydı, önceki akşam dünya sinemasının kalbinin attığı Cannes'da, Elizabeth Hurley'in elinden alacağı En İyi Erkek Oyuncu ödülünü gururla havaya kaldıracak, teşekkürlerini sıralarken büyük ihtimalle heyecanlanacak ve tıpkı Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yaptığı gibi seyircilerden özür dileyip kendi şivesiyle konuşmasını tamamlayacaktı. Elizabeth Hurley'in elinden ödül almak kimi heyecanlandırmazdı!
Mehmet Emin'in heyecanı, bitmek bilmez yaşam enerjisinden kaynaklanıyordu.

'Uzak'ın çekimleri geliyor gözümüzün önüne: Çekimleri izlemek için sete gitmiştik. Set dediğimiz Nuri Bilge Ceylan'ın evi, set ekibi de yönetmen dahil beş kişi... Bir de tabii oyuncular Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak var. Belki biz gittiğimiz için konsantrasyonu bozuldu, belki başka bir nedenden, Nuri Bilge Ceylan çekimleri iptal etmişti. Önceki gece sabaha kadar çalıştıkları halde Mehmet Emin, bu fırsattan yararlanmak istiyordu. Beyoğlu gecelerine 'akmak' için setteki arkadaşları ayartmaya çalışıyordu. Ne de olsa gençti.

Çanakkale Seramik fabrikasında çalışıyordu Mehmet Emin. 'Uzak' için özel izin almıştı. 'Bilge abim ne isterse yaparım' diyordu, izin için zorluk çıkarmayan yöneticilere teşekkür ediyordu, çekimlerden sonra sevdiği kızla evleneceğini söylüyordu. (Evlenmişti de. O öldüğünde karısı hamileydi.) 'Oyuncuyum' diyen pek çok oyuncudan daha iyi performans sergilediği halde Ceylan'ınkilerden başka filmde oynamamıştı. Riske girmek istemediğini, işini sevdiğini, arada bir Bilge abisiyle çalışmanın onu çok mutlu ettiğini söylüyordu. Belki film piyasası korkutuyordu onu, belki de İstanbul...

Mehmet Emin'in doğal oyunculuğu, Türkiye'deki festival jürilerinde şöyle bir kanı uyandırmıştı: Oynamıyor ki. Ya da kendisini oynuyor, hep aynı rolü oynuyor... Bu yüzden onun başarılı oyunculuğu özel ödüllerle geçiştiriliyordu. Evet, kendisini oynuyordu Mehmet Emin, tıpkı 'Uzak'taki gibi uzaklara giderek... 27 Mayıs 2003

.......................

 

'Uzak', 21 yıl sonra Türkiye delegasyonunun Cannes'da kırmızı halılar üzerinde yürümesini sağladı.

'Uzak'la açılan kapı

Nuri Bilge Ceylan'ın Berlin'i reddedip Cannes'a katılmasıyla Türk sineması için çok önemli bir fırsat yakalandı. Dağıtımcılar, Ceylan'ın senaryosu bile yazılmamış projesini almak için yarıştı

SABAHATTİN ÇETİN
 (Ulusal Sinema Platformu Sözcüsü )


CANNES - Nuri Bilge Ceylan, 2002'de çektiği 'Uzak'la Antalya Film Festivali'nde belli başlı bütün ödülleri topladıktan sonra Berlin Film Festivali'ne başvurdu. Berlin Seçici Kurulu filmi hemen ana yarışma bölümüne kabul ettiğini Nuri'ye bildirdi. Nuri, Berlin'e hazırlanırken ilginç bir gelişme oldu.
Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacob, 'Uzak'ı Cannes'a almak istiyordu. Nuri'yi ve arkaşlarını heyecanlandıran şey Cannes'a seçilmiş olmaktan çok henüz festivalin başlamasına 5,5 ay varken Gilles Jacob'un Berlin'den vazgeçmesi konusundaki ısrarlı talebiydi.

Berlin 15 Şubat'ta, Cannes 14 Mayıs'ta açılış yapacaktı. Bu durumda Nuri, Berlin Film Festivali yöneticilerinden bağışlanmasını isteyerek filmi Cannes'a vereceğini bildirdi. Hepsini yakından tanıdığımız festival yöneticileri bu durumu anlayışla, hatta sevinçle karşıladılar. Jacob memnuniyetini belirtirken Nuri'ye önemli bir uyarıda bulundu; kendisi 24 Nisan günü resmi açıklama yapıncaya kadar filmin Cannes'ın ana yarışma bölümüne seçildiği gizli tutulacaktı.

Bakan ambargoyu deldi

Nuri, bu kuralı en yakın çevresine ve sinema basınından dostlarına da hatırlattığı için aralıktan nisan ortasına kadar kimse bunu haber yapmadı. Çünkü film diskalifiye edilebilirdi. Ne yazık ki yayın yasağının bitimine yaklaşık 10 gün kala yasak, basın tarafından değil, Kültür Bakanı tarafından delindi.

Cannes'da her yıl Kültür Bakanlığı'yla birlikte düzenlediğimiz Türkiye Standı için yukarıdaki durumu belirterek bu yıl biraz daha fazla yardım yapılmasını istemiştik. Sayın Bakan, hem geçmiş yıllardaki bütçenin yarısını vermiş hem de bunu bir övünme nedeni sayarak 14 Nisan'da yayın yasağını delerek Jacob'a ait olan 'Uzak'ın ana yarışmaya katıldığını açıklama hakkını kullanmıştı. Bütün ısrarlarımıza rağmen Kültür Bakanlığı'nı bu yılın sinemamız açısından ne kadar önemli olduğuna inandıramadık. Nisan sonunda biten İstanbul Film Festivali'nde 'Uzak' Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu (FIPRESCI) jürisi tarafından ödüle layık görülünce kendi adıma filmin Cannes'da mutlaka bir ödül alabileceğini düşündüm.

Bu heyecanımızı sanırım sektörümüzün önde gelen şirketlerine yansıtmayı da başardık Umut Sanat, Özen Film, Fono Film, Kodak, ANS, Sine Fext, Fuji, Türk Filmi, Fida Film, Energia isimli sektör şirketleri Türkiye Standı'nın oluşması için 15 bin euroyu imece usulü ile topladılar. Böylece sinema sektörümüzün dayanışma düzeyi ulusal seviyede test edilmiş oldu. (Warner Bross. ve UIP Türkiye'nin temsilcileri bu dayanışmaya katılmadı.)

Bu yıl Cannes'da bulunan Türkiyeli sinemacıların, Türk Standı'nın alıcılarla dolup taştığını, yabancı basın mensuplarının Nuri'den bir görüşme saati alabilmek için nasıl çırpındıklarını, filmin tutulduğu övgü bombardımanını gördüklerinde yaşadıkları gurur tarif edilemez. 'Uzak'ı daha ödüller açıklanmadan satın almak isteyen alıcıların oluşturduğu kuyruk ve Nuri'nin satış sözleşmesi imzalamaktan yorulan kolları, düzenlediğimiz iki kokteyle katılan ünlü sinema adamları, içtikleri Kavaklıdere Şarapları'nı Fransız şaraplarından üstün bulduğunu belirten festivalciler, gazeteci, yazar ve film alıcıları. Hacıbekir Lokumu'na övgüler düzen Portekizli sinemacılar. İlk defa kendi ülkelerinde Türk filmi göstereceklerini anlatan dağıtımcılar.... Cannes'a her yıl gidenler için bunlar unutulmaz görüntülerdi.

Asıl gururumuz Türkiye delegasyonunun 21 yıl sonra ünlü kırmızı halılardan yürüyerek salona alınma töreniydi. Bildiğiniz gibi 25-30 metre genişliğinde ve 120 metre uzunluğundaki kırmızı halı koridorunun sağı ve solu 2000 gazeteci ve TV tarafından kuşatılmıştır. Önemli ve ünlü delegasyonlar bu koridoru 20-30 dakikada geçerek 3 bin 500 kişilik salona girer. 21 yıl önce başında Yılmaz Güney'in olduğu Türkiye delegasyonu, kırmızı halı koridorunu bu şekilde geçmişti. Bu yıl 'Uzak' filminin ekibi Nuri Bilge Ceylan, eşi Ebru Ceylan (aynı zamanda filmin oyuncularından biri), oyuncular Feridun Koç, Nazan Kırılmış'tan ibaretti. Delegasyonu ise ben, SESAM Başkanı Kadri Yurdatap, Özen Film'den Mehmet Soyarslan ve Fono Film'den Cemal Okan tamamlıyorduk.

Olmayan filmi aldılar

Salonda bir tek boş yer kalmamıştı. Filmin bitiminden sonra festival seyircisinin dakikalar süren alkışı, ödüllerin habercisi gibiydi. Nitekim ödüllerin açıklanmasından iki gün önce Avrupa'nın en büyük yapımcı ve dağıtımcıları peş peşe standımıza akın ettiler.

Canal+, Celluloid Dreams, Wild Brunch, Flash Pyramith, Nuri'yle görüşmek için sıraya girdiler. Nuri'nin henüz senaryosu yazılmamış yeni projesine milyonlarca dolar yatırmak istiyorlar. Filmine yapımcı olmak istiyorlar veya dünya haklarını şimdiden kapatmak istiyorlar. Bir Türkiye sinemacısının ulaştığı bu başarıyı yakından gördüm, yaşadım, onunla gururlandım ve keyif aldım. Çünkü olan biten her şey oluşmasına emek verdiğim Türkiye Standı'nda gerçekleşiyordu.

'Uzak', Türkiye'de ulaştığı seyirci sayısı 20 bin bile değil. Ulusal sınırlar içindeki bu ticari başarısızlığı(!) küçümseyenlerin suratını görür gibiyim. Magazin ve popülizm rüzgârı ile filmleri milyonun üzerinde seyirci toplayan tüccar yönetmenler, ulusal sınırlar içindeki başarıları ile avunadursunlar. Ceylan, sinemamızda yeni bir ekolün, yeni bir dönemin ve film üretim tarzının kapısını ardına kadar araladı. Bu üretim tarzının şimdilik görünen üç ayağı var; yaşadığın toprağın insanını yaratıcılık, samimiyet ve ciddiyetle anlatacaksın.

Türk Sineması için yeni bir tarih sayfası açıldı: 2003 Cannes Film Festivali ve Nuri Bilge Ceylan.
28 Mayıs 2003

............................

 

Yurt yurt olalı böyle hafta görmedi

Perihan Mağden

Kızım, "Ben yani Beşiktaş'ın şampiyon olduğunu göremeyecek miyim?" diyordu. "Şu kısacık hayatımda?"
Neyse kızım bir yaşındayken Beşiktaş şampiyondu.
Ama bilinç öncesiydi o zamanlar: Bebekti.
Onun okulunda, sınıf arkadaşları arasında filan, iki çocuk Beşiktaşlı -o kadar.
Herkes, işte o malum iki takımın taraftarı.
Yani Beşiktaşlıysan, biraz daha yalnızsın, dışardasın.
Kendi başına, galiba hafif 'nevi şahsına münhasır.'
Olmayı kabul etmek, baştan, 'Beşiktaşlıyım!' demek.
Onun için gittik Dijitürk'ü olan bir yerde, Bebek'te, maçı izledik.
Yolda 1.5 metrelik bir bayrak aldırdı.
Çok güzeldi bayrak.
Zaten ağır kadın düşmanı bir söylem.
Ama 'Erkek adam renkli takım tutmaz,' lafına utanmazca bayılıyor kızım.
Böyle bayrağı omuzlarında pelerin gibi, maçı seyretmeye gittik.
Berabere de olurdu.
Ahmet Çakaralmazvari 'büyük sipor şahsiyetlerinin' tahmini o yöndeydi.
Böylesi bir gerilimin, maçı kilitleyeceği.
Heyecanlı, hoş bir maçtı herhalde.
Şimdi büyük maç izleyicisi eşlikçi kadın rolüne yatmayalım.
Ben maç filan izlemeyen, eski kuşaktanım.
Kızım hatrına izledim yani. Ama zevkle. İştahla.
Zaten sezon başında emindim şampiyonluğumuzdan.
Sonra Sergen hakikaten bir IQ futbolcusu.
Çok belli oluyor.
Güzel bir goldü.
Kızım da böylece 'kısacık' hayatında şampiyonluğu tatmış oldu.
Beşiktaş bayraklı arabalar filan.
Normalde gözüm yaşarır benim.
O gece yaşarmadı.
E, ben de artık yaşını başını almış bir özBeşiktaşlıyım.
Kızım ama pelerinlediği bayrağıyla, tam önümüzde hoplayıp sıçrıyor.
Böyle bir tuhaf, bir şölen haftası.
Sertab Erener'in çıkıp orda çatır çatır birinciliği kazanmasına sevinmediğimi söylemek, eşekliğin dik âlâsı olur.
En oynak, en zamanın ruhuna uygun parça onunkiydi.
Acayip Tarkan edalı bir parçaydı.
Tarkan gibi söyledi. Onun gibi dans etti.
Nerdeyse kompleksimizin:
'Bizi kimse sevmiyor
Biz kimi seveceğiz'
Kompleksi, gümüş yılında, bize getirdiği birincilik, tamamen Sertab'ın eseri bir birincilik, iyiydi yani -Neden olmasın?
Ama derken 'Uzak'.
'Uzak' olsun, Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerini işte; hem takdir ettiğimizi, hem beğendiğimizi yazdık bu kalemlerle kaç kere.
Nuri Bilge'nin sineması, yalınlıktır, şiirsel dildir, şudur, budur -hepsi bir yana, dünyada varlığı tükenen bir değeri temsil ediyor: SAMİMİYETİ.
Tamamen kendi İÇ sinemasını yapıyor Ceylan.
Takıntılı olduğunu.
İÇ MESELELERİNİ. Ve İÇ'i varmış gibi de yapmıyor.
Var işte İÇ'i. Hakikati.
Şimdilerde sanat yapanların ne samimiyetleri var ne de içleri.
Beze gibiler. Yaptıkları da içi boşş işler.
Bu nedenle de, daha çoook takdir edecek dünya, Nuri Bilge'nin işlerini.
Dünyada kalmadı samimiyet. İç meseleler.
Hakiki bir dert. Hakiki bir dertlenme hali.
Tabii Mehmet Emin Toprak.
O şahane çocuk.
O çocukların en harbisi, en tatlısı, güzeli, sadesi.
Nasıl çaldı gökyüzü onu buralardan.
Nasıl 'arakladı'.
Bu bir 'Adaletin Bu mu Dünya' hissiyatı yaratmazsa, nedir?
Onu orda, kendi ödülünü alırken görmek -çekik gözleri ışırken mutluluktan.
Böyle hainlikleri var hayatın. Böyle kalleşlikleri.
İyi bir haftaydı yani.
Özkök Paşa demokratmış ayrıca.
Biraz durup, düşünüp, zaman geçirip söyledi.
Ama Avrupaymış istikamet. Ve de subayın genci, yaşlısı olmazmış. Subay subaymış.
Bunu duymak da fena değildi tabii.
Yoksa bir de 'Genç Subay' paranoyası, çekilmezdi hani.
Yorgunuz argınız paranoyalardan. Bezmişiz. Her hafta yenilenmiş bir model paranoyanın ellerinde kıvranmak istememekteyiz. Az buçuk mutluluk bizim de hakkımız. Ordan, burdan alırız.
Haftanın özeti budur. İyidir yani.
28 Mayıs 2003

...........................

 

Alevli meyve tabağı !

Fatih Özgüven

Nuri Bilge Ceylan'ın mükemmel filmi 'Uzak' Cannes'da da iki ödül kazandı. İşte size aranan, özlenen 'cool'un nihai tarifi; kimseyi umursamadan, kimseye ağlanıp sızlanmadan, kimseden özellikle övgü beklemeden, sadece kendine ve seyircisine karşı daima dürüst kalarak film yapan bir yönetmenin başarısı. İşte size, 'turizm rengi', 'konjonktür kokusu', 'denk düştü' kuşkusu olmadan tadını çıkarabileceğiniz bir Türk başarısı. (En paranoyaklarımız bile, 'Uzak'ta ödüllendirilenin sadece bir film olduğunu teslim edeceklerdir.) Belki daha genel anlamda 'Uzak'ın başarısı bir yönetmenlik tavrının da onaylanması. 'Auteur'lük, yönetmenin kendi filminin yazarı olması keyfiyeti çoktandır modernist bir mit, demode bir kıyafet sayılıyordu. 'Uzak'ın başarısı bu tavra hakkının teslim edilmesi gibi de gelir bana. (Film festivalleri, sandığınızın aksine, her zaman da ille de bu işe yaramayabilirler, hele son yıllarda.) Jürinin, bu tavrı yıllardır Amerika'da sürdüren, gerçekten de hakkı teslim edilmemiş parlak bir yönetmene, Gus van Sant'e de ödül verdiği düşünülürse! Ne yapmalı, Cannes jürisine alevli meyve tabağı mı yollamalı acaba?

Gerçi, paranoya da demişken, alevli meyve tabağını asıl tuhaf senarist Charlie Kaufmann'a yollamalı. 'John Malkoviç Olmak'la tebarüz eden, 'Tehlikeli Aklın İtirafları' ile daha da tebarüz eden, 'Tersyüz'le bendini yıkıp geçen, geçerken de zaaflarını biraz belirgin kılan bu auteur/ senaristin önemli filmlerinden 'İçgüdü'yü sakın görmezlik etmeyin. Bu filmde Charlie Kaufmann'ın senaryosunu Michael Gondry çekmiş. Kaufmann'ın matrak tarafı senaryolarını yönetme işini Spike Jonze ya da Gondry gibi işinin ehli klip yönetmenlerine ya da hatta George Clooney'e bile emanet edebilmesi. Çünkü bütün bu filmlerde ağırlığını hissettiren onun temaları, onun mizah anlayışı. Bunları film haline getirmek için, öyle anlaşılıyor ki, sadece belli bir 'itaat', bir zenaatkârlık, bir bilek kıvraklığı yetiyor. Özetlemeye kalkıştığınızda çok teferruatlı, fakat seyrederken çok rahat çözülen bu hikâyelerde, Kaufmann fantastikten, farstan, Frank Capra güldürüsünden, hatta 'Mad' dergisi esprisinden beslenen hem çok Amerikalı, hem Barok, karanlık, alaycı, bazen sinsice referanslı bir dünya yaratıyor. ('İçgüdü'de David Warshovsky adında bir polis memuru var.) 'İçgüdü'de, 'doğal' ya da 'uygar' olmakla derdi olan, ikisi erkek biri kadın üç kahraman kendilerini karışık olayların içinde buluyorlar. Ekipten 'maymun çocuk' hafifçe yara bere de alsa işin içinden sıyrılıyor, alnının ortasına bir kurşun yiyerek beyaz mobilya cehennemine yollanan küçük penisli bilim adamı epey bir hırpalanıyor, 'kıllı kadın'sa trajik biçimde okkanın altına gidiyor. (Hayır, filmin hikâyesini ele vermiyorum. Kaufmann da, Billy Wilder okulundan satiristler gibi fıkranın son cümlesi banalliğini reddediyor.)

Kaufmann'ın ille de 'tabiat'tan yana olduğunu sanmayın. O, filmin orijinal isminin de gayet güzel anlattığı gibi 'insan tabiatı'nın cilveleriyle ilgileniyor daha çok. Epilasyondan sadomazoşizme, yemek adabından kibarca 'sürekli ereksiyon hali' diyebileceğimiz şeye kadar. Kaufmann'ın senaryolarında Amerikan sinemasının yetenekli yeni oyuncularının nasıl deliler gibi eğlendiklerini görmek de ayrı zevk. Hiç bu kadar komik bir Tim Robbins görmediniz, ne de bu kadar seksi ve seksilikle matrak geçen bir Patricia Arquette. İsmini telaffuz edemediğim maymun çocuk rolündeki oyuncu ise ayrı letafet; onu umarım başka filmlerde de görürüz. Bu arada, Kaufmann'ın filme çekilen son senaryosunun adı çok umut verici: 'Lekesiz Bir Zihne Düşen Güneş Işığı'.
29 Mayıs 2003

.........................

 

 

 

 

Sabah


Cannes'daki 'Uzak' rüzgarı dinmiyor

OSCAR'DAN sonra dünyanın en büyük sinema organizasyonu olarak kabul edilen Cannes Film Festivali'nin 56'ncısında esmeye başlayan 'Uzak' rüzgarı dinmek bilmiyor. Nuri Bilge Ceylan'ın çektiği film eleştirmenlerden övgü üzerine övgü alıyor. Festivalin başladığı günden bu yana ilk kez doğru düzgün bir yapım izlediklerini belirten eleştirmenlerden sonra bu kez de Amerikan New York Times gazetesi "Uzak" filmiyle ilgili bir yazı yayımladı.

Bu zamana kadar gösterilen filmlerin bekleneni veremediği belirtilen yazıda film için şu ifadeler kullanıldı: Yarışmada yer alan filmlerden sadece ikisi tüm dikkatleri üzerine çekti. Biri yönetmenliğini Gun Van Sant'ın yaptığı kısa ve hayalci özelliğiyle Elephant, diğeri ise Türk yönetmenin çektiği Uzak filmi. "Uzak" filmini izlerken ilk yarım saat kendinizi sürekli olarak aynı soruları sorarken buluyorsunuz. Bu insanlar kim, ne konuşuyorlar ve neden kamera bu kadar yavaş hareket ediyor? Fakat dakikalar ilerledikçe hikaye yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor. Konu zenginleşiyor, hüzün ve filmdeki parıltı ortaya çıkıyor. Uzak filmi gerçekten de festivalin en önemli yapıtlarından....
DIŞ HABERLER 22.05.2003

...........................

 

Uzak'a çifte ödül

Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmi Cannes'da büyük bir başarıya imza attı. Jüri Büyük Ödülü'nü alan filmin iki oyuncusu en iyi erkek oyuncu seçildi


YÖNETMEN Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" filmi Cannes'da büyük başarı kazandı. Ayakta alkışlanan film, ikincilik ödülü sayılan Jüri Büyük Ödülü'nü aldığı gibi, iki başrol oyuncusu Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak da en iyi erkek oyuncu ödülünün ortak sahibi oldular.
Altın Palmiye, Amerikalı Gus van Sant'in Amerikan liselerindeki şiddet olayını tarafsız bir gözle ele aldığı "Elephant- Fil" adlı filmine gitti. Bağımsız ekolden gelen Van Sant ayrıca en iyi yönetmen ödülünü de aldı. Üçüncülük ödülü sayılan Jüri Özel Ödülü, İranlı kadın yönetmen Samra Makhbalbaf'ın Afganistan'daki kadınların yaşamına eğildiği "Öğleden Sonra Saat 5'te" filmine gitti. Kanadalı yönetmen Denys Arcand'ın filmi "Barbarların İstilası' ise hem senaryo ödülü aldı, hem de genç kadın oyuncusu Marie-Josee Croze'ye ödül getirdi.

EN SEVİLEN 3 FİLMDEN BİRİ

Cannes'da bu yıl jürinin özellikle üç filmi çok sevdiği anlaşılıyor. Gerçekten de, Amerikan filmi "Fil", Türk filmi "Uzak" ve Kanada filmi "Barbarların İstilası" önemli ödülleri ikişer ikişer paylaştılar. Bunlara İran filmi "Öğleden Sonra Saat 5'te" de eklenebilir. Bu filmlerin hepsinin ortak noktası, çağın önemli sorunlarına ve çağımız insanının yalnızlığına eğilen filmler olması.

Nuri Bilge sahneye iki kez çıkıp oyuncu ödüllerini de almak zorunda kaldı. Asıl mesleği mimarlık olan Muzaffer Özdemir Cannes'a gelmemişti. Mehmet Emin Toprak ise geçen Aralık ayında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını yitirmişti. Ceylan'ın bunu açıklaması, seyirciyi duygulandıran etkili bir an yarattı.

HER ÜLKEDE GÖSTERİLECEK

Festivalin Altın Palmiye'ye en yakın filmi olarak gösterilen "Dogville"in hiç ödül almamasıysa şaşkınlık yarattı. Birçok kişi bunu filmle ilgili 'Amerikan düşmanı' tartışmalarına bağlıyor. Ne olursa olsun, Cannes 2003 bizim için "Uzak"ın yılı olarak hatırlanacak. Şimdiden dünyanın hemen tüm ülkelerine satılan "Uzak", belki sinemamızı da gerçekten uzaklara götürecek.
26.05.2003

..........................




Bir başarı hikayesi

Yılmaz Güney - Şerif Gören ikilisinin 'Yol' filminden tam 21 sene sonra, Türk yönetmen Bilge Ceylan'ın 'Uzak' filmi Cannes'da 2 ödül birden aldı

Atilla Dorsay

TÜrkİye'de, malum, herkes Cannes Festivali için film çeker. Her Türk sinemacısının gönlünde bir gün Cannes'a gidip ödül alma hayali yatar. Bu hayali şimdiye dek sadece Yılmaz Güney-Şerif Gören'in "Yol" filmi gerçekleştirebildi. Arada yine Güney'in 'Duvar'ı ya da şenliğe Almanya adına katılan Tevfik Başer'in "Elveda Yabancı" filmleri ise ödül listesine giremedi.

'Yol'dan 21 yıl sonra, Altın Palmiye değilse de çifte ödülle ona yakın bir başarı elde eden "Uzak" filmi, bunun için geçerli yolu gösteriyor; 'Modalara, akımlara, ticari kaygılara uymadan, içinden geldiği gibi kendi filmini yapmak, kendi sesiyle dünya sinemasına yeni ve özgün bir katkıda bulunmayı denemek...'

Üç filmiyle bunu yaptı Nuri Bilge ve üçüncüsüyle, Cannes'da ikinci film seçilmeyi ve de adları-sanları Türkiye'de bile bilinmeyen iki oyuncuya, Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak'a ödül kazandırmayı bildi. Toprak'ın bu ödülü görememiş ve genç yaşta yitip gitmiş olması, bu sevince gölge düşüren tek olgu. Kimbilir, belki bilinmeyen bir alemde bu sevince uzaklardan tanık olmuş ve heykele bizim göremediğimiz parmaklarıyla dokunmuştur, sevgili Mehmet Emin Toprak...

Pekİ bu olay, bu başarı nasıl gerçekleşti, perde arkasında neler oldu? Filmi Cannes'da ikinci kez kalabalık basın gösterisinde izledim. Dev bir perdede, harika bir ses düzeniyle izlemenin tadı bambaşkaydı. Filmi daha da çok sevdim. Uluslararası basın da öyle... Film dakikalarca alkışlandı, ertesi gün çok iyi eleştiriler çıktı. Le Monde, Liberation, Le Figaro gibi gazetelerde çıkan olumlu yazıların yanı sına, Amerikan sinema endüstrisinin İncil'i sayılan ünlü Variety dergisinde, birinci sayfadan başlayan Avustralyalı tanınmış eleştirmen David Stratton'un uzun yazısı çok önemliydi. Yazar şöyle diyordu: "Film herkese göre olmayabilir. Ama sabırlı seyirci, yavaş yavaş ortaya çıkan derin duygusallık ve yönetmenin erken dönem Antonioni ya da geç dönem Angelopoulos'unu hatırlatan minimalist üslubunun nefes kesici güzelliğiyle büyülenecek. Ciddi ve zarif Avrupa usulü yaratıcı sinemanın en önemli örneklerinden biri."

EleŞtİrmenlerİn yıldız tablolarında da başa güreşen film, görece olarak çok parlak geçmeyen bir festivalin yıldız filmlerinden biriydi. Bir Türk filminin bir Amerikan, bir Fransız ya da Nicole Kidman'ın yıldızlaştığı bir Danimarka filmi yanında şansı ne olabilirdi ki?

Ne var ki, uluslararası basın gibi uluslararası alıcılar da yıllanmış deneyimleriyle kokuyu almışlardı. Türk standı hergün filme ilgi duyan çeşitli ülkelerin alıcılarıyla dolup taşıyordu. Her alanda son derece alçakgönüllü biçimde çalışan Nuri Bilge Ceylan, basın için randevuları da, satışları da bizzat ayarlamaya çalışıyordu. Ama kısa zamanda bunun zorluğu anlaşıldı. Medya talepleri için bir Fransız basın ataşesi tutuldu. Satışlar için de Ceylan'ın güvendiği kimi yakınları devreye girdi.

Final yaklaştıkça heyecan artıyordu. Bu arada, baş aday olan "Dogville" filmi için basında bir kıyamet koptu. Lars von Trier'in filmine kimi Amerikan yayın organlarının yazılarında 'kör biçimde Amerikan karşıtı' yakıştırması yapıldı. Başta Variety ve Screen İnternational gibi dergiler, filmde tüm bir köyün genç bir kıza yaptıklarının 'geleneksel Amerikan ahlakı ve konukseverliğiyle bağdaşmadığı' görüşüyle kıyamet kopardılar. Üstelik Lars von Trier ABD'ye ayak bile basmamıştı. Bu ülkeyi uzaktan böylesine ağır biçimde eleştirmeye ne hakkı vardı?

Elbette ki dedikodu ve çamur atma düzeyindeki bu eleştirilerin jüri tarafından ciddiye alınmasını kimse beklemiyordu. Ama ne olduysa oldu, "Dogville" ödül listesine giremedi bile... Bu da belki diğer filmlerin şansını arttırdı. Son gün geldi. Yani Pazar günü... Bizler, yani hemen tüm Türk gazeteci ve sinemacıları ayrılmak zorundaydık. Giderayak Nuri Bilge'den müjdeyi aldık, festival yönetimi onu aramış ve o gece mutlaka hazır olmasını istemişti. Bu elbette bir ödülün habercisiydi.

Nitekim ödül olayı gerçekleşti ve "Uzak" hem de çifte ödülle Cannes'dan ayrıldı. Hatırlayabildiğim kadarıyla yıllar önce Coen kardeşlerin "Barton Fink" filminden beri olmamış bir şeydi bu ve de jürinin filme karşı sempatisini kanıtlıyordu.

Türkiye'den özellikle Dışişleri Bakanı Abdulah Gül'ün arayıp kutlaması onu mutlu etmiş. Ama daha üst düzeydeki kutlamaları da hakediyordu.

Bİr Türk filminin Cannes'da ödül alması, artık en üst yöneticilerimiz tarafından bile kutlanan bir olaya dönüşmeli. Sıcak ilgiyi bir Cannes ödülüne de gösterdiğimiz gün, AB'ye daha çok yakınlaşacağımızı düşünüyorum.
27.05.2003
..........................

 

Teşekkürler Alin.. Sen de olmasaydın..

HINCAL ULUÇ


Bir Türk oyuncusu Cannes gibi, Oscar'dan sonra en popüler ve en anlamlı sinema yarışmasında "En İyi Oyuncu" seçiliyor, tam bir hafta, bir tek gazetede vesikalık fotoğrafı çıkmıyor..

Muzaffer Özdemir?.. Kim bu adam yahu.. Koca Bab-ı Ali'de yığınla gündem toplantısı yapılıyor. Yığınla haber alma şefi, yığınla muhabir var.. Bir teki demiyor ki, "Kimdir bu Avrupa'nın en itibarlı sinema yarışmasında büyük ödül alan Türk.. Kimin nesi, kimin fesi.." Bir teki merak etmiyor beyler.. Hiçbiri merak etmiyor..

Savaş bana kızıyor.. Sabaha kadar kızsın.. 40 gün 40 gece kızsın..

Meraksız ve alakasız bir kitle olduk.. Sonra bu ülkede niye gazete okunmuyor?..

Yahu bu ülke insanının merak ettiği şeyi merak etmeyenlerin çıkardığı gazete okunur mu?.

Muzaffer Özdemir'i, tam bir hafta sonra Milliyet Pazar ilavesinde Sinema Yazarı Alin Taşçıyan sayesinde tanıyabildik.. Adamın bir de roman olacak, film olacak kadar ilginç bir öyküsü varmış üstelik..

Tamam.. Uzak, entel bir film.. Popüler kültürde yeri yok.. Bu yüzden biz Özdemir'in yıllardır farkında değiliz.. Ama Cannes ödülü onu gündeme getirince biraz merak yahu.. O dahi yok..

Savaş kardeşim, bak Halit Çapın gazeteciliğe Cihat Baban'ın yanında başladığını anlatıyordu hafta sonunda.. Sor bakalım Çapın'a, bu ilgisizlik, bu meraksızlık, bu burnunun dibinde 15 gündür bekleyen haberi atlama, Cihat Beyin zamanında olsa ne olurdu?.

Sabahçılar alınmış.. Alınsınlar.. Alınırlarsa "Gazeteci" olurlar.. Hem ben onlara değil, tüm medyaya yazıyorum. Kulaklara küpe olması gereken şeyler yazıyorum.

Kızıp güceneceklerine "Bizim kıdemli ve tecrübeli ağabeyimiz ne diyor yahu" diye az biraz düşünmeye başlarlarsa, faydasını kendileri görürler.

Tüm dünyayı acımasızca eleştiren gazetecileri de ben acımasızca eleştiriyorum..

Onların ki ne kadar kutsal ve saygın bir haksa, benimki de öyle..

Kendimizi açık açık, bağıra bağıra eleştirmez, ayıplarımıza göz yumarsak, yazdıklarımız inandırıcı olur mu Savaş..

Mimar Sinan'ın Allahın unuttuğu yerdeki türbesinin nasıl çöplük olduğunu gösteren harika kameran, şehrin hem de nasıl en göbeğinde, en ana caddesinde, hergün binlerce kişinin geçtiği Sabah binasının önünün nasıl bir izmarit yuvası olduğunu görüntülemezse, nerde kalır, Savaş Ay'ın inandırıcılığı..

Yoo Savaş yoo.. Kıyak yok.. Hele kendine ve arkadaşlarına hiç kıyak yok.. Övülecekleri zaman göklere çıkar.. Ama ayıplarını da yüzlerine vur ki, başkalarının ayıbını da gösterme hakkın gerçekten "Kutsal" olsun..

Gazeteci örnek olması gereken insandır.

Örnek..

Sabah'ın önü mü örnek?.. Gel bu sabah beraber girelim içeri leşi gör. Sonra bu gazete, başta sen "Temiz İstanbul" için hangi yüzle savaşacaksınız Savaş?.

****

Nuri Bilge Ceylan'ı alkışladık.. Uzak filmi Cannes'da Jüri Özel ödülünü alırken..

Ben isterdim ki, Savaş Ay'ın kamerası, bu ödülü alan Ceylan'ın kostümü ile, geçen yıl Sinema Yazarları Derneği'nin ödülünü alan Ceylan'ın giysilerini bir araya getirsin.

Onlara smokin.. Bize sokak kılığı.. Blucin ve tişört..

Sonra sorsun Savaş?..

"Niye Ceylan kardeş, niye itibar ve saygı onlara, boş vermişlik bize.. Niye haa.."

4.6.2003
............................

 

 

 



Milliyet



Altın Palmiye'ye 'Uzak'la yaklaştık

Nuri Bilge Ceylan'ın 'Uzak' adlı Altın Portakallı filmi, 21 yıl sonra Cannes Film Festivali'nde yarışmaya seçilen ilk Türk yapımı oldu

ALİN TAŞÇIYAN

56'ncı Cannes Film Festivali'nin dün düzenlenen basın toplantısında Türk yapımı "Uzak"ın Altın Palmiye için yarışacağı resmen açıklandı. Şerif Gören'in yönettiği Yılmaz Güney projesi "Yol"dan 21 yıl sonra ilk kez bir Türk yapımı Cannes'da yarışmaya seçildi. Festival, bu yıl 14 - 25 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek. "Uzak" şimdiden Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olarak anılan Nuri Bilge Ceylan'ın üçüncü uzun metrajlı filmi.

Başarısı sürpriz değil

2002'de Antalya'da En İyi Film ve Yönetmen dahil dört Altın Portakal kazanan, Ankara Film Festivali'nde aynı başarıyı tekrarlayan "Uzak"ın bu başarısı sürpriz değil.

Ceylan'ın ilk filmi kısa metrajlı "Koza"da kendi kategorisinde Cannes Film Festivali'nde yarıştı. İlk uzun metrajlı filmi "Kasaba" Berlin Film Festivali'nin Forum bölümüne katılıp Caligari Ödülü'nü kazandıktan sonra pek çok dünya festivaline davet edildi. Bir başyapıt olan "Mayıs Sıkıntısı" ise Berlin Film Festivali'nde yarışmanın ve birçok önemli uluslararası festivalde ödül kazanmanın yanı sıra 1999 yılında Uluslararası Eleştirmenler Birliği tarafından Avrupa'nın En İyi Filmi seçildi.

"Uzak"ın başrol oyuncusu ve yönetmenin kuzeni Mehmet Emin Toprak ise Ankara Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü kazandığı gecenin sabahı geçirdiği trafik kazasında 28 yaşında hayatını kaybetti.

Rakipleri pek yaman

Cannes'da bu yıl ilk kez yarışacak altı yeni yönetmenden biri olan Nuri Bilge Ceylan'ın rakipleri de iddialı yapımlar...

"Uzak" dışında yarışmaya seçilen 19 filmin büyük çoğunluğu dünya sinemasının ustalarının imzalarını taşıyor. Aralarında Clint Eastwood, Lars Von Trier, Claude Miller, Bertrand Blier, Andre Techine, Raoul Ruiz, Hector Babenco, Pupi Avati gibi çok ünlü yönetmenler de var.
24.4.2003
.......................

 

En iyi film "Uzak"

Cannes’ın programı hayal kırıklığı yarattı. Sevindirici olan, şu ana kadar gösterilen filmler içinde en iyisinin "Uzak" olması

ALİN TAŞÇIYAN

Umutların son güne bağlandığı bir festival üzerine erkenden yazı yazmak zor. Giriş cümlesinin de ima ettiği üzre 56. Cannes Film Festivali yarattığı heyecan dalgasını kaldıramayacak bir hüsrandı. Başyapıtlara alışık Cannes gediklileri bu yıl şaşkındı. En azından ilk sekiz gün... Gösterilen filmler arasında en iyisinin "Uzak" olması elbette çok sevindiriciydi. Altın Palmiye’nin genellikle daha gösterişli, ticari başarısı da olabilecek filmlere verilmesi geleneği işlemezse Türk sineması ikinci ödülünü de görür. Ama siz bu satırları okurken bir dizi iddialı -görünen- yapım da izlenmiş olacak.
Clint Eastwood, Aleksander Sokurov, Bertrand Blier, Peter Greenaway, Claude Miller; ödülü Nuri Bilge Ceylan kadar hak etmiş olabilir. Gönül rahatlığıyla söylenebilecek tek şey var: Görünen köy kılavuz istemez.

Yeni bir şey yok

Raoul Ruiz’in, akli dengesi yerinde olmayan iki karakterin ilişkisi ve bir aile içindeki miras kavgası üzerine kurduğu "O Gün" sıradan bir kara komedi.

Andre Technie yıllardır yapageldiği zarif filmlerden birine daha imza atıyor "Yoldan Çıkanlaröda. Emmanuelle Beart ve çocuk oyuncuların düzgün performanslar verdiği, II. Dünya Savaşı’nda geçen bu trajedide "yeni" bir şey yok. İtalya’nın en önemli sinema kurumu Cinecitta’nın başkanlığını da üstlenen Pupi Avati’nin filmi "Uçarı Yürek" geçen yüzyılın başında geçen trajikomik bir aşk öyküsü. Üç yönetmenin de kendi olgunluk dönemlerinde gözde olan sinema anlayışında çakılı kaldıkları ve artık söyleyecek sözleri kalmadığı da gerçek.

Gencecik François Ozon bile daha beşinci filmi "Yüzme Havuzu" için "tipik Ozon" dedirtti. Samira Makhmalbaf uluslararası alandaki parlak akışını tamamlayıp kendini yinelemeye başlayan, kendisinden bekleneni Batılı izleyiciye veren İran sinemasının bir parçası olmaktan öteye geçmedi "Öğleden Sonra Saat Beş" ile.

Hector Babenco’nun "Örümcek Kadının Öpücüğü"nden sonra yeniden hapishaneye dönüşü çok kanlı, çok şiddetli oldu. Brezilyalı yönetmen ülkesinin çoktan yıkılmış kötü şöhretli, devasa hapishanesinde yaşamı bir doktorun gözünden anlatıyor "Carandiru"da. Uzun ve çok iyi görüntülenmiş film epik tarzı ve ölçüsüz şiddetiyle sıkıntı verecek kadar uzayıp gidiyor.

Ülkemizde "Pornografi" adlı ilginç çalışmasıyla tanınan Berdrand Bonello’nun mitolojiden esinlendiği "Tiresia"sı ise ne yazık ki entelektüel mastürbasyon dediğimiz türden bir çalışma. "Montrealli İsa"sını unutamadığımız ama bir daha o güçte bir film yapamayan Kanadalı Denys Arcand "Barbar İstilaları"nda en azından Quebec’te tatlı hayat yaşamış ‘68 kuşağının tatlı tatlı eleştirisini yaparken aksayan sağlık hizmetlerini, mafyalaşan sendikaları vb. sertçe yermeyi de ihmal etmiyor.
Ünlü aktör Vincent Gallo’nun "Kahverengi Tavşan"ı aklınızın almayacağı kadar narsisist bir film. Gallo her planda kendisinin göründüğü bu filmde, cüretkar bir oral seks sahnesiyle skandalı katlıyor.
Türkiye’de gösterime girdiğinde uzun uzun tartışabileceğimiz "Dogville" için şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: Yönetmeni Lars von Trier, başrol oyuncusu Nicole Kidman olmasa, adı sanı duyulmamış Avrupalı bir genç yönetmenin imzasını taşısa kimse yüzüne bakmazdı.

Katliamın filmi

Amerikan bağımsızlarından Gus Van Sant’in Columbine Lisesi’ndeki katliamı ele aldığı "Fil" ise Oscar kazanan "Benim Cici Silahımöla boy ölçüşemez. Van Sant okul koridorlarında kamerasını dolaştırarak ne minimalist bir tavır takınıyor ne de kurbanlara ve katillere herhangi bir yorumda bulunuyor. Japon yönetmen Kurosawa Kiyoşi’nin "Parlak Gelecek"i ise filmdeki karakterlerinin geleceği kadar bile parlak değil!

Claude Miller yeni filmi "Küçük Lili" ile en azından bir sinema tadı verdi. Bu keyifli film içinde filmde, "O Günöde rol alan Bernard Giraudeu ve "Yüzme Havuzu"nda rol alan Ludivine Sagnier oynuyor. "Küçük Lili", Çehov’un "Martı"sından ve Miller’in ustası François Truffaut’nun "Amerikan Gecesi" adlı başyapıtından da esinler taşıyor.23.5.2003
..............................

 

'Uzak'a büyük ödül

Eurovision'dan sonra dün de Cannes'da onurlandık. Cannes Film Festivali'nde Türk filmi Uzak, Jüri Büyük Ödülü'nü kazandı...

ALİN TAŞÇIYAN

Türk sineması 21 yıl aradan sonra ilk kez katılabildiği "Cannes Film Festivali"nde büyük ödül kazandı. Türk sinemasının yüzakı Nuri Bilge Ceylan, Yılmaz Güney'in 1982'de paylaştığı Altın Palmiye'nin yanına Juri Büyük Ödülü'nü de biri ölen kuzeni Mehmet Emin Toprak'a, diğer Muzaffer Özdemir'e ait olmak üzere "En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri"ni ekledi. Ceylan, Uzak'ın olağanüstü başarısıyla dünya sinamasının Lars Von Trier, Clint Eastwood gibi ustalarını geride bıraktı. Merhum Toprak ve Özdemir ise amatör oyuncular olmalarına rağmen Seanpenn, Philippe Noiret ve Tim Robbins gibi dünyaca ünlü aktörleri geçti. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ve En İyi Yönetmen ödülünü ise Amerikalı bağımsız yönetmen Gus Van Sant, "Fİl" adlı filmi ile kazandı.

Favoriydi...

Festival boyunca gerek eleştirmenlerin, gerekse festivalcilerin gözdesi olan "Uzak"ın, juri tarafından mutlaka ödüllendirileceği tahmin ediliyor, ama genellikle daha popüler yapımlara prim veren Cannes Film Festivali'nde bu kadar büyük ödüller kazanacağına ihtimal verilmiyordu. Ancak genel kanı yalnız yarışmanın değil bütün festivalin en iyi filminin "Uzak" olduğuydu. Türkiye'nin Eurovision Şarkı Yarışması'nda önceki gün birinci olmasının ardından, "Uzak" adlı filminin Büyük Jüri Ödülü alması ve filmde iki kuzeni oynayan Muzaffer Özdemir ile Mehmet Emin Toprak'ın en iyi erkek oyuncu ödüllerini paylaşması, uluslararası ajanslar tarafından flaş haber olarak geçildi.
26.5.2003

...........................

 

Bize 'Uzak', dünyaya yakın

Benzer bir başlığı Nuri B. Ceylan'ın Uzak'ı Altın Palmiye adayı olduğunda atmıştık.. Cannes'a gidildi; Büyük Ödül'le dönüldü... Ne yapımına çok para akıtıldı, ne de şaşaalı tanıtımlar yapıldı; Türkiye'de bile izleyen azdı. Oysa şimdi filmi tüm dünya izleyecek...

ALİN TAŞÇIYAN

Türkçede emeği tanımlayan birbirinden güzel deyimler var: Alın teri, bilek hakkı, göz nuru... Nuri Bilge Ceylan'ı, "Uzak" filmiyle Cannes Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü'ne eriştiren başarısına, hepsi birden çok yakışıyor. Kısa metrajlı ilk filmi 'Koza'dan beri mümkün olan en küçük ekiple çalışmayı tercih eden, oyuncularını aile üyeleri ve arkadaş çevresinden seçen, çok kişisel sinema yapmasına rağmen dışa dönük bir üslup benimseyen Ceylan'ın başarısı onun takipçileri için sürpriz olmadı.

O hiç tartışılmadı..

Ceylan, Cannes Film Festivali'nde ilk günlerden itibaren üzerinde uzlaşmanın sağlandığı tek film olarak sükse yaptı. Altın Palmiyeli "Fil", En İyi Senaryo ödülünü kazanan "Barbar İstilaları", Jüri Özel ödüllü "Öğleden Sonra Saat Beş", açıkta kalmasına rağmen birçok kişinin favorisi "Dogville", üzerlerinde tartışılan yapımlardı... Beğenenleri kadar beğenmeyenleri de vardı... Oysa "Uzak"ın ne kadar 'iyi' bir film olduğu hiç tartışılmadı. Jürinin Özel ödül vereceğine kesin gözle bakıldı ama yürekler hep Büyük Ödül'den yanaydı.
Festival kurtları Altın Palmiye'nin daha pırıltılı işlere verildiğini biliyordu, nitekim öyle oldu. Yayınlanan eleştiriler övgülerle doluydu. Hele David Stratton'ın Variety'de çıkan yazısı bu film üzerine söylenecek her şeyi kapsıyordu, adeta.

Tek başına şirket gibi

Oysa "Uzak" Türkiye'de sonbaharda sadece dört kopya ile dağıtıma girip toplam 17 bin 182 kişi tarafından izlendi. Bu rakam en kötü Hollywood yapımının ya da popüler Türk filminin çeyreği etmiyor, ne yazık ki. (Bu arada Özen Film, Cannes öncesi filmi yeniden beş salonda gösterime soktu.) Dünya sinemasının pazaryeri sayılan Cannes'da dağıtımcıların, "Uzak" gösterilir gösterilmez Ceylan'ın önünde sıraya girmeleri; eleştirmenler üçer dörder yıldız verince fiyatı yükseltmeleri, filmin potansiyelinin çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Sonuçta dağıtımcılar tümüyle kâr amacıyla hareket eder ve iş yapmayacak filme para yatırmaz. Batı ülkelerinde izleyicinin kültür ve eğitim düzeyinin daha yüksek olduğunu varsaysak bile Türkiye'de de kültürlü ve eğitimli izleyici sayısı herhalde yirmi binden fazladır! Bu arada Nuri Bilge Ceylan, iyi bir işadamı olduğunu da kanıtladı. Filminin uluslararası satışını aracı şirket kullanmadan tek başına gerçekleştirdi. Elde ettiği rakamlardan ödül öncesi oldukça memnun görünüyordu. Bir apartman dairesi tutup festival boyunca Cannes'da kalan böylece ekibinin bir kısmının da festivale katılımını sağlayan Ceylan, lüks otellerde büro tutmuş, Film Pazarı'nda stand açmış, her biri dörder beşer basın danışmanlı, pek çok filmi aynı anda pazarlayan satış acenteli şirketlerin yanında tek tabanca kalmıştı ama hedefi ıskalamadı.

Cannes Film Festivali'nde yarışmaya seçildikten sonra yapılan Fransızca altyazılı kopya gibi çok pahalı talepleri ve Cannes'daki masraflarını kendi cebinden karşılayan, Kültür Bakanlığı'ndan cüzi bir destek alan Nuri Bilge Ceylan için Türk Film standında iki kokteyl düzenlendi, o kadar.

Mutevazı ve ağırbaşlı

İster resmi programda olsun, ister yan bölümlerde yer alsın hemen bütün filmlerin şık basın dosyaları, kuşe kâğıtlı kitapçıkları varken "Uzak" tek yaprakla tanıtıldı. Ama hepsinin uzayıp giden kadro ve ekip listelerinin yanında Uzak'ın üç beş kişilik bir imece ürünü olması da filme gösterilen ilgiyi etkilemedi. Ceylan da gerek basın toplantısında, gerek ödül töreninde kendinden emin, alçakgönüllü, ağırbaşlı tavrıyla uluslararası arenada saygın bir kişilik olarak yerini aldı.
27.5.2003
.........................

 

 

 

Sinema.com

Uzak Cannes'da yanlız mı kalacak?

Esin Küçüktepepınar

Türkiye sinema sektörünün sivil toplum kuruluşları tarafından oluşturulan Ulusal Sinema Platformu bugün bir basın toplantısı düzenleyerek Hükümetten halen sektörün içinde bulunduğu sorunlara çözüm bulmasını istedi.

21 yıl aradan sonra ilk kez bir Türk filmi Cannes'da yarışacak ve Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği Uzak ile Altın Palmiye'de şans arayacağız. Ancak Türk sinemasının bu önemli tanıtım fırsatı elden kaçıyor gibi. Her yıl Kültür Bakanlığı'ndan aldığı para desteğiyle Cannes'da bir Türk sineması standı açan Sesam bu yıl bu desteğin yetersiz olduğu için festivale katılıp katılmama konusunun halen netleşmediğini açıkladı. Bu durumda dünyanın en önemli ve en prestijli festivali olan Cannes'da 21 yıl aradan sonra yarışma bölümüne kabul edilmeye başaran Uzak kendi tanıtımını kendisi yapmak durumunda kalabilecek. Bu gün Sinepop sinemasında yapılan ve Zuhal Olcay, Kadri Yurdatap, Sabahattin Çetin gibi oyuncu ve yapımcıların konuşmacı olarak katıldığı Ulusal Sinema Platformu'nun toplantısında "59. Hükümeti sinemayı sevmeye davet ediyoruz" açıklamasıyla sektörün içinde bulunduğu sorunlara Hükümetten çözüm istendi. Basın toplantısının en önemli başlıklarından birisi de yaklaşan Cannes Film Festivali'ydi. Sesam, Çasod, Soder gibi Türkiye sinema sektörünün sivil toplum kuruluşları tarafından oluşturulmuş Ulusal Sinema Platformu basın toplantısında ayrıca yıllardır üzerinde çalışılarak son haliyle meclise gönderilmesi beklenen Ulusal Sinema Merkezi yasasını sektörün de onayının alınarak bir an önce Meclis'ten çıkarılması ve hayata geçirilmesi istendi. Sansür ve yasaklamanın da çağdaş bir ülkeye ve sanata yakışmadığı vurgulandı ve ayrıca sinema biletleirnden kesilerek biriktirilen 22 trilyonu aşkın birikmiş paranın sinema üretiminin arttırılması için hemen sektöre aktarılması gerektiği açıklandı.
.........................

 

Uzak'ın Cannes dönüşü

Esin Küçüktepepınar

Olimpiyatlardan sonra basında yer alan en önemli uluslararası etkinlik olarak anılan Cannes Film Festivali'nde iki önemli ödül kazandıktan sonra Türkiye'ye dönen Nuri Bilge Ceylan'ı havalanında bekleyen dev bir kafile filan yoktu.

Grad Prix yani Büyük Ödül yani Altın Palmiye'den sonra gelen ikincilik ödülü. İşte Uzak bildiğiniz gibi böyle bir başarıya imza attı. Ayrıca 56 yıllık Cannes Film Festivali tarihinde ilk kez Türk oyuncular ödül aldı; malesef artık aramızda olmayan Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir.
Eurovision başarısını küçüksemek hiç aklımdan geçmez lakin kapalı devre mutluluklarımıza büyük bir örnek olan bu düğün dernek kutlamaların ve ilginin birazı da Uzak için gerçekleşmeliydi. Sadece Avrupa'nın değil, dünyanın en önemli festivallerinden birisi olan Cannes'ın getirdiği prestij takdir edilebilseydi. Nuri Bilge Ceylan tek başına, kimseden yardım filan almadan çekti filmini ve sonra da Cannes'a gitti. Filmin Altın Palmiye yarışı için seçilmesi zaten kendi başına bir başarıydı ama Ceylan festival boyunca orada kalabilmek ve ekibini etrafına toplamak için bir apartman dairesi tuttu ve de tüm festival boyunca filminin tanıtımı için çabaladı. Bir yönetmen için kuşkusuz çok zor olan böyle bir şeyi yapmak zaten yeterince zordu ama onun hedefi 'zengin' olmak değil bir sonraki filmi için para bulabilmekti. Kısaca; Nuri Bilge Ceylan tek tabanca oralarda mücadele etti ve başardı. Bu ödülü almasaydı da zaten filmin çok beğenilmesi ve tüm eleştirmenlerin aynı fikirde birleşerek Uzak'ı göklere çkarması yeterliydi aslında. Festivalin ilk günlerinden itibaren Uzak batılar ve dünyaya yakınlaşmayı başarmıştı.

Kısaca ve hep tekrarla; 21 yıl sonra Cannes'dan önemli iki ödülle döndük. Keşke böylesine önemli bir sinema olayı ve tanıtımı kendi ülkesinde de değer bulsaydı diye iç geçirmek nafile.

Cannes dönüşü vizyonun oldumkça kalabalık olması da şaşırtıcı geldi. Takeshi Kitano'nun Bebekler'i, Patrice Leconte'un Zevkler Sokağı ve François Ozon'un Kumun Altında gibi 'auter' sinemasının örnekleri sınırlı sayıda kopya ile olsa da vizyona giriyor ve dev Hollywood eğlenceliklerine alternatif yaratıyorlar. Ayrıca benim uzun süredir beklediğim Sessiz Amerikalı'yı da unutmamak gerek!
........................

 

Uzak Cannes'da favoriler arasında

Esin Küçüktepepınar

Bu gün yapılan resmi gösteriminin ardından eleştirmenlerden büyük övgü toplayan "Uzak", şu ana kadar yarışma bölümünde gösterilen Andre Techine, Samira Makhmalbaf, Raul Ruiz gibi yönetmenlerin filmiyle karşılaştırıldığında favori görünüyor. Ama kuşkusuz festivalin bu ilk günlerinde henüz genel bir yorum yapmak da olanaksız.

Türkiye'de katıldığı üç festivalde de en iyi film seçilen 'Uzak', Cannes'da Lars Von Trier, Gus Van Sant, Peter Greenaway, Clint Eastwood gibi ünlü yönetmenlerin son filmleriyle yarısıyor. Bu gün yapılan gosteriminin ardından yapılan basın tolantısından ve kulislerden anlasıldığı gibi elestirmenlerden büyük övgü toplayan 'Uzak' su ana kadar yarışma bölumunde gösterilen Andre Techine, Samira Makhmalbaf, Raul Ruiz gibi yonetmenlerin filmiyle karşılaştırıldiğında favori görünüyor. Ama kuşkusuz festivalin bu ilk günlerinde henüz genel bir yorum yapmak da olanaksız. Başkanlığını Fransız tiyatro ve sinemasının tanınmış yönetmenlerinden Patrice Chereau'nun yaptığı, Meg Ryan ve Steven Soderbeg gibi Hollwood isimlerinin yer aldığı Altın Palmiye jurisi yarışmadaki 20 filmin arasından yapacakları seçimi 25 Mayistaki kapanış toreninde açıklayacaklar. Bu gun yapılan basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Nuri Bilge Ceylan , filmiyle ilgili olarak, kişisel bir yolculuk yaptığını ve kamerasını bir insanın yalnızlığına odakladığını söyledi. Festivalin henuz başında olmamıza ragmen film elestirmenleri filmi çok beğendiklerini ve diger filmlerin güçlü cıkması halinde bile Uzak'ın bir ödül alması gerektiğini soylediler.

Altin Palmiye telaşından biraz uzaklaşırsak, dünyanın bu en önemli uluslararası film festivali, aynı zamanda ünlülerin şıklıklarını yarıştırdığı bir podyum. Cannes Film Festivali'ne katılan sinema yıldızları, festival için yaptırdıkları özel elbiseler ve pahalı mücevherleriyle de göz kamaştırıyor. İspanyol oyuncu Penelope Cruz, önceki akşam yapılan açılış gecesinde muhteşem gerdanlığıyla ilgi odağı olurken, İtalyan oyuncu Monica Bellucci de kemik rengi Christian Dior elbisesiyle goz kamastırdı. Andie MacDowell, Meg Ryan gibi isimler de festivalde büyük ilgi toplayan ünlüler arasındaydi.
...............................

 

Cannes’da sıcak hiçbir şey, imaj her şey!

Esin Küçüktepepınar

Biz, “Uzak”la ilgili basında çıkan yazılardan Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye’ye ne kadar yakın durduğunu sezmeye çalışırken; ünlü birini görmek için caddelere akın eden insan kalabalığıyla, bikinili güzelleri, smokinli fotoğrafçıları ve kapalı kapılar ardında yapılan hararetli pazarlıklarıyla, Cannes Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor…
Esin Küçüktepepınar Cannes’dan bildiriyor…

“Nuri Bilge Ceylan, bir kent insanının yalnızlığına odakladığı kamerasıyla duygular üzerine bir başyapıt çıkarıyor ortaya...” Bu sözler önceki gün resmi gösterimle eleştirmenler karşına çıkan “Uzak” üzerine endüstrinin prestijli dergisi Variety’de çıkan yorumdan alınmış sadece birkaç satır. Le Monde gibi gazetelerin övgü dolu yorumları da eksik değil ama Altın Palmiye için yarışan “Uzak”ın bu ödüle ne kadar yakınlaştığını söylemek için henüz çok erken.

Derhal yapılacak yorum ise Cannes’in zaman zaman terleten, sahilden esen rüzgârla etkisi dağılan sıcak güneşinin altında ‘festival’ gerçekleştiği. Niyetiniz filmlerden gayri festival havasını şöyle bir soluklamaksa panayır benzeri kıyı caddesi yani meşhur La Croisette’de salınarak şöyle bir yürümek bile ömre bedel olabilir. Biz film eleştirmenlerinin bu cümbüş ortamından gönüllü vazgeçip kendimizi karanlık sinema salonlarının projektör ışığına adadığımıza bakmayın. Biz de iki film arası nafile koşuşturmamızda gözümüzü alan renkli kalabalık arasına karışma arzumuzu bazen bastırmak durumunda kalıyoruz, ama doğrusu "terlemeyi" pek göze alamıyoruz.Yine de; çılgın kalabalık içinde kolunuzun Meg Ryan’a çarpma olasılığı pek yoksa da dünyanın dört bir yanından binlerce insanın akın ettiği Cannes caddelerinin atmosferi yeterince çekici. Kırmızı halılar önündeki çılgın hareketlilik, Arnold Schwarzenegger ve Andie McDowell gibi her an boy gösterecek bir ünlü için dolanan kalabalığın neşeli bir sabırla bekleyişi, caddede akan insan kalabalığına öncelik vererek ilerlemeye çalışan son model üstü açık arabalar, şık ve pahalı giysileri içindeki sahiplerinin peşinde sürüklenirken insan adımları altında ezilmemeyi başaran minicik köpekler, bikinili güzeller, smokinli fotoğrafçılar, günün her saati limuzinden inen ünlüleri metanetle takip eden kameramanlar, uçuşan tül kıyafetlerin şıklığı yanında şort ve tişörtleriyle dondurmalarını yalayan kalabalık, olağan Cannes manzarasının bir bölümü.

Kuşkusuz bu görünen şamatanın ardında milyonlarca dolar el değiştiriyor ve lüks otellerin lobileri veya kapalı toplantı kapılarının ardında "ciddi" işler konuşuluyor. Sinema endüstrisinin bu önemli pazarında yüzlerce film satış için pazarlanıyor, projelere finansal destekler aranıyor. Kentin geneline hakim olan karnaval ortamı ise bu parlak imaj pazarındaki zorlu mücadeleyi gözlerden uzak tutuyor. Kısaca burası Cannes. Güneşi de yakıcı. Yani sıcak hiçbir şey, imaj ise her şey. Yeter ki burada ne kadar terlemek istediğinize karar verin.
..................................

 

Cannes’dan son haberler...

Esin Küçüktepepınar

Objektiflerden nadide tebessümlerini esirgemeyen ünlülerin katılımıyla neşesini bulan Cannes’daki tüm bu parlaklığın ötesinde kuşkusuz Altın Palmiye yarışının gerilimi var. …
Esin Küçüktepepınar Cannes’dan bildiriyor…

Cannes'in ünlü kırmızı halısını adımlayan ünlüler tükenmiyor. Taze Oscarlı Nicole Kidman ve Adrien Brody, Titanik belgeseliyle gelen James Cameron gibi isimler Cannes’in yeni konukları arasında. Objektiflerden nadide tebessümlerini esirgemeyen ünlülerin katılımıyla neşesini bulan Cannes’daki tüm bu parlaklığın ötesinde kuşkusuz Altın Palmiye yarışının gerilimi var. Hector Babenco, Gus Van Sant, Francois Ozon gibi iddialı yönetmenlerin çok da heyecan uyandırmayan son yapımlarının da yer aldığı Festivali'n yarışma filmlerini yarıladık. Ama kapanış jeneriğiyle birlikte salondaki eleştirmenleden kopan alkışlarlardan anlaşıldığı üzere Lars von Trier'in yönettiği, başrolünde Nicole Kidman'ın oynadığı "Dogville" şu ana kadar bu ödüle en yakın duran film gibi görünüyor. Henuz Cilnt EASTWOOD, Peter GREENAWAY, Denys ARCAND, Claude MILLER, Alexander SOKUROV gibi yönetmenlerin icraatlarının da sırada olmasına karşın Lars von Trier, Uzak ve belki biraz da Swimming Pool dışında söz etmeye değecek film bulamayan, star ve "farklılık" arayan eleştirmenleri coşturdu. Hollywood isimleriyle yine 'Dogma’sını ilan eden Lars von Trier, minimal dekoruyla bir tiyatro sahnesi gibi tasarlandığı setinde 1929'daki Büyük Bunalım döneminde gangsterlerden kaçarken Dogville adlı köye sığınan ve burada köylülerin esiri olan Nicole Kidman'in yaşadıklarını anlatıyor. Üç saatlik filminde Nicole Kidman, Von Trier'in diğer fimlerdeki kadın kahramanları gibi erkek mezaliminden nasibini alıyor ve köylüler tarafından boynuna tasma akılıyor, zincire vuruluyor, tecavüzelere uğruyor. Önceki gün Nicole Kidman ile yaptığı basın toplantısında bu filmimiyle ABD politikaları karşıtı bir tavır sergilediğini söyleyen Von Trier, “Irak'ı özgürleştirme sürecini yaşadık; bir de 'Amerika'yı kurtarma' kampanyası yapmak lazım. Amerika'ya bakınca bir sürü pislik görüyorum" diyor ve bu ülkeyi hiç gitmediğini ve gitmeye de niyetinin olmadığını vurguladı.

Altın Palmiye'nin gölgesinden hafif uzaklaşırsak festivalde yarışma dışı gösterilen Avusturyalı usta sinemaci Michael Haneke'nin son filmi “Time of the Wolves / Kurtlar Zamanı"nından söz etmek gerek. Yönetmenin geleneksel tavrıyla yansıttığı bir şiddetle acılan ve ilerleyen dakikalarla birlikte ülkeye gizlice girmeye çalışan Romenler aracılığıyla göçmen sorununa parmak basarken mecburi komün yaşantısında bireyselliğin yok oluşuna odaklanan Haneke'nin filmi salondaki eleştiremenler tarafından bir kaç alkış ve bana göre haksız ve gereksiz yuhalamalarla karşılandı. Sonuçta, yine eklemek gerekirse burası Cannes; herkesin aradığı heyacan ve kan...
...................................

 

Cannes’da "Uzak" Fırtınası

Esin Küçüktepepınar

56. Cannes Film Festivali’nde yarışan ve favori filmler arasında gösterilen Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Uzak”, festivalin ikinci önemli ödülü olan ‘Büyük Jüri Ödülü’nü (‘Grand Prix’) aldı. Filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak da ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü paylaşarak büyük bir başarıya imza attılar.
Esin Küçüktepepınar Cannes'dan bildiriyor!

Cannes Film Festivali bu yıl bizim için daha da özeldi. Çünkü yıllar sonra, ülkemizden bir film bu, dünyanın en prestijli festivalinin yarışma bölümüne seçilmişti. Nuri Bilge Ceylan’ın gerçekten bir başyapıt olan filmi “Uzak”, beklentilerimizi, umudumuzu boşa çıkarmadı ve festivalin ‘Altın Palmiye’den sonra gelen, ikinci büyük ödülü olan ‘Grand Prix’yi (‘Büyük Jüri Ödülü’) kazandı. Filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve kısa bir süre önce talihsiz bir trafik kazasında kaybettiğimiz Mehmet Emin Toprak’ın ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü paylaşması, iki oyuncunun da amatör olarak bu işi yaptığını öğrenen yabancı basında büyük bir şaşkınlıkla karşılandı.

Festivalde ‘Altın Palmiye’ “Uzak” gibi minimalist bir film olduğunu söyleyebileceğimiz “Elephant”a verilirken, festivalin ‘iki büyük ödülü aynı filme vermeme’ geleneğini bozarak ‘En İyi Yönetmen Ödülü’nü de filmin yönetmeni Gus van Sant’e vermesi şaşkınlık yarattı. ‘En İyi Senaryo’ ödülünü Denys Arcand imzalı “The Invasions of the Barbarians” alırken ‘En İyi Aktris Ödülü’ de filmin başrol oyuncusu Marie-Josée Croze’ye verildi.

Bu arada, ödül gecesine kadar, kulislerde geceye damgasını vuracağı söylenen Lars von Trier’in son filmi “Dogville”in Cannes’dan eli boş dönmesi, gecenin en büyük sürprizlerinden biri oldu. Ödül töreninden birkaç saat önce bile, Nicole Kidman’ın filmin ödül alacağını haber alarak geceye katılmak için şehre geri döndüğü yolunda söylentiler kulaktan kulağa yayılmaktaydı.
......................................

 

Altın Palmiye filmlerinde hayal kırıklığı

Esin Küçüktepepınar

Sonuçta bu önemli sinema pazarında, özellikle yarışma bölümünde filmlerin niyeti ”ağır” olsa da ortaya çıkan sinema kalitesi bu yıl pek tartışmalı. Usta isimlerin son icraatlarının hayalkırıklığı uğratması bizim açımızdan ironik. Uzak'ın bizi Altın Palmiye'ye ne kadar yakınlaştırdığı öngörülemese de eleştirmenlerinin genel yorumu filmin ödüllerden birini alma olasılığının güçlü olduğu yönünde.
Esin Küçüktepepınar Cannes'dan bildiriyor.

Savaşın yıkıcı etkileri, değişen dünya dengeleri üzerinde bireyin savruluşu ve kimlik erezyonu, içsel yalnızlıklar ve yolculuklar, sistemin içinde sıkışan insanoğlunun çıkmazı...
Dünyanın en ünlü film festivali Cannes’da yer alan yarışma filmlerinin temaları bunlar. Sonuçta bu önemli sinema pazarında, özellikle yarışma bölümünde filmlerin niyeti ”ağır” olsa da ortaya çıkan sinema kalitesi bu yıl pek tartışmalı. Usta isimlerin son icraatlarının hayalkırıklığı uğratması bizim açımızdan ironik. “Uzak”ın bizi Altın Palmiye’ye ne kadar yakınlaştırdığı öngörülemese de eleştirmenlerinin genel yorumu filmin ödüllerden birini alma olasılığının güçlü olduğu yönünde. Gerçekçi ve açık bir yorum derseniz; Kişisel başarısıyla festivalde yarışan Nuri Bilge Ceylan ve filmi “Uzak”ın dünyanın bu önemli sinema pazarında sinemamızı yeterince tanıtması da kendi başına bir ödüldür hani.

Filmlerin bir yana Cannes’da görünen her şey bildiğiniz gibi parıltılı. Festivalin son demlerini yaşadığımız bu anlarda da kente gelen ünlüler eksilmiyor. “Mystic River” ile Altın Palmiye için yarışan Clint Eastwood’un da festivale avdet etmesiyle gösteri devam ediyor. Françoise Ozon imzalı "Yüzme Havuzu" ile Claude Miller’ın "Küçük Lilly" adlı iki yarışma filminde birden rol alan genç Fransız oyuncu Ludivine Sagnier ve Raoul Ruiz’in “O Gün”ünde rol alan Bernard Giraudeau kırmızı halıda boygösterenler arasında.

Yıldız akını ve film gösterimlerinin heyecanı derken herkes artık yarın acıklanacak Altın Palmiye sahibini bekliyor. Bizim açımızdan ise biliyorsunuz sinemamız bu yıl Cannes’da çok büyük bir şans yakaladı. Öngörüler muhtelif ama bu iddialı yarışta dünyanın dört bir yanından festivale katılan sinema yazarlarının ortaklaşa buluştukları nokta ise festivalin en iyi filminin “Uzak” olduğu. Eleştirmenleri ikiye bölen Lars Von Trier’in Nicole Kidmanlı “Dogville” adlı filmi ise Altın Palmiye’nin en güçlü adayı hesabında yerini koruyor. Film büyük ödülü almasa da şimdiden festivalin “en provokatif film” etiketini edindiği kesin. Gus Van Sant’ın Columbine Lisesi katliamından esinlendiği “Elephant” ile Kanadalı Denise Arcand’ın ölüm döşeğindeki bir babanın etrafında toplanan aile üyeleri ve dostlar eşliğinde batının yaşadığı kültür erezyonunu kara mizah ve duygusal dokunuşlarla anlattığı “Barbarların İstilası” da kulislerde mevzu oluşturan filmler arasında. Basın toplantısında anti Amerikan bir film yaptığı yorumlarını reddeden yönetmen Arcand, sadece ABD’nin baskın ve dengeleri belirleyici anlayışına ayna tuttuğunu söyledi.
....................................................................................................................................

 

 

Vatan

 

"Uzak" futbol takımı olsaydı...

Okay Gönensin

Cannes Film Festivali'nde, dünyanın en prestijli sinema ödüllerinden biri veriliyor. Bu ödülü bugüne kadar alan tek Türk sinemacı Yılmaz Güney olmuştur. Yılmaz Güney'in böyle önemli bir ödülü almasına Türk halkı pek sevinememişti. Yılmaz Güney siyaseten "silinmiş" olarak yurt dışında firar durumunda olduğu için Türkiye'de güçlü bir karşı kampanya yapılmıştı. Şu anda Fransa'nın Cannes şehrinde devam etmekte olan festivalde bir Türk filmi de yarışmacı ve büyük ödülün adayı. Filmin adı "Uzak", yönetmeni Nuri Bilge Ceylan. Dünyayı bilenler, Cannes Film Festivali'nin, bütün dünyada UEFA Kupası'ndan daha fazla bir ilgiyle izlendiğini bilirler. Ve şu anda bütün Fransız gazeteleriyle televizyonlarında "çok önemli" bir film ve büyük ödül adayı olarak "Uzak" filminden söz ediyor. Bütün önemli gazetelerde Nuri Bilge Ceylan ile yapılmış uzun görüşmeler yer aldı, bütün büyük televizyon kanallarının özel programlarında Ceylan konuştu.

Bizim medyayı bağlamaz!..

Her vesileyle ortaya çıkıveren "Türkiye'nin imajı" diye bir derdimiz, hatta kompleksimiz vardır. Ama belli ki bu da uyduruk bir duygu. Çünkü gerçekten böyle bir sıkıntımız olsa "Uzak" filmini ve Ceylan'ı Cannes'da adım adım izlerdik. "Uzak" bir futbol takımı olsaydı, Ceylan da bunun teknik direktörü olsaydı bütün Türkiye ödüllerin açıklanacağı pazar gününe kadar nefesini tutar beklerdi. Batı medyasında yayımlanan "Uzak" ile ilgili her satır Türkçeye çevrilirdi. Ceylan'ın kişiliğiyle ilgili yayınlar yapılırdı. "Uzak" ve Nuri Bilge Ceylan şu anda Cannes'da tek başlarına bekliyorlar. Batı'da birinci sayfalarda ve "prime-time"larda bol bol yer aldılar. Ama Türkiye'de birinci sayfalar ve "prime-time'lar onlarla ilgilenmedi. Türkiye'nin bir imaj sorunu varsa bunu asıl düzeltecek olan, değiştirecek olan önemli alanlardan biri sinemadır. Bunu bile göremeyenlerin de Türkiye'ye bir faydası olması mümkün değildir.

..................................................................................................................................